Drop Down MenusCSS Drop Down MenuPure CSS Dropdown Menu




günün mutluluk sebebi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
günün mutluluk sebebi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

11 Eylül 2015 Cuma

Günün Mutluluk Sebebi-10: Kitaplar

Gündeme inat, bir önceki yazımda bahsettiğim #roalddahlokumasenligi 'ni kendi çapımda sürdürdüm ve fark ettim ki hayatta ne olursa olsun okumaya devam etmek gerekiyor.
Bu başlıktaki mutluluk sebebinin tamamı aslında "kitap okuma" hakkında. Balköpüğünde şu yazıyı okuduktan sonra aklıma geldi, insan kendini mutlu eden şeyleri yazmalı (benim durumda da buna devam etmeli) Sağlık, aile, sevdiklerim listede elbette üst sırada ama bu ara gerçekten bana nefes aldıran şey, kitaplar. Son 3 günde -yanlış hatırlamıyorsam- toplamda 5 kişiden "çok yorgun görünüyorsun, iyi misin" lafını işittim. Hepsine de şaşırdım, iyiyim aslında. Hatta durup bir kendime sordum "iyi miyim" diye. İyiyim ama yorgunum, uykusuzum. Bunun için kendimi kötü hissediyorum ama gündemde o kadar kötü şey var ki, benim yorgunluğum şımarıklık gibi geliyor. O yüzden ben yine "yorgunum ama halime şükrediyorum" şeklinde hayatıma devam etmek istiyorum.
Ne diyordum?
Kitaplar ...

KİTAPLARLA İLGİLİ BENİ MUTLU EDEN ŞEYLER:

1. Çocuk kitapları okumak
2. Kitap okumak
3. Kitaplara dokunmak, kitapların sayfa sesini duymak, dokusunu hissetmek
4. Sevdiğim bir yazarın/serinin yeni kitap heyecanını yaşamak, ön sipariş vermek
5. Kitapçılarda saatlerce gezinmek, ayakta durup yorulduğunun farkında olmamak, biri yanına geldiğinde onu tanıyamayacak kadar dünyadan kopmuş olmak
6. Sahaflarda gezinip aklında olan kitapları uygun fiyatlı bulmak, sahafın sahibiyle sohbet etmek, sevebileceğin başka kitaplarla tanışmak
7. Kitap bloglarını, instagram hesaplarını okumak, okudukça yaptığın listeleri güncellemek
8. Bir gün umuyorum ki kavuşacağım çocuk kütüphanesi hayalini canlı tutmaya çalışmak
9. Arkadaşlarıma kitap hediye etmek, arkadaşlarımdan kitap hediye almak
10.Baskısı bitmiş kitabı aramaya devam etmek
11. O dili bilmesem de orjinalinden kitap siparişi vermek ve onun gelişini beklemek (İsveççe)
12.  Gazetelerin kitap eklerini okumak (son zamanlarda azalttım)
13. Kitap fuarlarına katılmak 
14. Ayraç biriktirmek ama yeni kitaba başladığında ayraçları bulamayıp kitabın arasına rastgele bir şey koymak(kimlik, peçete, çubuk)
15. Kitaplar hakkında sohbet edebileceğim birileriyle tanışmak hatta böyle bir topluluğa dahil olmak
16. Devamlı değişse de okuma listeleri yapmak, kendine hedefler koymak
17. Bloga, okuduğum kitaplar hakkında yazı yazmak
18. BDK'yı ezberlediğim halde sıklıkla "ha, şu neydi" diye siteye tekrar bakmak
19. Kitap okumak için illa ki vakit yaratmak (iş harici, öğle arası, yemek pişerken, uykudan önce)
20. Evdeki kitaplıkları düzenlemek, düzenleme yaparken unuttuğum kitaplara yeniden sarılmak
21. "1 Kitap 1 Mektup" etkinliğiyle kitap dünyasına daha çok girmek
22. Kitap tavsiye ettiğim birinin tavsiye ettiğim kitabı beğenmesi
23. Elif'e kitap sevgisini (en azından şimdilik) aşılayabilmiş olmak
24. Kitabın yanında ne içsem&yesem diye düşünmek
25. Bu yazıyı yazmak :)


