Drop Down MenusCSS Drop Down MenuPure CSS Dropdown Menu




22 Temmuz 2014 Salı

Koliği Biz Nasıl Gıdıklıyoruz :)

Daha önce koliğin bizi gıdıkladığından bahsetmiştim. Ve cidden "biz nasıl baş ediyoruz" kısmını yazacak yüreğim yoktu. Sonra aklıma geldi belki bu satırları okuyan birine faydam dokunur diye koliği bizim nasıl gıdıkladığımızdan bahsedeyim istedim. Yani bizim de elimiz armut toplamıyor herhalde :)
İlk ve en önemlisi doğru teşhis.
Bebeğiniz sadece huzursuz mu huysuz mu yoksa kolik mi?
Bence her birine farklı "tedavi"ler uygulanmalı ama önemli olan bebeğinizi sakinleştirmekse gerisi teferruat :)
Bir de ana-baba kişisinin boooolca sabırlı olabilmesi gerekiyor en en en başta.
Beni tanıyanlar bir acayip sabırsız olduğumu bilir. Ben de kendimi öyle bilir(d)im. Şimdiyse kendi içimde ciddi seviyeler atladım. Şimdiye kadar Elif ağladığında benim de ağladığım iki elimin parmakları kadardır; o da olsun yani değil mi :) Ama sanırım hayatım boyunca hiç unutamayacağım an'lardan örnek verecek olursam:
2 tane birbirinden şahane -ne 3'ü 5 saati bulan, aşan- kolikli, çığlıklı, gözü yaşlı ağlamalar. (bak yazarken gözümün dolması tamamen tesadüf :/
Bir tane -az önce gülücük atan bebeğin- açık alanda (Ahlatlıbel) mekanı inletecek kadar ağlamaya başlayıp benim onu kaptığım gibi arabaya gitmem ve giderken o "cool" şapkam  ve gözlüğüm eşliğinde kimsenin ne halde olduğumu görmemesi ve zorunlu uğranan market alışverişinde (ki o ara sakin gibiydi) yine birden başlayıp benim açık alanda kucağımda Elifi sakinleştirmeye çalışırken hüngür hüngür ağlamam :) eve geldiğimizde pamuktuk ve baktım da o gün dolunay varmış meğersem..
Aslında kendi tavsiyelerime başlamadan daha önceki yazımda da belirttiğim sevgili Burçin Çobanoğlu'nun kolikle ilgili oldukça derleyici yazısını bir kez daha yineleyeyim. Bence mutlaka okuyun.

Kolik Gıdıklama:
1. Anne kişisine sürekli olarak "bu dönemin geçici olduğu" hatırlatılmalıdır; zira o bunu unutabilir hatta hiç ümit vermeyebilir.
2. Anne kişisine her türlü yemek/içme vb. destek yanında "aa ağlama sütün azalır"dan ziyade "ağla yavrum ağla, için açılır"denmelidir!
3. Harvep Krap'ın "Mahallenin En Mutlu Bebeği" kitabı itinayla okunur; akla yatan yerler uygulanır.
4. Sesi yüksek çıkan bir saç kurutma makinesi ile arkadaş olunur:) Youtube'da yer alan videolar bir müddet sonra vız gelip tırıs gidiyor çünkü.
5. Anne-baba kişisine lojistik destek şart. Gerek çamaşır gerekse yemek konusunda mümkünse destek alınmalı.
6. Ağlayan tüm bebekler kulaklarına "Şşştttt" dendiğinde susuyorlar.(tabii o anlık :)
7. Sling harika bir icat; mutlaka edinin ve kullanın.
8. Emzik alması iyi bir şey diyorlardı ama Elif çok kısa bir süre aldı; şimdi mümkün değil almıyor; ben de ısrar etmiyorum(sonra bir de bıraktırma işi var çünkü biliyorum.)
9. Sallama/sallanma bence en etkili yöntemlerden biri.
10. Araba yolculuğu bizde bazen işe yaradı. Çoğunlukla işe yaramadı.
11. Açık havada yürüyüş de pek nadir işe yarayanlardan ama denenebilir.
12. Ana kucağı şart! Tabii bence :) Hamilelik dönemimde çokça araştırıp "acaba gerek yok mu ki" ya kadar uzanan hallerimden eser yok şimdi. Biz nereye ana kucağı oraya :) Titreşimli olması en azından 5 dakika nefes almak isteyen ana-babaya tavsiye edilir. Ben Elif'in titreşimde olmasından hiç hoşlanmıyorum ama bazen sadece 5 dakikalığına titreşimi açıp, yüzümü yıkayıp gelmişliğim de var.
13. Acı elma yağı bebişin topuklarına ve karnına masaj olarak yapılabilir; bence hoşuna gidecektir.
14. Doktorun önerdiği gaz damlaları (ben bir işe yaradığını hiç düşünmüyorum ama hala kullanıyoruz; sürü psikolojisi mi acaba bilmiyorum)
15. Yüksek ses çıkaran aletler. Ve tabii evde çığıran bir anane :) (annem Elifin sesini bastırmak için şarkıları-öğretmenliğin verdiği bir edayla- oldukça yüksek sesle söylüyordu. Elif de "anane bu ses ne ya" der gibi bakıyordu :)
Bu davul harikalar yarattı; 10 dakika ama olsun :)
Tüm bu saydıklarım bazı günler işe yarayıp bazı günlerse aslında hiç işe yaramayan ve denenen uygulamalar. Elbette ki her bebek farklı. Ve bu yöntemler koliği geçirmeyi vadetmiyor yanlış anlaşılmasın :) Koliğin geçmesi sadece ve sadece zamanla/midenin olgunlaşmasıyla alakalı bence. Bunlar sadece gıdıklama ve aileyi rahatlatma yöntemleri.
Bir de akşam saatlerinde kesinlikle misafir kabul etmeyin derim. Çok yakınınızdır o ayrı; hani halinizi anlar. Ama bir de "aa bu kucağa mı alışmış" diye densiz konuşacak birisi olursa çok samimiyetle Elifi kucağına verip "al bakalım, sen kucağında tutmadan nasıl sakinleştirebiliyorsan öyle yap" diyesim var-dı.
Unutmadan;siz ne kadar kararlı/kendinden emin iseniz o kadar iyi oluyor. Siz koyverdiğinizde bebişler maş. çok hassas ve bunu hemen anlıyor..
Çok şükür Elif 3,5 aylık oldu-amanııın zaman ne çabuk ilerliyor-geçti mi geçmedi mi neler oldu azaldı mı kolik inşallah 4. ay yazımızda yazalım :)
Kolikle ilgili farklı önerisi/sorusu olan lütfen yorum bıraksın olur mu; bu tarz bilgiler çok kıymetli oluyor.

HERKESE AZ GAZLI, BOL GÜLÜNCÜKLÜ MUTLU GÜNLER :)

Devamını oku »

19 Temmuz 2014 Cumartesi

Anne(lik) Sohbetleri: Pelin (Anne Gazetesi) & Ege

Pelin'i ilk olarak Blogcu Anne'deki gebelik günlüğünden tanıdım; çok sevdim. Derken "1 Kitap 1 Mektup" etkinliğinde "21 Sıradan Şeyin Sıradışı Tarihi" kitabını kazandı ve biz haberleşmeye başladık. "Ege nasıl, Elif ne yapıyor" derken yüzyüze hiç görüşmediğimiz bu tatlı anneyle dost olduk :) Sağlıklı yemeklere düşkünlüğü ve hazırlama çabukluğu ile bende şaşkınlıklar yarattı.Hayata karşı pozitifliği ile "imdaaat" dediğim zamanlarda "yalnız değilsin esoşçum" demesi bile yetti :)
Sadece bunu bilmek bile güzelken; birinin size kendinizi iyi hissettirmesi de ayrı bir keyif.
Ege taptaze 1 yaşını kutlamış bir delikanlı :) Hem yaşını kutlayalım hem de güzel bir sohbet yapalım istedim:


Pelin Merhaba,
Öncelikle annelik maceran nasıl başladı?
Merhaba Esra. Annelik maceram çok şükür kolay başladı. Gebelikten söz ediyorum elbette, bebeğimiz bizi hiç bekletmeden geldi. Çok uğraşmış, çok beklemiş, bir sürü zor aşamadan geçmiş, tedaviler olmuş öyle çok insan duyuyorum ki, çok şükür diyorum. Üstelik 34 yaşındaydım ben evlendiğimizde, riskli gruba girmek üzereydim yani.

