Drop Down MenusCSS Drop Down MenuPure CSS Dropdown Menu




11 Aralık 2013 Çarşamba

Portakal Ağacı'nda Eski Bir Dost: Coşkun Aral :)

Gönül Öğretmen ile benzer zamanlara denk gelen ve beni yazma dışında bir hayata yönelten şeylerden biri de Haberci programı olmuştu. Ne çok hayal kuruyordum o programı izlerken. Sonrasında da bir dolu gezmeli görmeli program oldu ama hiçbiri benim gözümde bir "Haberci" olmadı. Ben de gezmeli görmeli ve bunu anlatmalıydım. Ama nasıl? Gazeteci olabilirdim. Hatta ben kesin gazeteci olmalıydım.Sadece kültür sanat ve güncel haberler beni kesmezdi. İşte o sırada Mehmet Aslantuğ ile Arzum Onan'ın başrolünde oynadıkları Sıcak Saatler dizisi yayınlanmaya başladı. Orada Mehmet Aslantuğ savaş muhabirini canlandırıyordu. Gözümde nasıl büyütmüştüm, "vay be" diye. Hatta Abbas isminde bir kamyoneti vardı(adını yanlış hatırlıyor olabilirim)
İşte o ara nerede gördüysem Coşkun Aral'ın bizim memlekete bir söyleşiye katılacağını okumuştum. Sanki benim için geliyormuş gibi heyecanlanmıştım. Hatta kızarmış bile olabilirim :) Şimdilerde evinde televizyon olanların yakından izledikleri dizilerde yönetmen yardımcılığı/asistanlığı yapan liseden arkadaşım N. ile soluğu bu mekanda aldık. Sanırım en küçükler de bizdik. Konu neydi bilmiyorum ama ben Coşkun abiye (biz ona aramızda öyle derdik :P) kilitlenmiştim. Derken 1 soru sormak istedim. Bendeki cesarete bak hele :) Minicik parmağımı yarıya kadar kaldırdım hani belki görmez diye :) ama hemen gördü ve "buyurun küçük hanım" dedi. Tüm salon benden soruyu sormamı beklerken, N. beni eteğimden "Hadi Esra soruyu sor" dİye dürtüklerken benim bile zor duyduğum cılız bir ses çıktı, sanki viyaklama gibiydi :) Tabii bana o ara mikrofonu uzattılar sesimi duyabilmek için, soruyu yeniledim: "Bayan savaş muhabirlerinin bir savaş sırasında size göre zorluğu nedir; yapılabilir bir şey mi?"...
Sonradan üniversite yıllarında öğrenecektim ki bayan değil.. kadın'dık biz :)
Neyse Coşkun Abi, yaptığı işin adının "savaş muhabirliği" olmadığını, asla savaş istemediklerini, aslında "yaşam muhabirliği" yaptığını; kadın meslektaşlarının da olduğunu vs. anlattı kısaca.
Söyleşiden sonra yanına gidip iletişim adresini istemiştik. Biz herhalde posta adresi falan bekliyorduk, o mail adresini vermişti. O yüzden haberleşemedik yani :)
O ara okuduğum Ayşe Kulin'in Sevdalinka'sı zaten beni çok etkilemişti.
Velhasıl savaştan hiç hoşlanmasam da "yaşam muhabirliği" yapmak da istemedim, gazetecilik okumadım. İyi ki de okumamışım derim hala.
Yıllaaar sonra ne oldu peki?
İz Tv isminde bir kanal kuruldu, başında da Coşkun Aral. Bir ilan vermişlerdi benim iş aradığım dönemlerde. "Belgesel metin yazarlığı" idi yanlış hatırlamıyorsam, sadece ismi bile yetmişti başvuruya sazan gibi atlamama. Hala çalışıyor mu bilmiyorum, o dönemki Genel Yayın Yönetmeni iş sebebiyle 1 günlüğüne Ankaradaydı ve benimle buluşmak istemişti. Nasıl heyecanlıyım ama... Zaten beyaz olan yüzüm normalden daha da beyazlamış aralara kırmızılar ve morlar eklenmişti. Görüştük, anlaştık ama tek bir sorun vardı; benim İstanbula gitmem gerekiyordu.
Neeee????!!!!
Hesaplarımda bu hiç yoktu.
Beni Ankaraya bağlayan bir neden olmamasına rağmen İstanbuldan hep korktuğumdan olsa gerek Coşkun Abi ile çalışma fırsatını böylece geri çevirdim.
Pişman oldum mu?
Olmadım.
Bir karar alırsın ve onun sonuçlarını iyi de kötü de olsa yaşarsın. Bir de "keşke" demenin kişiye hiçbir faydası olmadığını hepimiz biliyoruz.
Sonrasında Coşkun Aral'ı hep uzaktan takip ettim, sevmeye de devam ettim tabii.
Derken geçenlerde Portakal Ağacı dergisinin Aralık sayısında onu gördüm. Yemek yiyordu. İşte bendeki şaşkınlık buradan bile anlaşılabilir. Kurduğum cümle "Aaa Coşkun Abi yemek yiyor..." :) Yaşamak için başka ne yapacaksa artık.