Yazınca kendimi çok daha iyi hissettim, kitaplar sizi de mutlu ediyorsa bence bir liste de siz yapın :)
Bu listeye bakınca anladığım kadarıyla (demek ki önceden tam anlayamamışım) benim için kitaplar ve çocuk kitapları ayrı iki kategori. İkisini de çok seviyorum, Leylak Dalı Nurşen Abla sayesinde yetişkin edebiyatından okuduğum kitaplar artarken bence ben de ona çocuk kitaplarını çaktırmadan okutuyorum ehehehe :)
* 2015'te neler okumuşum acaba diye kendime bir liste yapmaya başladım. Hakkında yazı yazamadığım kitapları buraya eklemiyordum ama en azından topluca bir arada durmaları iyi olur.

Devamını oku »

29 Ağustos 2015 Cumartesi

Günün Mutluluk Sebebi-9 :)

Bu başlıkta sadece tek bir şey yazacağım. Geçen gün fark etmiştim ama aslında bunu fark etmek için illa bir şey olmasına gerek yok.
Bu satırları okuyan sevgili arkadaşlarım, kuzenlerim, karabalığım, canım kerdeşcağızım,bu satırları okumayan ama hep aklımda olan arkadaşlarım,bir "pist" dediğimde bana ses verenler,gecenin bir vakti bunalıp mesaj yazdığımda sabah beni merak edip arayanlar, aradan yıllar geçse de görüşmeye devam ettiğim canım oda/ev arkadaşım, kıvırcıklar ve düz saçlılar, koç burcu olup da aslında bunun farkında olmayanlar, yaptığı işi sevmeyip birlikte hayal kurduklarım, bebek haberini ilk benimle paylaşanlar, "hadi gel bir kahve içelim" diye beni zorla evden dışarı çıkarıp temiz hava almamı sağlayanlar, Lokum'u böğrüne basıp ona da analık yapanlar, teyze olmamı sağlayanlar, bana hediye olarak çocuk kitabı alanlar,yazdığı iki satır mektubu merakla beklediklerim, her ay aynı anda 2 kitabı birlikte okuyup üzerine gülüp düşündüklerim, deniz kenarından bana tuz kokusu gönderenler,  kısacası hayatımda önemli bir yeri olan insanlar,
demeyi unutmuşum yahu;
İYİ Kİ VARSINIZ,
Çok teşekkürler tüm "pist"lerime cevap verip beni dinlediğiniz, anladığınız ve benim de iki satır mektup yazacak heyecanı ve sebebi bulmama vesile olduğunuz için...
Öyle içimden geldi de, hani hayatta en önemli şey sağlıksa sanırım ikincisi de seni mutlu edecek/senin onları mutlu edebileceğin insanlar :)
Ne dersiniz?

Bu sempatik tabak da benden size :)

Devamını oku »