Kısaca doğum hikayeni anlatır mısın? Ege’yi kucağına ilk aldığında neler hissettin?
Ben gebelikten önce bile “normal doğum yapabilirim ben canım, acı eşiğim yüksek ben dayanırım bişey olmaz” diye düşünen bir insandım. Ama kısmet, sezaryen oldum. Kesinlikle bir şey için zorlamamalı, kendini şartlamamalı insan, onu çok hissettim ben gebeyken. Ablam da doktor ve anne olduğu için beni hep o şekilde yönlendirdi. Normal doğum yapacağım diye kendini zorlama, hayal kırıklığına uğrama, o anda ne iyi olacaksa doktorun senin için onu yapar dedi hep. Ben de son ana kadar bekledim, “ne zaman, nasıl doğuracaksın?” diye her sorana, “Ege ne zaman ve nasıl gelmek isterse” diye cevap verdim hep.
Sonunda sezaryene karar verdi doktorum, sol kalçamdaki ameliyatlarımdan ötürü normal doğumda çok büyük risk olur, bu riski alamayız dedi. Ben de itiraz etmedim. Tam 39+0’da geldi Ege. O kadar ama o kadar çok heyecanlandım ki, sanırım hayatımda hiç bu kadar heyecanlanmamıştım! Bir yandan gözlerimde yaşlar, diğer yandan ağzımda kocaman bir gülüş (32 dişim görülmüştür herhalde!), bebeğimi kucağıma aldığımdaki kadar çok mutlu olduğumu hiç hatırlamıyorum. Bu çok bambaşka bir duyguymuş. Allah isteyen herkese nasip etsin inşallah.

İlk günler nasıl geçti? İzmir’in yaz sıcağından çok etkilendin(iz) mi?
Sezaryen oldum ama açıkçası çok güzel geçti. İlk günden itibaren ayaklandığım için Ege’yi emzirdim, altını değiştirdim, kucağımda pışpışladım… Annemle ablam yanımdaydılar. Onlar bana baktı, ben de bebeğime. İnsanın yardımcısı olunca lohusalık daha rahat geçiyor. Çok şanslıyım bu konuda.
Ege 15 Temmuz doğumlu. Yazın göbeği yani, İzmir’in en en sıcak olduğu zamanlar. Doktordan da aldığımız onayla bir pencere açık olmak kaydıyla sürekli klima açıktı bizim evde. Üzerine üflemediği sürece klimayı açın dedi doktor zaten, çünkü pişik ya da isilik olmaması gerekiyor dedi, biz de sözünü dinledik. O 45 derece sıcakta bebeği kat kat kıyafetler, çoraplar battaniyelerle boğmadık açıkçası. Bu konuda annem dahil olmak üzere çevredeki büyüklerden gelen tüm baskılara direndim.  Bir çıtçıtlı badi ile geçirdi günlerini Ege.

Ege, bildiğim kadarıyla gündüzleri bakıcı ablasıyla beraber ve gayet de iyi anlaşıyorlar. Bakıcı konusunda karar vermek zor oldu mu? Bakıcı ablayı seçerken nelere dikkat etmiştin?
Evet doğrusu o süreç çok zordu. Ben tüm analık izinlerini birleştirip toplu kullandım, üzerine biriktirdiğim yıllık izinlerimi aldım ve 6 ay Ege’nin yanında olabildim. Şirketimizde ücretsiz izne pek sıcak bakmıyorlar açıkçası. Sonuçta özel sektör. O yüzden kalabileceğimin en fazlasını kaldım oğlumun yanında. Ama mecburen ayrılık günü gelecekti. Ben yokken bebeğime benim kadar iyi kimse bakamaz bunu biliyorum ama yine de ona gözü gibi bakacak, benim isteklerimi uygulayacak birini aradım. Kriterlerim arasında hareketli biri olması ilk sıradaydı, çünkü bugünlerin geleceğini biliyordum, Ege şu anda bir saniye durmuyor sürekli yürütülmek istiyor ve biz de o uyanık olduğu süre boyunca onun peşinden ayrılamıyoruz. “Ay belim, yok sırtım, aman fıtığım” demeyecek, şişman ve yaşlı olmayan biri lazım bu kadar küçük bebeğe bakmak için.Bebeklerin gelişimi oyunla oluyor, sürekli oyun oynatabilecek, yaratıcı ve bundan sıkılmayacak biri lazım. Bir de “ben kaç çocuk büyüttüm biliyon mu sen, ohoo sen gelirken biz dönüyodukçocuk öyle değil böyle büyütülür” ukalalığı yapmayacak birini istedim. Yaşı büyük olan ve çok deneyimli bakıcılarda böyle bir sorun olabiliyor maalesef genelde. Neyseki karşıma tam da istediğim gibi biri çıktı, bakıcımız 27 yaşında, taze evli, çocukları çook seven bir abla. Ege’yi kendi çocuğu gibi seviyor. Ben ne istersem, ne dersem tamam diyor ve istediğim gibi yapıyor. Telefonda anında mesajlaşma uygulamalarının birinden sık sık yazışıyoruz her gelişmeyi bana haber veriyor. Ege bütün gün ne zaman ne yapıyor biliyor oluyorum. Ayrıca fotoğrafını veya videosunu da çekip gönderiyor. Benim de içim rahat ediyor.

- En sevdiğim yönlerinden biri de gayet sağlıklı beslenmen. Ege doğduktan sonra mı daha dikkatli oldun besin seçimi konusunda?
Teşekkür ederim JAslında ben kendimi bildim bileli sağlıklı beslenme konusunda dikkat ederim. Annem hipertansiyon  hastası olduğundan bizim evde yemekler hep sağlıklı pişerdi. Ben de 5 yaşından beri alerjik sinüzit ve rinit hastasıyım. Alerjim olan besin ise ne biliyor musun, katkı maddeleri! Çocukken bir sakız bile çiğneyemedim o yüzden. Kaldı ki şeker, çikolata, hazır bisküvi, cips, kola hatta pamuk şeker! Bir çocuk için çok zor dayanması ama bu sebeple mecburen sağlıklı gıdalar yemiş oldum çocukluktan beri.
Ege’ye hamile olduğumu anladığım anda da zaten dikkat ettiğim beslenmeme daha çok dikkat eder oldum. Yani tabii ki çok katı değilim hiçbir zaman, arada benim de kola içtiğim çikolata yediğim oluyor, veya hazır kızarmış tavuk  ya da kızartma yapabiliyorum evde. Ama mesela en son ne zaman cips yedim hiç hatırlamıyorum. Kendimi zorlayarak yapmıyorum ama bunu, sağlıksız olduğunu öğrendiğim bişeyden tiksinme geliyor, canım istemiyor yemeyi-içmeyi. Mesela çok ilginç, gebelikten önce her kadın gibi en sevdiğim şeylerden biriydi xxtella yemek falan, ama gebelikte çikolatadan bile midem bulanıyordu, 9 aydan fazla çikolata yiyemedim.
Benim düşüncem, eğer bir şeyi evde yapabiliyorsam neden katkı maddeli olarak dışardan alayım? Bu mottoyla yaşıyoruz karı-koca.