Röportajı bir solukta okudum sanki kendisini hiç tanımıyormuşum gibi.
Portakal Ağacı ile ben kuzen M. sayesinde tanışmıştım. Bak bu sitede güzel tarifler var, demişti. Ben pratik tarifler ararken onlar 5 ana yemekli Ramazan sofraları hazırlıyorlardı, gözüm korktu, pek faydalanamadım tariflerinden. Derken geçenlerde dergi çıkarttıklarını duyunca 2. sayılarını aldım, İpek Hanımın Çiftliği vardı. Onu da çok merak ediyordum, güzel oldu. Aradaki sayılar gümbürtüye gitti ama bu sayı başköşede :)
Nerdeeen nereye geldim sevgili okur.
Neredeyse hayatımı özetlemiş gibi oldum, umarım okurken sıkılmadın.
Senin var mı gençliğinden, çocukluğundan sevdiğin unutamadığın biri ya da bir "yaşam muhabiri"?
Portakal Ağacı ekibi bu yazıyı görür mü bilinmez ama ben yine de Coşkun Aral röportajı ve dergideki keyifli sayfalar için teşekkür edeyim.

HERKESE BAL KABAĞI TATLISI KIVAMINDA BOL CEVİZLİ HARİKA GÜNEŞLİ BİR GÜN DİLERİM(Z) :)
Devamını oku »

Günün Şarkısı: Mayra Andrade/ Comme S'il en Pleuvait :)

Şarkının sözlerini yine anlamamakla beraber çok eğlendiğimi söyleyebilirim :)
Keyifli günler...
Devamını oku »

10 Aralık 2013 Salı

Hayalimdeki İş :)