28 Ağustos 2015 Cuma

Günün Mutluluk Sebebi-8

Öncelikle bu yazıyı yazarkenki ruh halimi yazayım da "neden bu kadar mutlu" diye sorduğunuzda cevabı burada olmuş olsun :)
Ben uykusuzum. Ama hani öyle bildiğiniz bir şekilde 1 gece uykumu alamamış gibi uykusuz değilim. İş arkadaşlarıma göre gözlerim onlarla konuşurken bile kapanıyormuş, bilmiyorum dalga mı geçiyorlar. Sormadım. Yaklaşık 17 aydır uykusuzum ama bu ara yani bu haftalarda çok acayip çok uykusuzum. Gecenin bir vakti uyanıp aralıksız 2 saat (bazen daha az bazen daha çok) ağlayabilen ve nesi olduğunu anlayamadığımız, doktorun ve psikologun "normal" dediği, "büyüyor" dediği bir bebemiz var. Çok şükür ki var elbette. O olmasa bu satırların düşünüyorum da içi ne kadar boş olurdu. Yok cidden. Dün bu kadar değildim de bugün Alice in Wonderland gibiyim. "Afiyet olsun" diyen arkadaşıma "iyi geceler" dedim. Yemekhanedeyken kendimi aslında rüyada olmadığıma, tek başımaymışçasına hareket etmemem gerektiğine dair her 3 dakikada bir uyardım. Beynime mesaj gönderdim ama balık beyni olunca 3 dakika sonra ne dediğimi unuttu.Yine hatırlattım; "rüyada değilsin esoş"...
Tam olarak bu haldeyken beni bir acayip mutlu eden ve duble kavrulmuş fıstıklı lokum kıvamına getiren şeyi de haliyle "mutluluk sebebi" olarak yazmam gerekiyordu. Yani diğerleri de çok güzel ama bu yazacağım cidden benim iç mutluluğum.(uydurma bir kelime daha) (az sonra dövüş kulübünden alıntı yapmaya geçmeden bu mutluluğun ne olduğunu da yazayım.)
Kendisi mektuplaşma, kartlaşma, yazı yazma, postcrossing gibi "keyword"ler içeriyor. Şişen parmağımın fotoğrafını çekip koymayacağım ama iş arkadaşlarımın demesiyle işe bu kadar konstre olmuyormuşum. Kart, mektup yazarken yüzüm hep gülüyormuş. Aynen böyle :)
Postcrossing dediğimiz etkinliğe ben yeni başladım, hakkında çok detaylı bir yazı var sırada, onu birkaç güne kadar yayınlayacağım. Hiç bilmediğim bir konuyu elbette ki ben yazmadım, sağ olsun yıllardır bu kart etkinliğine katılan iki güzel insana sorular sordum, onlar da yanıtladı. Hatta bu yazıda benim nerelerde hata yaptığım bile ortaya çıktı :)
Bu kadar çok kartı açıkçası yılbaşına saklıyordum ama baktım ki Ptt, işyerimize çok yakın ve neşeli bayram kartları var, "neden olmasın ki" deyip kollarımı sıvadım. (hem gerçek hem mecazi anlamda)
Biri bana kart gönderse ne kadar mutlu olacağımı düşündüm ve her bir karta bu mutluluktan biraz serpiştirdim. Bu yazıyı okuyan sevgili arkadaşlarım da lütfen posta kutularına sık sık baksın olur mu :)

Bu ara sahiden kitap okuyamıyorum. Okumaya başlayıp yarıda bıraktığım kitapları yazsam "yok artık" dersiniz. Ben de inanamıyorum kendime. Bu zinciri dün bir kitapla kırdım. Öğlen işyerine gelen kitap kısa sürede bitmişti. Lakin keşke bitmeseydi. Mektuplaşmayı, Sabahattin Ali'yi seven herkese tavsiyemdir. Bu nasıl ince ruhlu bir adamdır... (kitabı tavsiye eden canım Hazan, çok teşekkürler sana)