Katı gıdaya geçiş maceranız nasıl olmuştu? Bizimle birkaç minik tarif paylaşır mısın?
Katı gıdaya yoğurtla başladık. Ege zaten bizim elimizde gördüğü her şeye sarkıyordu, illa alıp ağzına götürmek istiyordu. Bunu bilinçli yapmıyordu elbette, sadece diş kaşımak için ya da refleksten. Ama yine de altıncı aydan önce hiçbir şey vermedim, sonra da hep onun yiyebileceği, vücuduna uygun gıdaları verdim, yoğurt, sebze ve meyve püreleri gibi. Kimi anneler kendi yemeklerine ekmek banıp veriyorlar ama ben bunu doğru bulmuyorum. Özellikle 1 yaşından önce böbrekleri henüz tamamen gelişimlerini tamamlamadığı için tuzla tanışması sakıncalı. Bizim yemeklerimizde de tuz, salça, bebeğin bünyesinin kaldıramayacağı ne varsa mevcut. Tabii her anne kendi bebeği için doğru kararı kendi verir. Bu benim tercihim.
Mesela ilk zamanlarında Ege’ye sıkça yaptığım bir tarif, havuç, patates ve balkabağını az bulgurla çok az suda pişirdikten sonra tel süzgeçten geçirip 1 tatlı kaşığı has zeytinyağı ekleyerek veriyordum. Turuncu çorba diyordum buna, kıvamı bayağı katı olacak ama, çorba gibi olmasın ki boşuna minik midesi suyla dolmasın dimi?

Uyku eğitimi verdin mi?
Ağlatarak vermedim ama Ege hazır olduğunda yumuşak formüllerle bunu başardık. Aslına bakarsan ben kıyamıyordum eğitim vermeye, Ege kucağımda, emzirirken uyuyordu hep. Bu da benim çook hoşuma gidiyordu. “Daha ne kadar böyle uyuyacak ki?” diye düşünüp erteliyordum eğitim işini (şimdi iyi ki öyle düşünmüşüm diyorum). Ama bir gün Ege emerken uyumadı. Kucağımda pışpışladım, ayakta dolaştım, salladım uyumadı. 1 saat uğraştım. Sonunda yıldım ve yatağına bırakıp odasından çıktım. Açlıktan gözüm dönmüştü, biraz yemek yedim, döndüğümde uyumuştu. Kendi kendine uyuma macerası böyle başladı. Sonrasında da Uyku Meleği’nin kitabını okumuştum, oradaki kuralları yumuşatarak ve Ege’ye ve bana uyarlayarak uyguladım. Ege neredeyse 3 aydır kendi kendine uyuyor.

- Hem iş hem ev hem bebek J Kendine vakit ayırabiliyor musun?
Gerçekten zor bir kombinasyon. Hele de benim gibi sabah 7 akşam 7 çalışanlar için. Şehir değiştiriyorum, o yüzden ha deyince 1 saatlik falan izin alamıyorum. Ya yarım gün/tam gün, ya da hiç. Bu da beni zorluyor. İşim çok yoğun ve stresli. Ama Ege doğduğundan beri kendime işi ve insanları daha az dert etmeye başladım. Stres olmuyorum desem yalan olur ama daha az stres olmaya başladım. Çünkü artık biliyorum, hayatta en önemli şey bebeğim ve sağlığımız. Kalan herşey geçici.
Eve gelince Ege uyuyana kadar tek işim o. Oyun oynuyoruz, yürüyoruz. Yaz geldiğinden beri hava geç karardığı için erken uyumak istemiyor genelde dokuzu buluyor uyuması. O yüzden çoğu akşam dışarı çıkıyoruz. Ya sahile gidip köpeklerle oynuyoruz, ya da parka gidip salıncak ve kaydırakta oynuyoruz, bazen de arkadaş edinmeye çalışıyoruz.
Eve dönünce yemeğini yediriyorum ve banyo günüyse yıkıyorum. Ege su dolu küvette oynamaya bayılıyor. Bir süre kendi kendine oynaması için bırakıyorum. Çırpınıyor etrafa su sıçratıyor ve bundan çok keyif alıyor. Sonra kurulayıp kremleyip yatırıyorum. Genelde 21.00-21.30’u buluyor bunlar. O saatten sonra yemek yiyorum (işte sağlıksız yaptığım bir şey J ) Açıkçası blog yazmaya bile çok zor zaman buluyorum. Ertesi günün yemeği, Ege’ye yoğurt-kefir yapılması gerekiyorsa onlar, ekmeği, bisküvisi bitmişse onlar (genelde bunları çok yapıp buzluğa atıyorum 1 hafta-10 gün yetiyor) derken koltuğa oturur oturmaz sızıyorum. E haftasonu da Ege’yle dolu dolu geçtiği için kendime pek zaman ayıramıyorum. Ama şu sıralar şikayetçi değilim, nasıl olsa bu da bir dönem, Ege büyüyünce bugünleri özleyeceğim. O zaman o arkadaşlarıyla oynamak isteyip beni istemediğinde ben de kendime bolca vakit ayırabilirim diye düşünüyorum.

Çalışmıyor olmayı tercih eder miydin?
Bu soruya kesinlikle evet diye cevap vereceğim. Eğer yarım gün çalıştığım ya da evime en fazla 20 dk’lık veya tek vesaitle ulaşabileceğim kadar yakın bir işte çalışıyor olsaydım çalışmak isterdim. Ama evden 12 saat ayrı ve çok uzakta olmak hem fiziken hem mental olarak çok yoruyor beni. Ne kadar değer? Bilemiyorum. Sırf maddi sebeplerden ötürü çalışıyorum açıkçası. Ege’ye daha iyi bir gelecek sunabilmek adına.

Annelik konusunda en çok hangi konularda zorlandın?
Aslında öyle “ööffpöff” dediğim pek bir şey olmadı. Çünkü bu yaşıma kadar örnek aldığım anneleri çok iyi gözlemlemiştim ve bir gün anne olursam başıma nelerin geleceğini çok iyi biliyordum (emzirme, yaralar, uykusuzluk, kolik işkencesi, yemek yedirememe vs daha neler neler). Bir de kendimi bildim bileli çocukları çook ama çok severim, uzaktan sevmek değil ama, yeğenime, kuzenime çok bakmışlığım vardır. Saatlerce oyun oynamaktan sıkılmam.
Bu sorunun cevabı belki de ne kadar hazırlıklı olduğunla alakalı. Gebelikte bulduğum pek çok kaynağı okudum, uzman görüşlerini, makaleleri, anne tecrübelerini yani blogları, kim neler yaşamış neler yapmış, başımıza öyle bir şey gelirse ne yapabiliriz gibi pek çok şeyi hatmettim. Daha Ege doğmadan mesela kolik nedir, neler yapılabilir, nasıl başa çıkılır, ne aşamaya kadar gaz sancısıdır nereden sonra kolik denir falan biliyordum. Gece saat başı uyanmayı beklediğimden 2 saat uyursam hoşuma gidiyordu aferin oğluma annesini tam 2 saat kesintisiz uyuttu diye seviniyordum.
En zorlandığım konu deyince aklıma 11 aydır bilfiil uğraştığım şey geliyor, o da anne sütü. İlk günden beri emdi Ege çok şükür ama benim sütüm çok azdı damla damla geliyordu ve yetmedi. O sütü artırmak için nasıl uğraştığımı bir ben bilirim bir Allah. Kanallarım sanırım yapısal olarak çok dar, tam 8 kere süt kanalları tıkanması yaşadım çok acılıydı ama neyseki hiç biri mastit aşamasına gelmedi, Ege’nin emmesi ve çokça sağmam kanalları açtı hep. Ege 11 aylıktı ben hala süt artırıcı besinler yiyor içiyordum her gün 3-4 litre su içiyordum, sürekli aklım sütümdeydi. Bebeğime yetebilecek miyim endişesi, belki de en çok yoran.

İzmir; çocuk büyütmek için gayet uygun/ferah bir yere benziyor. Ev dışında ne gibi aktiviteleriniz oluyor Ege’yle?
Daha “çocuk” aşamasına gelemediğimiz için bilemiyorum, aktiviteler açısından ne durumda İzmir. Şimdilik diğer şehirlerden sadece havanın yaz-kış güzel olması konusunda bir farkı olmadı. Ama tabii ki bu da yadsınamaz bir güzellik çünkü Ege çok az hasta oldu havalar iyi olduğu için.
Kış boyunca hafta içi hep evde olduğu için haftasonu mutlaka dışarı çıkardık Ege’yi. Hiç avm’ye kapalı ve kalabalık alanlara götürmedim açıkçası. Hep sahilde gezdik, Foça’ya, İnciraltı’na gittik ya da akrabalara ziyaretlere gittik. Şimdilerde ise haftaiçi akşamları da mutlaka sahile ya da parka çıkıyoruz az önce dediğim gibi. Güzel bir sandalet aldık Ege’ye, artık çimenlerde kendisi yürümek istiyor çünkü.