Hayalimdeki işin bir adı yok, önce oradan başlamalıyım. Adı ne bir doktor ne bir öğretmen ne de son zamanlarda duyduğum havalı meslek adlarından. Hiçbiri değil.
Hazır işyerinde sıkılıp bunalmışken hayallerime dalayım istedim; yanında da güzel bir tarçınlı salep olsun o zaman en iç ısıtanından. (onu da bayağıdır içemiyorum migrenimi tetikliyor diye; hayalde o da olsun yani :)
Hayalimdeki işyerinde patron, işçi, işveren, maaş günü vs. yok. Dükkan bizim dükkan yani :)
Bu arada minik bir parantez açıp küçükken kurduğum hayaller arasında bol renkli, silgi kokulu, bazı rafları tozlu bir kırtasiye dükkanım olması da vardı. Hayır neden tozlu bilmiyorum. O da içimdeki pis kızın bir eseri olabilir. İnsanlar şöyle tertemiz pırıl pırıl yerler hayal eder ya. Benimkinde yaşanmışlık var tabii diyerek kandırayım kendimi.
Geleyim şimdiki hayallerime.
Dükkan dedim ama illa fiziksel bir yerin olması da gerekmiyor, ben gerekirse evden de çalışırım ya da aslında mekansız da olabilirim.
Yeter ki...
Yeter ki denizi göreyim.
İşte hayalimdeki işyeriyle ilgili ilk tasvirim bu. Mutlaka ama mutlaka denizi görmeli, arada kokusunu almalıyım; yani öyle tee uzaklardan gibi değil de elimi uzatsam dokunacak kadar yakın olsun. Yoksa yıllardır çalıştığım yerlere astığım deniz manzaraları da bana yeter-di, uzaktan...
İçinde mutlaka ara ara kahve kurabiye, ara ara ıhlamur vb. kokular olmalı. Boş mideyle çalışamam ama değil mi :)
İçinde zorunluluk gerektiren bir şey olmamalı. İçimden ne geliyorsa benim bereketim kısmetim de o olmalı.
Kafamı dank ettirecek sorular soran birileriyle tanışmalı, sohbet etmeliyim. Ki bu nasıl olacak acaba? Ben bu kadar yabani iken? Oradan bakınca nasıl görünüyorum bilmiyorum sevgili okur ama ben öyle hemen kaynaşamam. Kedi gibiyim herhalde önce biraz yaklaşıp koklamam lazım :) Bu dank ettiren sorular da artık yetişkinlerden değil de çocuklardan geldiğine göre mümkünse şımarık olmayan tüm çocukları bağrıma basabilirim. (öyle şartım var, hayal olunca yaz yazabildiğini...)
Peki ne yapmalıyım/yapabilirim?
Yazabilirim mesela. İlla bir kitap olması gerekmiyor. Yazınca çok mutlu olduğuma göre ne yazdığımı ve bu yazıları kimlerin okuyacağını hiç önemsemeden yazabilirim.
Kitap okuyabilirim. Arada sıkılıp başka kitaplara da bakış fırlatabilirim ama sevdiğim çocuk kitaplarını hiç sıkılmadan okuyup oradaki karakterlerle arkadaş olabilirim.
Çizebilirim diyeceğim ama hayal de olsa bir sınırı olmalı insanın değil mi? O yüzden çizmeye çalışabilirim denebilir.
Vaktimi ne yaparsam yapayım dolu dolu geçirip mutluluktan uçabilirim.
Her günün sonunda tüm bu nimetler için şükredip iyi ki sevmediğim bir işim varmış da onun sayesinde bu hayallerime kavuştum diyebilirim.
Fotoğraf çekebilirim. Burada her ne kadar pek paylaşmamış olsam da kendi halinde güzel bir makinem var benim ki bir süredir sahiden tozlu,pek yüzüne bakmadım. Onunla yine yeniden kaynaştığımızda belki burada da güzel şeyler paylaşırım.
İnsanlara mektup yazabilirim. Hiç tanımadığım insanlara sırf bir şeyleri paylaşmak için "nasılsın" diyebilirim.
Bir dolu uydurma ama pratik tarif deneyebilirim. Tabii önce bu tarifleri test etmem gerekebilir :)
Sahile zaten yakın olacağım için topladığım taş, çakıl, deniz kabuğunu renklendirip eğlendirebilirim.
Aslında yazdıkça ne kadar çok şeyi yapabileceğimi ve yapmak istediğimi gördüm.
Zaten hayal bu ya paraya da ihtiyacım olmayacakmış; alışverişlerde takas dönemi başlamış!!!
Evet bugün ağzımdan bal damlıyor sevgili okur.


Ben de denizin içinde kitap okumak istiyorum diyorsan bana katılabilirsin :)

Sahi senin var mı iş ile ilgili hayallerin? Yoksa sen zaten sevdiğin işi mi yapıyorsun ya da işini severek mi yapıyorsun? Kıskanırım bak :) Yok yok şaka, sevinirim senin adına :)
Hem kim bilir belki çok da uzak değildir benim hayallerim?
Kim bilir?
Devamını oku »

9 Aralık 2013 Pazartesi

Günün Şarkısı: Hindi Zahra- Beautiful Tango :)


Keyifle dinlediğim bir şarkı, aklıma gelmişken paylaşayım dedim :)

HERKESE BOL KESTANELİ, ÇOK GÜNEŞLİ KEYİFLİ HAVALAR :)
Devamını oku »

7 Aralık 2013 Cumartesi

Kar Yağdı; Yehuuuu :)

Yarına kar kalır mı bu karın devamı gelir mi bilinmez ama Ankarada yerleşik düzene geçene kadar yani yaklaşık 17 sene kendi memleketinde kar görmemiş biri olarak (ara ara geldiğimiz Ankara kış tatilleri hariç) karın yumuşaklığını, yağışını, aydınlığını, eğlencesini hep çok sevmişimdir. Ah bir de sonradan buz tutmasa ve ben kafamın üstünde düşmesem.. Neyse bu sene hazır senenin ilk karı yağmışken sıcacık fotoğraf ekleyeyim istedim.
Kardan adam yapamadık ama niyetlendik.
Kar topu oynadık.
Bir dolu burnum aktı ama eğlenceden fırsat bulup silemedim, silmedim :)
Atkı, bere, eldivenin hakkı verilmiş oldu.
Üst üste giyinince ortaya kocaman bir kütle çıktı :)
Kısaca kar bizim evde büyük bir coşkuyla karşılandı. Eve geldiğimizde üzerimizden halıya dökülen kar topaklarından da Lokum nasibini aldı :P
Geçen günün -benim için- harika harika harika seyirlik manzarası şöyleydi:


Bugün kar topu oynarken de:

Tamam belki arada kışa ve soğuğa laf atmış olabilirim ama yumuşacık karı çok çok sevdiğimi de eklemeden geçmeyeyim.