Bir diğer bomba haber de benim Kumkurdunun 1. kitabını bulmuş olmam. Herkesin peşinde olduğu ve baskısının olmadığı bu kitabı peki ya ben nasıl buldum? nadirkitap.com'a üye olduğumun ertesi günü gibiydi, kitap nasıl aratılıyormuş diye arama kısmına "kumkurdu" yazacaktım ki aklıma geldi, eğer kitabı bulursam özleme gönderecektim. Sıradaki isimleri yazmayayım ama özlemle bu muhabbetimiz çok eskiydi. Bir de baktım var! Hemen aldım ve adama mesaj attım, "Ankaradaymışsınız, elinizdeki sahiden 1. kitap mı? Eğer öyleyse kargoya vermeyin, kaybolmasın, ben gelip alayım" diye. Mesajımı görmemiş adam, ertesi gün kitap elimdeydi. Teşekkür etmek için aradım, çok şaşırdı. "Nasıl buldunuz bu kitabı?" dedim. Ederinin de bence çok altında sattınız, elinizdeki nimetin farkında mısınız bile dedim,şoka girmişim demek :) Adam da ne olduğunu anlayamadığını, kitabı siteye yükledikten 5 dakika sonra kitabın satıldığını söyledi. Bunun adı "çekim gücü"mü acaba :)
*Kumkurdu ile ilgili bir güzel gelişme daha var ama sonuçlanmadı, heyecanla sonucu bekliyorum, yine yazarım.
                                                                           ***
Maşallah bana, ne kadar güzel mutluluk sebeplerim birikmiş. Bu başlıkta en üste "denizi gördüm beeen" diye yazacaktım ama kart heyecanıyla denizi unuttum. Geçen hafta canım mavi,güzel denizi gördüm sonunda. Hiç baş başa kalamadık ama olsun, videosunu da çektim. Ara ara bakıyorum.
                                                                 
Dünkü küçük kıvırcık kuzen (kkk) buluşması sonrası da Datça'ya gitmiş kadar oldum. Badem ve bal getirmiş benim kıvırcık, heyyooo :) Datça'ya yıllar önce annemlerle gitmiştik de cidden hala aklım oradadır desem yeridir...
                                                                        ***
Bu kategoriye Elif'i mutlu eden şeyleri de yazayım. Bizim arabayı tee uzaktan gören komşu çocukları biz inene kadar Elife tezahürat yapıyor, uyuyorsa da birbirlerine "şşttt" diyorlar. Elifin arabadan inişi bir şenlik, doğal olarak çocuklarla kalıp oyun oynamak istiyor, bizde çoğunda ses çıkarmıyoruz. Babasıyla beraber komşu çocuklarıyla parkta oynuyor. Hatta geçen karabalık bir şeyde iddiaya girmiş de 3 tane kek kazanmış diye seviniyordu. Bir dahakine ben ineyim bari çocuğun yanına :)
                                                                      ***
Esra in wonderland, bu gece sahiden aralıksız uyuyup güzel rüyalar görüp sabah enerjik uyanabilmeyi diler. Çekim gücüyse, o uykuyu istiyorum , belki gelir :)
Devamını oku »

11 Ağustos 2015 Salı

Günün Mutluluk Sebebi- 7

Mutluluk sebeplerim git gide artıyor, çok şükür.
Ya da aslında onlar hep önümde ama ben bakmayı değil görmeyi tercih ediyorum, kim bilir :)
Geçen cuma günü Elif'in kreşini ziyaret ettiğimden beri aklım çok daha rahat, inşallah böyle devam eder. Onu ayrıca kreş günlüğünde yazayım.
Cuma günü ayrıca bir şey daha oldu ki... Kendim için bir şey yaptım. Uzun zamandır ilk defa. "Manikür/pedikür" gibi bir şey ama değil yani "kızsal" bir faaliyet değil ama bu işlemi yaptıran insanların ne kadar rahatladıklarını ve mutlu olduklarını gördüğümden ve bildiğimden bu örneği verdim :)
Aslında tam olarak önemli olan "yaptığım şey" değil. Sadece onu akıl edebilmiş olmam(düşünce), yapmak için çaba sarf etmem (kararlılık) ve bunu yapmam (eylem). Kendimi formül yazıyor gibi hissettim. Birazdan da bir şeyler çıkartıp ekleyeceğim ve puf!
Bunda son zamanlarda çok fazla Roald Dahl okumuş olmamın ve harika formüller öğrenmiş olmamın etkisi var.
Roald Dahl ile ilgili Eylül ayı için aklımda şahane bir fikir var, içim nasıl desem... Dans ediyor ama öyle tango falan değil, bildiğin latin dansı. (yasemen, aklıma sen geldin ya, bak çok güldüm şimdi :)
Bu ara okuma hızım artmış gibi görünse de yok bana yine yetmiyor bu doz... sanki bünyem "esoşçum, dozu arttıralım" diyor.
İşyerinin bahçesinde şahane bir yer keşfettim, burası o günden beri "mutluluk sebebi" deyince aklıma gelen görüntü. Sanki canım sıkıldığında bir şeyler içip (bak hala formül yazıyorum, iksirler içiyorum) buradaki delikten aşağı gireceğim(düşmeyeceğim ama) ve harika bir keşfe çıkacağım gibi hissediyorum. Son zamanlarda Alice de okumadım ama :)