Anne adaylarına neler tavsiye edersin?
İnsan başına neler geleceğini bilince, hazırlıklı olunca hem daha az korkuyor, hem de bildiği için kendine daha çok güveniyor, güvenli olunca daha soğukkanlı oluyor ve daha rahat çözümler bulabiliyor. Lohusalık sendromunu böylece daha kolay atlatabiliyor. Mesela ben lohusalık sendromunda yaşanan hissiyatın bir hormondan ileri geldiğini okuduğumda çok şaşırmış, bunu az da olsa azaltabilmenin yolunun “balık yemekten” geçtiğini öğrendiğimden lohusalıkta sık sık balık yemiştim. Etkisi oldu mu olmadı mı bilmiyorum ama en azından psikolojik olarak “balık yedim, kendimi iyi hissedeceğim” diye şartlanmışımdır, o yüzden de iyi hissetmiş olabilirim. Sebebi önemli değil ama bunu bilmek bile rahatlatmıştı beni.
O yüzden gebelikte çok okusunlar, çevrelerindeki arkadaşlarından dinlesinler, annelerine sorsunlar, artık kime neye ulaşabiliyorlarsa. Ama birden çok kaynağa ulaşsınlar. Ben öyle çok rahat ettim. O yüzden bunu tavsiye edebilirim.
Çok teşekkür ederim benim gibi geveze bir anneyi bloğunda ağırladığın için J

Aaaa ben teşekkür ederim asıl :) Keşke imkan olsa ve bu sohbetleri yüzyüze yapabilsek :) Ama yine de bu haliyle bile çok mutlu oldum. Bu röportajda da en çok "an'ı yaşayalım, nasılsa bugünleri bir daha yaşayamayacağız" felsefesini çok sevdim.
* Kim bilir belki bir sonraki röportajda minik bir balık olur :)

Devamını oku »

17 Temmuz 2014 Perşembe

Anne(lik) Sohbetleri : Şaziye(morkalemlik) & Barbaros Kaan :)

Şaziye-mor kalemlik- benim bir süredir sosyal medyadan(blogundan ve instagram hesabından) takip ettiğim tatlı mı tatlı bir anne. Çokça kitap okuması ve çektiği fotoğraflar/kompozisyonu bende hep merak uyandırmıştı. İkinci sohbeti onunla yapmak istedim. Oldukça samimi olarak verdiği yanıtlar için çok teşekkür ederim ve dayanamayıp -evet bebekler öpülmez ama- Barbaros'a koooocaman bir öpücük göndereyim :)


Öncelikle, anne olma maceran/hikayen nasıl başladı?
Hiç beklemediğim bir anda testte çift çubuk görüp şok olmamla başladı aslında. Bir çocuğum olmalı mı olmamalı mı bunun kesin kararını verememiştim üstelik. Anne-bebek  bloglarına rast gelip biraz okuduğumda özenirdim sorgulardım kendimi o kadar. Sürpriz bir hamilelik olmasaydı karar veremezdim, çünkü dünyanın iyi bir yer olmadığını düşünüyorum çoğu kez. Yani yaşamadığımızı hayatta kalmaya çalıştığımızı savunurum hep. Bir çocuğum olursa benim gibi yaşamasını istemezdim. Haftanın altı günü çalış, eve yorgun gel, sabah dinlenmeden hop yine iş, hayat bu olmamalı. İnsanın hayal kurmaya bile mecali olmuyor.

Kısaca doğum hikayeni anlatır mısın?
Yukarıda bahsettiğim sebepten ben hamileliğimi de hamile gibi yaşamadım. Tüm hamilelik boyunca bir canlı doğuracağımı aklım, mantığım, duygum almadı. Bu gerçek. Hiçbir şey hissedemedim. Bu arada ben dört yıldır falan depresyon hastasıyım(kaygı, duygu bozukluğu ) Dolayısıyla hamileliğimde ilaç kullanamadığım için depresyonum da beni çok zorladı. Bir canlı hayata getirecek olmayı düşündükçe kafayı yiyordum, onun başına gelme ihtimali olan şeyler, yaşayacağı her kötü şeyin benim onu doğurma kararımın bir sonucu olduğunu düşünmek. Kendimi bu yüzden çok suçladım. Çok ağladım bir çok şeye, yok yere. Evet tüm hamileler duygu dalgalanmaları yaşıyor ama benimkisi depresyon kaynaklı idi tüm kötü duyguları uçlarda yaşıyor ve hissediyordum. pozitif düşünmek gibi, kendini başka şeylere yönlendirmek gibi şeylerle geçmiyordu. İlaç almalıydım ki sağlıklı bir insan gibi düşüneyim bu da mümkün değildi.  Bunun aksine vücudum da hiç bu kadar dinç olmamıştı, hayatımda uykumu iyi almış olarak daha önce hiç kalkmamıştım. Depresyon harici hiç sağlık sorunu yaşamadım midem bile bulanmadı diyebilirim.
Doğum hikayeme gelirsek;
Benim hikayem Barbaros’u kucağıma almamla başladı. Çünkü ancak onu kanlı canlı görmek beni buna inandırdı. Gerçekti ve sağlıklı idi. Gördüğümde hüngür hüngür ağladım, neden bilmiyorum kendimi tutamadım ve bir süre durduramadım.  Canlıydı, gerçekti, çaresizdi ve ben ne yapacaktım?  Ben aldığım sorumlulukları gözümde çok büyütürüm ve insanoğlunun bu dünyadaki alabileceği en büyük sorumluluktu bir çocuk. Ben bu kadar korkak iken buna nasıl cesaret edebilmiştim. Ona ne verebilirdim.

İlk günler nasıldı; yanında birileri var mıydı?
Olmaz mı? Doğum öncesi bile kendi annem vardı. Doğum sonrası buna kayınvalidem de eklendi. Türk ailesi olur da 40 ı çıkana kadar bırakırlar mı lohusayı. Neyse ki benim kırkımı beklemediler. J Şimdiki aklım olsa asla kimseyi istemem yanımda, eşime yıllık iznini, olmadı ücretsiz izin aldırırdım. Ki ben depresyonluydum ve daha ilk günlerde bir atak geçirdim. Yataktan kalkamadım, bebeğimle ilgilenemedim; çünkü görmek sesini duymak istemedim. Ve maalesef beyin kimyasının duygu ve düşünceleri etkilediğini, bedene de vurduğunu büyüklere anlatmaya çalıştık dilimiz döndüğünce ama maalesef pek anladıklarını söyleyemem. Tabi bu bize  külfet olarak geri döndü. Haaa bir de eşim ; gerçek lohusa depresyonuna o girdi işte , çocuğu pek elletmek istemedi, büyüklerin yapmak istediklerine tüm yüksek sesiyle karşı geldi, sürekli eleştirdi. Haklıydı ama J “Sarı ört sarılık olmasın”lar “giydir bebeği üşüyordur”lar(ev 25C) kısacası evde gelenek ve bilimsel veriler savaş halindeydi ve ben kimseyle değil kendimle uğraşıyordum.
Barbaros Kaan çok güçlü bir isim. Ailede denizci mi var yoksa J
Ailede denizci yok ama deniz aşığı, yelkenli ile dünya turuna çıkmayı hayal eden bir eşim var dolayısıyla Barbaros ismini o koydu.

Barbarosu kucağına ilk aldığında neler hissettin?
Bu soruyu yukarıda açıklamış bulundum, ama kısaca çaresiz, güçsüz hissettim, onu dünyaya getirmek ile ona en büyük kötülüğü yaptığımı düşünmüştüm. Hüngür hüngür de bir süre ağladım.