HERKESE KARDAN ADAM MUTLULUĞUNDA, KESTANE SICAKLIĞINDA MUTLU TATİLLER :)
Devamını oku »

6 Aralık 2013 Cuma

Viktorya Hayal Kuruyor :)

Bazı kitapları okuduktan hemen sonra yani hakkında yazı yazana kadar unutuveriyorum.  Ama yoo bu kitap öyle değil. Bu kitap tam da sevdiğim türden. Kısacık bir hikayede  kalbe dokunur ama aynı zamanda da macera dolu bir anlatım var. Başroldeki Viktorya'ya duyduğum sempati öyle az buz da değil hani. Basbayağı kendi çocukluğumdan harika kesitler buldum. Neredeyse tamamen hayal dünyasında yaşayan ve orada türlü tehlikelerle savaşan, kimi zaman at üstünde kimi zaman ayılar tarafından kovalandığı için ırmaklardan yüzerek geçen biri için oldukça sıradan bir apartman yaşamı ne de sıkıcı!
Hikayenin daha ilk sayfasında bu sıradışı yaşamın bir şekilde değişeceğinin sinyalini alıyor, Küçük Prens'in fularına benzeyen bir fular takan Jo ile tanışıyoruz. Viktorya'dan bir yaş küçük olmasına rağmen sınıfları atlayarak gittiği için lisede okuyor. Ama 1 yıl demek hele ki ortaokuldaysanız sonsuz bir zaman dilimi gibidir adeta.
"Üç Şayen" hakkında bir bilinmezlikle başlayıp her gün aynı şeyleri giyen babasını Kovboy çizmesiyle görmesi ile devam ediyor ve odasında ufuk çizgisi yaratan kitapları her gün birer birer azalmaya başlıyor. Siz isterseniz Viktorya Hayal Kuruyor deyin ama evdeki 2 metre boyundaki antika saat de evden kayboluyor yani Viktoryaya göre kaçıyor. Kimseye haber vermiyor çünkü bu sıkıcı evden kaçmak onun da hakkı ve onu kimse bulamasın diye takipçilerin mesafesini uzatıyor.
Viktoryanın en belirgin özelliği pek tabii hayal dünyasında yaşamasının dışında kütüphanede vakit geçirmesi ve bolca kitap okuması. Tanıdık kitaplara çok hoş atıflar da var ayrıca kitapta.
İşin içinde hayal olduğu zaman bu tarzda olan tüm kitapların sonunun bir düşle/uykuyla sonlanması ihtimali oluyor. Zaten bir solukta okuduğum bu kitabın sonunun böyle bitmemesini o kadar çok istedim ki.Sanki bir şeyler eksik kalırdı böyle olsaydı. Neyse ki yazar sesimi duymuş ve gerçekten hiç tahmin etmediğim ve çok duygulandığım (tamam belki biraz ağlamış bile olabilirim) bir son yazmış bu kitaba.
Aradaki hikayeleri ve sonunu elbette söylemeyeceğim. Merak ederseniz alın okuyun :)
* Kitaptaki -benim için- "Osuruk Tozu" esintilerini de daha sonra anlatayım :)
"Viktorya maceralarla dolu bir yaşam, çılgınca bir yaşam istiyordu, onu aşan bir yaşam."

Kitap hakkında BDK'nın yazısını da okumak isteyebilirsiniz.
Viktorya Hayal Kuruyor
Özgün adı: Victoria rêve
Yazan: Timothée de Fombelle
Resimleyen:
 François Place
Çeviren: Şilan Evirgen
Yaş grubu: 10+
Yapı Kredi Yayınları, 2013, karton kapak, 73 sayfa,

HERKESE KENDİ HAYAL DÜNYASINDA -HATTA BELKİ BULUTLARIN ÜSTÜNDE- TATLI VE GÜNEŞLİ BİR HAFTASONU DİLERİM(Z) :)
Devamını oku »