"Ağaçta delik yok ki" demeyin, aslında var :)
İşyerine çantamın haricinde "kitap çantası" ile geldiğim günler kendimi çok "havalı" hissediyorum. Kitaplarım benimle olunca çok daha iyi hissediyorum, elimde olsa işyerindeki masama mini kitaplık kurardım :) Sanki oraya iş yapmaya değil de kitap okumaya gidiyorum, hayale bak.
Geçen hafta Elif 4 gün kadar 40 derece ateşliydi, bu tabii ki "mutluluk sebebimiz" değildi ama "şükür sebebimiz"di. hasta olduğum zaman neden bilmiyorum, şükretme ihtiyacı hissediyorum. "Hastalığımız sadece bu kadar olsun, çok şükür" gibi. Bunu en çok kolikte hissetmiştim. Elif ağlar ben ağlarken hep şükretmiştim başımıza başka bir şey gelmediği için.
İçimi pır pır eden bir diğer olay da 2.matruşkasınının tekmelerini yiyen sevgili Kitana  Tekmeleri yiyor olmasından hoşlanıyor değilim elbette ama tekmeleri atan bıdıktan dolayı çok heyecanlıyım..Gelişmeleri heyecanla takipteyim, hani buraya da yazmış olayım sevgili kitana :)
Bir de bu ara kafamda dönüp duran tilkiler var.Onları da daha sonra yazayım :)


Devamını oku »

28 Temmuz 2015 Salı

Günün Mutluluk Sebebi- 6

Üniversitede "Halkla İlişkiler" okudum ama zorunlu dersler dışında tüm dersleri Sinema bölümünden seçtim. Ki bu arada ben uzun yıllar "Gazetecilik" okumak için çalışmıştım. Masamda -kendisi evet benim meşhur çalışma masam olur- hep Ankara/Gaztecilik yazardı. Hedefim oydu. Tek tercih yapacaktım. Niyetim de oydu. Meğerse kader ağlarını örmüş, haberim yokmuş. Tercih günü bir şeyler değişti ve ben "halkla ilişkiler" yazdım. Hala gülerim bu tercihime çünkü bence oldukça asosyal biriyim :)
Bu yazının konusu tabii ki benim üniversite tercihlerim değil ama üniversitede çok sevdiğim bir bölüm olan; sinema.
"Dünya Sinema Tarihi" diye bir kitap vardı, Dost kitabevinden taksitle aldığım ilk kitaptı. Nasıl mutlu olmuştum, yurda kadar sarılarak gitmiştim.
Nejat Hoca iyiydi hoştu ama Hint sinemasını çok severdi. Ben daha çok senaryo derslerini severdim, Ali Hoca ile. Demek o zamandan belliymiş benim yazmaya olan hevesim.
Bir de okurken Uçan Süpürge Kadın Filmleri Festivalinde çalışmıştım. (Çok alakasız ama kabak mücverden orada nefret etmiştim, hala barışamadım kendisiyle) Elif Şafak'ın söyleşisine katılmış, azıcık kem küm ile yanına gidip "merhaba" diyebilmiştim.
Sinema deyince hep aklıma üniversite yıllarım gelir."Film, sinemada ve yalnız olarak izlenir." Bilin bakalım bu şahane cümle kime ait :) O zamanlar hep "sanat" filmleri izlerdim ve yanımda birilerinin olmasına, mısır bile yenmesine dayanamazdım. Bir de nedendir bilinmez korku filmlerini de izlemekten hoşlanırdım. Şimdi fragmanına bile bakamıyorum. Haftada 1 kez sinemeya gitsem kendimi eksik hissederdim. Bak yazınca bile çok değişik geldi. "Bu ben miyim?" dedim. Metropol sinemasının karşısında da içinde tavşanları olan bir çocuk kitapçısı vardı. Sinema öncesi rutinlerimden biriydi. AVM olmadığından sinemaya hep Kızılayda giderdim. Hele ki Kızılırmak sineması. Eskidir ama bence gerçek sinema orasıdır.
Hatta o dönem Sinema dergilerim vardı, satır satır okurdum, notlar alırdım. İleride sinemayla ilgili bir şeyler yapacağımdan da çok emindim. Bak şimdi :)