Bir gününüz nasıl geçiyor?
Sabah baba işe giderken kalkıyoruz genelde, o gittikten sonra kahvaltı yapıyoruz, balkona çıkıyoruz, oyuncakları ile neredeyse hiç oynamıyor, tencere, tava, kepçe, mandal vb.gibi ev eşyaları ile vakit geçiriyor. Kaptan kaba bir şeyler aktarıyor bazen, kitaplardaki resimleri parmağı ile gösteriyor,ismini söylüyorum, konuşmaya çalışıyorum. Parka çıkmaya çalışıyoruz her gün. Yemek, uyku, bir şeylerle oyalanma şeklinde devrediyor genelde.
“annelik baki” yazından çok etkilenmiştim ben. Annelik sahiden de çalışma hayatının önünde olmalı mı sence? (doğru mu anlamışım)
Aslında bu ne için ve hangi duygu ile çalıştığına bağlı biraz insanın. Sizi çok tatmin eden, severek çalıştığınız, topluma faydalı olduğunuz bir işiniz vardır, işinizden vazgeçmekte zorlanırsınız. Ama şükür ki, ben böyle bir zor karar vermek zorunda kalmadım. İşimi ve mesleğimi sevmiyordum yaptığım işi de en donanımsız insan bile kısa sürede öğrenir ve yapardı. Benim işten çıkmam toplum için bir kayıp olmadı. Haa öyle bir işte çalışsaydım da benim kararım yine işten çıkmak olurdu, çünkü açık olmam gerekirse ailelerimiz dahil çocuk yetiştirme konusunda güvenebileceğimiz insan yoktu.  Bundan maalesef 40 içinde emin olduk. Çünkü bizim doğrularımıza saygı göstermekten ise kendi doğrularını bize kabul ettirmeye çalıştılar ve onlara emanet ettiğimizde bizim istediğimiz gibi değil kendi doğruları ile yetiştireceklerdi. Güvenen işine devam eder ve bunda bir sakınca görmeyebilir. Her ailenin dinamikleri farklı dolayısıyla kararları da.

Barbaros büyüdükçe birlikte geçirdiğiniz zamanda/yaptığınız aktivitelerde ne gibi değişiklikler oldu?
Geçmiş zamanı unuttum desem, kucağımda bol bol gezdirdiğimi hatırlıyorum bir yerde durmuyordu ve etrafı tanıtmaya çalıştığımı, bazen de nadirdir kendi okuduğum kitabı sesli okurdum sakin durursa.
Katı gıdaya geçiş sanırım biraz gerilerde kaldı. O süreç nasıldı, hatırlıyor musun?
Meyve ve yoğurtta pek sıkıntı yoktu da kahvaltı bulamacı, çorba ve hele de o sebze püresinde zorlanmıştık. Yılmadan teklif edilmeli belli aralıklarla bu hafta yemezse haftaya hepsini bitirebiliyor. Bir yaşından sonra daha kolay oldu, şimdi sebze hariç her şeyi yiyor ve iştahlı.

Uyku eğitimi verdin mi?
Verdim diyebilirim; o da şöyle aylarına göre uyanık kalma istatistikleri var, o zaman dilimlerine dikkat ettim, kaçta uyandığına baktım, 1.5 saat uyanık kalma süresi varsa süresi dolunca uyutmaya götürdüm, kucağımda salladım, ağladığı da oluyordu, direndiği de ama kısa sürede uyuyordu. Bir rutinimiz vardı kısacası, hemen hemen hep aynı saatlerde uyuyordu çünkü ama itirazsız uykular yedi- dokuz ay arası düzene girdi tamamen. Şimdi şimdi yine gündüz uykularına direnç göstermeye başladı (17 aylık) 9 aydan itibaren sallamıyorum birlikte sarılıp yatıyoruz. Geceleri de bizimle uyuyor.

 Çok okuyan/araştıran bir annesin. Bebek bakımıyla ilgili tavsiye ettiğin kitaplar neler?
Okuduklarım arasında beni en çok etkileyen Adem Güneş’in Doğal Ebeveynlik kitabı oldu, Tracy hogg ‘dan faydalandım, Harika Çocuk Nasıl Yetiştirilir ilk aklıma gelenler, çocuk gelişim kitaplarını açıkçası birkaç aydır el attım onun haricinde Bebeğinizin İlk Yılında Sizi Neler Bekler kitabı hep elimin altında idi gerek gördükçe baktım, başım sıkıştıkça da.

Kahveli/kitaplı fotoğraf kompozisyonunu ne zaman görsem çok mutlu oluyorum. (kendim o keyfi yaşıyormuşum gibi oluyorumJ )Kitap okumaya nasıl vakit ayırıyorsun demeyeceğim;çünkü insan istediği zaman vakti kendisi yaratabiliyor. Peki okuma rutinin var mı? Notlar, müzik vs?
Gündüzleri oğlumla birlikte uyuduğumdan genellikle, geceleri geç saatlere kadar takılıyorum, genelde okuduğum saatler oluyor bunlar. Rutinim Kitabın yanında kalem, kağıt, veya defter olmazsa olmaz, mutlaka da kahve. Not almayı çok severim, plan yapmayı, romanlarda bile karakterleri, bağlantılarını yazarım mutlaka bir kağıda.

Çok eğlenceli bir ajandan var sanırım. Burayı günlük gibi mi kullanıyorsun? (scrapbooking sanırım adı) malzemelerini nereden alıyorsun?
Ajandalarım var evet farklı amaçlara hizmet eden, scrapbooking denemelerim de oldu ama hiç birinde süreklilik arz eden olmadı, düzenli ve istikrarlı değilimdir pek. Heves ederim hevesim geçince ara verir aklıma gelince devam ederim. Desenli kağıtları internette free printable olanlarından faydalanıyorum ve pinretestten.

Barbarosla beraber neler okuyorsunuz?
Genellikle tubitak kitaplarını, meraklı minik dergisini,  adımadım setinin aktivite kitaplarını… maalesef artık okumama izin vermiyor, sürekli parmağıyla resimleri gösterip ııhh! Diyor. Ve sürekli sayfa çeviriyor. Resimlerle ilgili konuşuyoruz diyebilirim.

Annelikte en çok hangi konularda zorlandın?
İlk üç ay zorlandım çok, gazdan ağlaması, canının yandığını görüp çaresiz kalmak, bölük-börçük uykuları. Ama ben onun hayatımda olmasından çok zorlandım, bencil bir insanım ben alanıma girildiğinde rahatsız olanlardanım, onun da tüm vaktimi alıp beni alt üst etmesi zorladı beni. Keyfimden vazgeçip kendimi unutmam, kendimi anneliğe alıştırmam, durumu kabul etmem 6-7 ayımı aldı. Artık kendime zaman ayıramadığımda, yapamadığım işler olduğunda gerilmiyorum.
Unutmadan değinmek istediğim bir nokta; Ben oğlumu sadece birkaç gün emzirebildim ve maalesef formül süt(mama) ile beslenmek zorunda kaldım. Bu beni en çok üzen konudur, her çocuk anne sütünü hak eder, maalesef benim oğlum bu konuda şanssızdı, başka seçeneğim olmamasına rağmen bu bende büyük bir vicdan azabıdır. Sağlık problemimden dolayı ilaca başlamam ile sütü kesmem gerekti. Bu da beni inanılmaz üzdü, ama mutlu bir annenin formül sütten daha fazla fayda getireceğine inandığımızdan böyle bir seçim yapmak zorunda kaldık. Eşim de bu konuda benim yanımda olmuştur ki çok zor bir karardı.

Anne adaylarına neler tavsiye edersin?
Çok iyi düşünün derim, hayatınızı çocuğunuza göre doğmadan düzenleyin derim, mümkünse yeni doğanla birkaç gün geçirin derim. Hayalleriniz varsa bunu çocuk doğurmadan gerçekleştirin derim en azından deneyin derim.
Sonra da bunları yapamasanız bile siz o çocuğu doğurduğunuzda çok mutlu olacaksınız ve ona bu dünyadaki herkesten daha çok sevecekseniz derim. Artık siz eski siz olmayacaksınız ve kalbiniz, canınız kendi bedeninizde değil başka bir bedende var alacak derim.