Zamanla sinemadan biraz uzaklaştım. Bana göre "nitelikli" yapımlar azaldı, bilet fiyatları çok arttı, Kızılaydaki sinemalar kapandı... Uzaktan bir izleyici haline geldim.
Vizyonda ne olduğunu, oyuncuları, bağımsız yapımları hep takip etsem de son yıllarda bu durumda da azalma olmuştu.
2013 yılının Aralık ayı(galiba 26sı falan) Hobbit'i izlemeye gittik, Elif karnımdayken.
Bir daha da sinema yüzü göremedik :/
Ta ki...
Dün akşama kadar.
Çeşitli faktörlerin de etkisiyle şimdiye kadar Elifi bırakıp bir yerlere gidemiyorduk (merkeze uzak oturmamız, Elifin biberon almaması, uyku problemleri vs)
Annemler buradayken 19 ay sonra filme gidelim dedik. Tam da o gün yani dün öğretmeni çıkışta "bugün sizi aradı" deyip içimi cızlatana kadar :/ Vicdanımla başbaşa kalacak vaktim pek olmadı, kendimizi sinemada bulduk.
Aklım hep Elifte kaldı, zaten tüm gün görüşemedik diye.
Film tercihimiz Marvel'den oldu: "Antman"
Bir x-man değil tabii ki ama yine de 19 ay sonra sinemada olmak ve film izlemek çok güzeldi.
Eski düşüncem çoktan değişti: "Film, mısır yenerek izlenir"e evrildi. Bana sinemadaki mısırlar çok yağlı ve tuzlu gelir, o yüzden evde yağsız tuzsuz patlatırdım, onu götürürdüm sinemaya ama dünkü mısır çok hoşuma gitti :) Çıkışta bir de baktım çenemde şahane bir mısır yağı sivilcesi çıkmış bile :)
Kısacası dünkü mutluluk sebebim 19 ay sonra sinemaya gitmek oldu :)
Darısı inşallah bir 19 ay daha beklemeden gideceğimiz diğer filmlere.
Yok hani bir kıvırcık bize doğum günü hediyesi olarak "Ben Elife bakarım, siz sinemaya gidersiniz" diye söz vermişti.
Evinde hem kedisi hem köpeği de olduğuna göre Elife bakmasına bile gerek yok, üçünü salona salsa Elif oyalanır zaten :)
Bir de dün etrafta çok havalı bir şekilde dolandım, bana özel çizim bir çantam vardı çünkü, yaşasın Özlem :)

Devamını oku »

26 Temmuz 2015 Pazar

Günün Mutluluk Sebebi-5

Hafta sonu biraz yine evi yerleştirmeli geçince taşındığımızdan beri kullanamadığım çalışma masama da kavuşmuş oldum. Son günlerin en büyük mutluluk sebebi bu olmalı.
Bir çalışma masası demek sadece basit bir masa değil benim gözümde. Bir arkadaşımız evde bir "çalışma odası" olduğunu duyunca anlayamadı,"ne çalışacaksınız ki" dedi :)
İlkokul zamanlarımdan beri hep bir masam oldu ve ben orada çalıştım. Kardeşim gibi kitabı yatağın içinde okuyup orada mayışarak çalışamadım hiç.Ben masada olmalıyım. Önümde takvimim, kağıdım kalemim olmalı. Lisede ve üniversitede de bu geleneği devam ettirmiştim. Sadece bir ara devlet yurdundayken değil çalışma masası, yemek masası bile görememiştik :) Öğrenci evimizde bile masam vardı. Hatta evlenmeden önceki 2+1 evimin bir odası tamamen kıvır zıvır ve çalışma alanıydı, aman ne güzeldi. Elif doğana kadar da bu geleneği bozmadık. Elif doğduktan sonra ise çalışma odamız Elifin odası oldu ve karabalıkla ben ortada kaldık :) Benim tüm eşyalarım salona taşınıp duruyordu ki bir müddet sonra oraya yerleştiler. Masa o kadar dolmuştu ki eve gelen misafirleri yemeğe almak istemiyordum masamı boşaltmayayım diye. Tabakları önlerine sehpada versem ayıp olmayacak kişilerle görüşmeye başlamam  tesadüf değil yani.
İşte tam da bu sebeplerden, bir çalışma odamızın olması ve kendimize yepyeni çalışma masaları almak en başından beri aklımızdaydı. Masaların yapımına sıra geldi ancak oturmaya fırsat olmamıştı. Ta ki bu hafta sonu ben bu zinciri kırana kadar.
Çalışma masası demek, zihnimi dökebileceğim bir alan demek. Hiç öyle pinterestte yer alan acayip uçuk fikirliler gibi değil.Bildiğimiz bir masa ve kıvır zıvırdan oluşan kendi halinde bir masa şu haliyle ama ilerisi için şahane fikirlerim var yapabilirsem. Duvara karşı olsam bu fikirlerim daha kolay yapılabilirdi ama olmadı, karşımda karabalık var :)
Odamızın en sevdiğim iki tarafı:
1. Gün batımı şahane güzel bir ışık yapıyor, saat 19.30-20.00 arası, yakalayabilirsem.
2. Akşamları pek tatlı bir rüzgar esiyor ve masamdaki rüzgar gülü fır dönüyor, çok neşeleniyorum.
Benim masam hep doludur,karışıktır ve bana ilham verir. Nedense takvimim yok yalnız. Alsam mı dedim ama zaten Ağustos ayına geldik, sanki yıl sonu gibi...Karar veremedim. Çok kötü çekilmiş bir fotoğraf ile masamı az buçuk anlatmış olayım. Sonra daha güzel fotolarını eklerim. Sol baş köşede kitap ayraçlarım var. Hemen yanındaki tavşan, nasıl desem, benim neşe kaynağım. Ne zaman baksam püskürtmeli gülesim geliyor :) Notlarımı alacağım 3-5 defter illaki, bir tane olursa eksik hissederim. Şimdilik ana merkezde bilgisayar var ama normalde bilgisayar pek olmaz. O gün gönlüm ne isterse onun işi olur önümde. Çekmecem bile var bu masada, durup durup açıyorum, ayy ne büyük mutluluk. Arkamda ise kıvır zıvırlarımın olduğu bizim eski kitaplık var. Çaprazımda müzik setimizden Joy Fm çalıyor.
Bu alanı özlemişim. O yüzden de bu kadar büyük mutluluk duydum sanırım.Bir müddet burada takılacağım ben, hani ararsanız :)

Devamını oku »

24 Temmuz 2015 Cuma

Günün Mutluluk Sebebi-3

Günün mutluluk sebeplerini aynı gün yazamasam da mutlaka yazmaya çalışıyorum çünkü bu bakış açısını seviyorum.
Daha önce minicik bahsetmiştim, tatlı bir grubumuz olduğundan. Dünün mutluluk sebebi de işte o gruptan arkadaşım olan Balyanak Ailesinin "anne" kişisi :)
Yeni taşındığımız yer ile onların yeni taşındığı yer arası mesafe çok yakın, bu demektir ki sıklıkla görüşebileceğiz.
Balyanak Anne'nin sıcakkanlılığı, hoş sohbeti, pozitif enerjisi ve yanakları sıkılası 3 çocuğunun varlığı dünkü(ben yazıyı yayınlayana kadar gün geçti tabii)  mutluluk sebebim oldu.