O tavsiyelere ben de katılıyorum :) Samimi röportajın için de ayrıca teşekkür ederim. Dayanamayıp Barbarosu bir kere de öpeceğim yalnız :))
** Bir sonraki röportaj da sanki gazete haberleri mi var ne :)



Devamını oku »

13 Temmuz 2014 Pazar

Anne(lik) Sohbetleri: Elif & Ahmet Yasir :)

Annelik çok heyecanlı bir macera. Bazen yokuşlar bazen de inişler var. Ama en güzeli de her gün öğrenecek yepyeni şeylerin olması. Loğusalık döneminde "yalnızım dostlarım, yalnızım yalnız" dediğimde aslında hiç de öyle olmadığımı fark ettim. "Ben yapamıyorum, en acemi anne benim" dediğimde de benim kadar acemi anneler olduğunu gördüm. "Sudan çıkmış bir balık"tım belki ama suyun dışında da yaşayabiliyordum. İşte bunlar hep çevremde iyi niyetli, kendisiyle barışık annelerin desteğiyle oldu aslında. Bazılarıyla hiç tanışmadım, bazıları da "anne olunca" hayatıma girdi. Kısacası bir anda fark ettim ki etrafımda bir dolu güzel yürekli, bazen yorgun ama çokça mutlu bir anne- arkadaşım olmuş :) Sohbet etmek istedim onlarla; annelik üzerine. İşte bu kategori de öyle oluştu. İmkanım oldukça yepyeni hikayeler eklemek istiyorum buraya.

Bunlardan ilki de; Elif ve Ahmet Yasir'in (6,5 aylık) hikayesi. Elif, benim uzun yıllardır tanıdığım ama anne olunca çokça dost olduğumuz, annelik tarzını çok sevdiğim bir insan. Ve Elif'in 40'ında o harika mektubu yazan kişi. Ahmet Yasir de maşallah diyeyim tanıdığım en güleç, en pozitif bebeklerden biri.
(İlk sırada ona yer vermem tamamen tesadüf; isminin güzelliğiyle bir ilgisi yok :)

Annelik maceran ne zaman basladı?
Öncelikle blogunda beni konuk ettiğin ve yasadığım bu çok özel anları paylaşmama vesile olduğun için çok teşekkür ederim. Annelik macerama gelince 5 yıllık gezme tozma, savrulan hayatlarımızı toparlama  ve aynı düzlemde yaşamaya (işimden dolayı 1.5 yıl ayrı şehirlerde yaşadık sonra 1 yıl da aynı şehrin başka ilçelerinde git geller)  başladıktan sonra artık bir bebeğimiz olsa deyip kararlar aldıktan sonraki  ay aslında hiç beklemezken bir çift çizgi haberi aldık 5 Mayıs 2013'te. Herkes gibi inanamadım damdan düşmüştüm sanki ben nasıl iyi bir anne olabilirdim hatta ben nasıl bir anne olabilirdim gözyaşı sevinç endişe tabi ki salya sümük ağlamaya başlamıştım. Unutamayacağım anların başlangıcıdır o gün.

Kısaca doğum hikayeni anlatabilir misin?
Normal yaşamda da kokulara çok duyarlıyımdır ve midem çabuk bulanır. Sanırım onun da etkisi  ile hamileliğimin ilk 12 haftası çalkantılı bulantılı geçti. Bir de migren atakları, zorlandım biraz. Sonrası oldukça rahattı. Toplamda 11 kilo alıp çok ağırlaşmadığımdan son ana kadar günlük işlerimi yapıp atom karınca gibi dolandım etrafta. 38. haftada rutin kontrolümüze gittiğimizde doktorumuz suyumun azaldığını ve bu hafta dolmadan bebeğimizin  kucağımızda olacağını söyledi. Sevinsem mi üzülsem mi bilemedim ama ben bir an önce doğmasını istiyordum. Bebeğin kilosu normaldi, karnım da aşağı inmişti, normal doğum yapabilirdim ama sancı yoktu o yüzden suni sancı verilecekti. Hastaneye yatışım yapıldıktan sonra suni sancı verildi sabahtan akşama kadar ama ben de hiç sancı yoktu. Akşam olunca dinlenmem için ara verildi. Sabaha karşı yeniden başlanacaktı sancıya. Ama gece yarısından sonra benim doğal sancılarım başladı fakat bir gün önce verilen suni sancı ben de mide bulantısı yapmıştı:)) Ben normal sancı yerine mide bulantısı ve kusma tepkisi veriyordum ne komik dimi:) Yani 12 saatin ardından öğlen 12'de Ahmet Yasir'im kucağımdaydı. 


Ahmet Yasir'i ilk gördügünde neler hissettin? Hayalindeki bebek miydi ;)
Ben hamile olduğumu öğrenmeden birkaç gün önce kucağımda bir bebek görmüştüm daha sonra hamileliğim sırasında aynı bebeği bir kere daha gördüm ve daha sonra Ahmet Yasir'i ilk kucağıma aldığımda "a  işte bu" dedim birkaç küçük değişiklikle tabi:) Oğlumu ilk gördüğüm an ve ilk defa duyduğum o koku, ilk duyduğum o sesi hafızamda o kadar canlı yer tutuyor ki, bin yıl geçse yine unutmam gibi geliyor. Yaşayanlar bilir o anki hisler gerçekten tarifi zor cümlelerin kifayetsiz kaldığı anlar. Hayatımdaki en mutlu an desem sanırım abartmış olmam.

İlk günler nasıl geçti; yanında kimler vardi?
İlk günler uyku ve dinlenme açısından tabi ki zorlandım. Ama Ahmet Yasir, Tracy ablanın tabiriyle "kitap bebek" olduğu için sanırım biraz şanslıyım. Bizi hiç yormadı, ilk günler yanımda annem ve eşimin annesi vardı. Daha sonra da dönüşümlü 40 gün yanımdaydılar. Annem 5 çocuk büyüttüğü için pek zorlanmadım. Onun tecrübeleri ve kendi hislerime güvenerek eşimin de çok büyük desteği ile mutlu mutlu atlattık o günleri:)

Hangi konularda zorlandın?
İlk gün emzirme konusunda zorlanmıştım ama en çok zorlandığım anlar etrafımı (hislerime  ve de okuduğum kitaplardan öğrendiğim şeylere güvenerek ) bebeğimin doyduğunu ikna etmeye çalışmam olmuştu. Bence annelik bilgi ve içgüdü toplamı bir şey. Bebeğini en iyi annesi tanır. Bir de tabi her ne kadar kitap bebek de olsa 1.5 saatte bir uyanmak başlarda çok yorucuydu. Sonra insan alışıyor ve geçici olduğunu bilmek insana güç veriyor.

"Anne olunca anladım" dediğin neler var?
İlk defa,  doğum sancısı çekip minik yavrumu kucağıma alınca anne seni simdi anladım demiştim ve odaya çıkar çıkmaz annemin elini öpüp; "anne sen de mi bizi böyle doğurdun" demiştim :)))

Ek gıdaya başladınız mı? Neler yapıyorsun?
Evet ek gıdaya başladık. Ben buna bir serüven adını verdim.Bence çok eğlenceli bir dönem ek gıdaya geçiş süreci. Ben etrafıma kulak tıkayıp 6 aydan önce anne sütünden başka bir şey vermedim (4.5 aylıktan sonra sütüm biraz azaldığı için bir öğün mama vermeye başladım). 6. ayında ilk defa yoğurtla başladık. Küçük kavanozlara organik sütle günlük mayalıyorum. Tracy ablanın yöntemlerini kullanıyorum aklıma yattığı için . Önceleri 3 gün kuralını uyguladım (ayni besini 3 gün üst üste verip alerjisi var mı diye saptayabilmek için). Yoğurttan sonra elma, muz, şeftali vermeye basladım. Dün de ilk defa kemik sulu çorba verdim.

Uyku eğitimi vermeyi düşünüyor  musun?
Uyku eğitimi için Kim West, Ferber ve Tracy'nin yöntemlerini okudum fakat en aklıma yatan Tracy ablanın yöntemini kendimleştirmek oldu. biraz sentez diyeyim. yavaş yavaş başladım ama yaz ayı olduğu için evimiz oldukça hareketli bu ara o yüzden tam başarılı oldum denemez su an ama istikrarlı bir şekilde devam etmek istiyorum.

Anne olmadan önceki hayatına dair neleri özlüyorsun?
Aslına bakarsan anne olmadan önce ben ne yapardım diye düşünüyorum o kadar hayatımı doldurdu ve hayatımı ve beni o kadar anlamlaştırdı ki sanki ben hep anneydim öncesi yokmuş gibi hissediyorum. ama en özlediğim şey sabaha kadar kitap okumak ve sonra da istediğim saatte kalkmak. onun dışında pek bir şeyi özlemiyorum.

İşe dönmeyi düşünüyor musun? Ne zaman?
O zaman Ahmer Yasir'e kim bakacak?
Ahh ahh. Kanayan yaram bu işe dönüş konusu:(( Maalesef işe dönmek zorundayım. Eylülde işe başlayacağım. Benim de eşimin de ailesiyle aynı şehirde yaşamıyoruz. O yüzden mecburen bakıcı bakacak. 

Bir gününüz nasıl geçiyor?
Sabah kalkınca Ahmet Yasir'i beşiğinden alıp kendi yatağımızda biraz oyalıyorum, konuşuyoruz, ben rüyamı anlatıyorum ona. Sonra onun bakım olayları.  Öğleden önce oyun halısında vakit geçirmeyi seviyor ben de onunla birlikte yanına oturup oyun halısında aktivite yapıyorum. Uyku vakti geliyor. Uyandıktan sonra biraz yemek faslı sonra yürütece koyuyorum, ben de yanında tabi. Kitap okuyoruz akşam üzeri her gün olmasa da elimden geldiğince yapmaya çalışıyorum. Havanın durumuna bağlı olarak dışarı çıkıyoruz. Babasını karşılıyoruz sonra biraz babaya satış ve ben de işlerimi yapmaya çalışıyorum. Derken gece uykusu geliyor:)

Birlikte yapmaktan keyif aldığınız aktiviteler neler?
En sevdiğimiz şey onunla konuşup onu güldürmek:) oyun halısını çok seviyor hele ben oyuncakların arasından cee ee yapıyorsam daha bir çok eğleniyor. Bir de tabi ki yürüyüş:)

Yoksa orada "üç kedi bir dilek" mi görüyorum :)
İyi ki şöyle yapmışım" dediğin neler var?
Öncelikle iyi ki anne olmuşum diyorum. Allah isteyen herkese nasip etsin. 
İyi ki herkesin her dediğine uymadım diyorum. Bebeğe hazırlık listemi çok yerinde yapmışım diyorum iyi ki bebek bakımına yönelik kitaplar okumuşum, iyi ki ısrarla anne sütüne devam ediyorum, iyi ki oyun halısı almışım. 

Dışarıda nasıl vakit geçiriyorsunuz?
Ahmet Yasir ayı itibariyle sosyalleşme döneminde şu an dışarıyı çok seviyor. Parkta fıskiyenin yanına gidince çok sakinleşiyor. Dışarıda arabasıyla genelde yürüyüşe çıkıyoruz. Bazen oturunca o uyurken ben biraz kitap okuyorum:)

Anne adaylarına neler tavsiye edersin?
Benim naçizane bir anne olarak tavsiyem dışarıdan gelen boş seslere kulak tıkamayı öğrenmeleri. Herkesin annelik, bebek bakımı konusunda söyleyecek cümleleri var ama önemli olan tecrübesine ve bilgisine güvendiğin insanlardan tavsiye almak bence.Komik bir anı anlatmak istiyorum burada :)) Benim bebeğimden birkaç ay büyük olan  bir bebeğin annesi kendi bebişi daha 4 aylıkken ek gıdaya geçtiği için (herkesin yöntemi farklı tabi saygı duyarım)  benimkine çok geç kalmışsın bence Ahmet Yasir ek gıdaya geçemeyecek dedi:) Etrafınızda ek gıdaya ya da katı gıdaya geçemeyen hala püre yiyen bir yetişkin var mı :)))))))). Yani herkesin tabi ki bir yöntemi var ama benimki en iyi; seninki tu kaka diyen insanlara ben tahammül edemiyorum ve bu insanlardan uzak durmaya çalışıyorum. Annelik ta derinlerde bence herkes iç sesini dinlesin ve bilgiyle harmanlasın derim:)

Gerçekten katılıyorum. Etraftaki boş seslere kulak asmamak; kendine güvenmek lazım. 
Bu güzel sohbet için Elif sana ve Ahmet Yasir'e kocaman teşekkürler...
*Bir sonraki sohbet de pek yakında :) Sanki içinde allı morlu bir şeyler olacak gibi :))
Devamını oku »

11 Temmuz 2014 Cuma

Clementine :)

Hani bir kitap okursunuz ve kitaptaki karakter için "işte, bu benim" dersiniz.
Clementine benim için öyle oldu.
Aslında tam olarak "İşte; bu benim" diyemedim, çünkü benim çocukluğum -ne yazık ki- bu kadar afacan geçmedi.
Ama geçebilseydi eğer; bence ben de bir Clementine olurdum :)
Elifle kavuşmamızdan bir gün önce-tabii bunu bilmiyorduk- kitapçıda gezerken bir kitap almak istedim ama iki kitap arasında kararsız kaldım. Karabalık da "Clementine" daha hınzır duruyor; onu al dedi. Onu aldık. Lakin okuyamadım hemen. Meğerse ertesi gün doğuma girecekmişim :) Bir müddet sonra kitabı elime aldığımda "Hayalperest" etkisi yarattı ve ben kitabı bırakamadım. "Ne diyor ya bu afacan" derken kitabı bitirmiştim. Tadı damağımda kalmıştı ki diğer iki kitabın da siparişten gelmesini dört gözle bekledim. Neyse geldiler ama benim vaktim yok ki okumaya :/ Derken slingi keşfettik :) Ve ben slingde bebe uyuturken kitap okuyabilmeyi öğrendim. Yaşasın :) İkinci kitabı böyle bitirdim. Hala tadı damağımda. Derken Elif'i arabasına koyup dışarı çıkmaya başladık ve ben o uyurken kitap okuyabildim az da olsa. Üçüncü kitap da böyle bitti. Tadı hala damağımda... Ama serinin başka kitabı yok ne yazık ki. "Neden ama neden yok" diye söylendim durdum. 3 değil 13 hatta 23 kitaplık bir seri olmalıydı Clementine. O kadar çok sevdim ki onu. Belki bana yaşayamadığım, içimde kalan çocukluğumu hatırlattı bilmiyorum. Bittiğinde ağladım :) Çok üzüldüm bitmesine. Yoksa kitapta üzülecek bir şey yok hatta gayet esprili ve neşeli bir kitap.

Clementine-ki İngilizce mandalina demekmiş- 3. sınıfa giden, kıvırcık saçlı, minik bir erkek kardeşi olan, sivri şeyleri sevmeyen, kafası farklı çalışan bir kız. Hayal dünyası inanılmaz. Zorda olan birine yardım etmek istiyor ancak kendi yöntemleriyle :)  Bir de çok "empatikli" :) Annesi evden çalışan bir ressam babası ise apartman görevlisi. Dolayısıyla oldukça orta halli ancak inanılmaz mutlu bir ailenin afacan kızı. Kardeşinin adı "normal" olduğundan ona da sebze isimleriyle hitap ediyor. Hatta "kabak, fasülye" gibi şeylerden sıkılınca manava gidip değişik sebze isimlerini koluna not ediyor. Çünkü Clementine hatırlamak istediği her şeyi koluna yazıyor :) En yakın arkadaşı -temizlik hastası- Margaret ile aynı apartmanda oturuyorlar ama o 4. sınıfa gidiyor ve bazen Clementine'e büyüklük taslıyor. Abisi Mitchell ise tam bir beyzbol düşkünü. Clementine, Mitchell ile kesinlikle evlenmeyecek ama hani olur da biriyle evlenecek olursa Mitchell'i düşünebilir :)
Katılmak istemediği yetenek yarışmasına "vekilini" göndermek için Müdür Rice ile de pazarlık yapıyor. "Vekil öğretmen" olduğuna göre "vekil öğrenci" de olmalı değil mi :) Bir şey yaptırmak için kullandığı "yılan bakışlarını" da işe yaramadığında yüksek doza getirebiliyor :)
3. kitaptaki koluna yazdığı cümle de çok hoşuma gitti:
" BAZEN ÇÖZÜMÜ BULMAK İÇİN ÖNCE SORUNU ANLAMAN GEREKİR."
Kitabın çizimleri de bir harika; benim için günün mutluluk sebebi olan şu çizim gibi:
 Apartmandakilerle, öğretmeniyle, müdür Rice ile ve anne babasıyla olan diyalogları o kadar komik ki. Clementine'in kafası cidden bir başka çalışıyor. Tabii kitabın yazarı Sara Pennypacker'ı da burada takdir ettim açıkçası. Karakteri inanılmaz kuvvetli :)
Biliyorum önümde yeni kitaplar var ama ben yine de arada dayanamayıp Clementine okuyacağımı biliyorum.
* Kitapla ilgili daha detaylı bir yazıya buradan ulaşabilirsiniz.

HERKESE "CLEMENTİNE" TADINDA, KEYİFLİ HAFTA SONLARI :)

Devamını oku »

9 Temmuz 2014 Çarşamba

3. ay :)

Ay dönümlerini kaçırmadan yazabilmeyi çok istiyorum.
İkinci ayda yaşadıklarımızı az önce okudum ve güldüm; muhtemelen inş. 4. ayda da şimdi yazdıklarımı okuyup güleceğim. (bunu bilmek bile güzel)
Yalnız bu 3. aydan beklentim büyük; koliğin "aa o da neydi ki" seviyesinde geçmesini ümit ediyorum. Biliyorum biraz ütopik oldu ama :)
Bu ay -ben bebek olsam kesin üzerine kusardım- çocuk doktoru yine beni tavırlarıyla sinir etti. Adamın teknik bilgisi gayet iyi de sosyal yön sıfır hatta eksi. Ondan çıkıp doğum doktorumuza kapıdan uğradık; Elif'i o kadar çok sevdi ki. Keşke çocuk doktorumuz da o olsaydı dedik :)
Geçen aydan sonraki en güzel gelişmelerden biri sling ise diğeri de benim Elif'in arabasıyla dışarı çıkmaya alışmam oldu. Sadece sabahları çıkıyorduk aslında ama şimdi günde en az 2 kez çıkıyoruz. Sabah çıkışımız 9.30'u buluyor. Saatler/geziler vs. hepsi Elif'in durumuna bağlı. Mesela bu sabah tammm yatağında uyuyacak gibi yaptı. Bekledim, kanmadım. Baktım hakkaten uyuyor, kısacık işlerimi hallettim. (ilk ve en önemlisi tuvalet; bunu hiç atlamıyorum) derken ütüyü fişe taktım. Hani tamam "my time" diye bir şey var ama Tracy Ablanın haberi var mı acaba evdeki işlerin de yapılması gerektiğinden :) İşte o ara "anniii" diye bir ses. Bu ara böyle. Hani olur da annem beni başkasıyla karıştırıp yanıma gelmezse diye yapıyor sanırım. Bağırış şöyle "anniiiii" :) öğlen sıcağında da mecburen çıkıyoruz. Beni gören tanıyamıyor tabii. Yüzüme nerdeyse bembeyaz  olacak şekilde güneş kremini sürüyorum; kafamda kocaman şapka, bir de güneş gözlüğünü taktım mı. İnsanlar bu halde tatile/denize falan gidiyorlar değil mi :) Dışarıda da ağlamaya devam eden Elif apartmandaki komşuların dikkatini çektiği yetmezmiş gibi komşu apartmanlara da kendini tanıtmış durumda. İnsanlar bana "durmuyor heralde yine" bakışı atıyor, görüyorum. Bizim apartmandakiler zaten kolik olduğunu anladı/biliyor; neyse ki ses için şikayete gelen olmadı. Garibim alt komşum-henüz karşılaşmadık- da aynı dertten muzdarip: ağlayan bebe sendromu. Onunki 1 yaşında erkek ve onun da zaman zaman sinirleri bozuluyor; duyabiliyorum. Kapısını çalıp "gel kardeş birlikte çıkalım dışarı; ikisi ağlasın dursun, biz de o ara sohbet ederiz." diyesim geliyor. Gerçekten.
Bir de apartmandaki irili ufaklı çocuklara bayılıyorum. Onlar varsa kapıdan giriş çıkışımız öyle rahat ki. İki tane kapıdan da prenses geliyormuş gibi geçiyoruz. Her geçişimizde "ayyy bu çok tatlı" deyip Elif'in koluna dokunmalarına elbette ki ses çıkarmıyorum çünkü onu çok seviyorlar. "ay bu zeytin kadaaar" demişti biri geçen gün. Öteki de "zeytin Eliften daha büyük" diye cevap vermişti.(ilk doğduğunda :) Kısacası bir dolu ablası ve abisi var :)
Bu ayın en bomba gelişmesi evine dönen anane oldu. Alışma süreci hala devam ediyor. Anneme "acaba gelsen mi" desem koşup gelir :) Ama hem onun düzeninin bozulmasını istemiyorum; şu an yazlıkta ve denize karşı kahvesini yudumluyor ohh mis :) hem de ben alışayım artık diyorum. Annemin en büyük yardımı ev işleri, yemek vs. de olmuştu. O zamanlar kıymetini bilememişim :) Şimdi her yer "her yer"de :)

Neler Öğrendim?
-Komşuların bizi görüp "çok ağlayan bebek bu boncuk mu?" dediklerinde "evet ama benim alt kattaki de çok ağlıyor; belki onu duyuyorsunuzudur" gibi pişkin bir cevap verebileceğimi bilemezdim.
-  Elif'e "hmm sanırım altımızı değiştirmemiz gerek, pek güzel kokular geliyor" deyip Elif'in altını açtığımda kokunun ondan gelmediğini gördüğümdeki şok :) Evet o şahane koku dışarlarda fırfır gezip terleyen anasına aitmiş :)
- (Bunun Elifle alakası yok ama yine de bu ay öğrendim :) Benim sevgili kuzenim yıllaaaar önce bebek bakımını kitaplardan öğrenirken "ek gıda" kısmında açıklayıcı ifadeler olmadığından pizza ile başlamış :)) Neyseki bu bebeye olumlu etki yapmış da Çağla yüzmede birinci oldu :) (neyseki zeki anası blogu okuyor da arkasından konuşmuş gibi olmuyorum :P)
- Evdeki minik davulun sesine dikkat kesilen Elif'in ağlamayı unutabileceğini :)
- Blog yazmanın beni rahatlattığını ve bu sayede güzel insanların karşıma çıktığını :)
- Annemin -kullanamayacğını bilse de- sırf torununu görmek için dokunmatik ekran yeni bir telefon almak isteyebileceğini :) neyse ki maillerine bakabiliyor :)
- Çooook istesem de kardeşimin düğününe gidemedim. Bu çok içime oturdu. Elif 50 günlüktü ve gece-gündüz ağlıyordu; cesaret edemedik :/
- 1 Kitap 1 Mektup etkinliğine geri döndük; eğlendik :)
- Dışarıda hiç durmadan ağlayan bebeyi kucağıma alıp öteki elimle de arabasını iterek eve kadar gelebildiğimi...
- Sol elimi hayatım boyunca hiç bu kadar fazla kullanmadığımı; sağ el dolu ise ve acıkmışsan başka çare yok dostum :)
- Bazı kitapları ayakta bazılarını yürüyüşlerde bitirebildiğimi
-Elif'e her gün #bugünneokuduk etiketiyle kitap okuyup/paylaşarak bir dolu insanla ortak keyif oluşturabileceğimizi :)
- Canım çoook sıkıldığında 1 karıncanın bana umut verebildiğini; yılmamayı öğrettiğini (buraya da yükleyeceğim)

Bu ayda da ben Eliften bir dolu şey öğrendim. Bazen pofladım bazen 1 karıncanın peşine düştüm... Ama en çok da "kendim yapabiliyormuşum ben bu işi" diyebildim; gururluyum :)

 
Devamını oku »