Sağdaki meraklı kişi de Elif

Bir diğeri de annemin yaptığı pirinçli börekti.
Göçmenlerde her bayram sabahı yapılan pirinçli börekten biz bu bayram mahrum kalınca bu hafta bizde olan annem ve teyzem bize bayram sabahı neşesi yarattılar :)

 Haberler, gelişmelerden dolayı canım çok sıkkın aslında bugün. Sadece "BALIK" kitabındaki gibi umudumumu kaybetmemek istiyorum. Hayat, biz çok üzülsek de çok sevinsek de geçiyor, zaman akıyor ve geçen zamanın geri dönüşü olmuyor.  Birileri üzülürken zil takıp oynamak istemiyorum elbette, sadece umudumu kaybetmemek ve kalbim sıkışmadan nefes alıp vermek istiyorum. Hayatımda olan/olmayan her şey için de şükrediyorum.
Günün mutluluk sebepleri bu açıdan benim çok işime yaradı/yarıyor, tavsiye ederim herkese.







Devamını oku »

21 Temmuz 2015 Salı

Günün Mutluluk Sebebi-2

Etrafımda olana bitene odaklanacaktım ya hani, daha iyi bir şey oldu bugün.
Kendimde bir gelişim tanesi gördüm.
Parıldadı ve sönmedi, hala orada duruyor. o oradayken de yazmak istedim.
İşyerimden bahsederken 3 çeşit yerden bahsediyor olacağım.
1. ekipte çok kişi, çok iş, iyi patron, iyi arkadaşlıklar, bir dolu sosyallik
2. ekipte az kişi, bol entrika, çok aşırı iş, kötü patron, yüzüne gülüp arkandan iş çeviren arkadaşlıklar, sıfır sosyallik
3. ekipte az kişi var ama diğer detayları yaşayıp göreceğim. insanlar çoğunlukla 1. ekipten ama birlikte çalışmak genellikle apayrı bir deneyim oluyor, yaşayıp göreceğiz, sadece iyi düşünmek istiyorum.
dolayısıyla bu tabloda aslında neden 2. ekiple çalışmaya dönmediğim de ortada oluyor sanırım :) Fazla söze gerek yok. 2. ekibin "hava"sı daha çoktu bir de(1'den daha az olsa da) insanlar o sebeple o işi kendi rızamla bıraktığıma bir türlü inanamadı.
Bunları neden yazdım?
Daha önceki yazlarımda ara ara yer verdiğim bir konu var kendimle ilgili, hani şu hazır cevap olamama hali. İşte onu yavaştan kırıyorum ve inanın bu süreçte bana en çok "büyüklerle dalga geçme dersleri" kitabı faydalı oldu diyebilirim :)
Saçlarımdaki beyazlar kimselere zarar vermeden -benim bildiğim kadarıyla en azından- kendi hallerinde takılırken insanları endişelendirmeye başladı."Hiii bu yaşta bu kadar beyaz?" "E ama saçında çok fazla beyaz var!" "Bu çocuk senin saçlarını beyazlattı" gibi gibi.
Normalde gülümseyerek sessizliğimi korurdum ve bu huyuma da kızardım.
Bugün ne oldu?
Sessiz kalmadım.
"Ben beyaz rengi çok sevdiğim için kendim özellikle gittim boyattım beyaza" dedim. Bak yazarken bile gülüyorum çünkü söylediğim kişinin 10 saniyelik yüz ifadesini en iyi aktör gelse yapamazdı :)))
Karabalığın bana hep söylediği bir şeydi bu aslında, sadece ben yapamıyordum. Ki kendisi harika cümlelerle karşılık veriyor, ben hayranlıkla izlyorum onu. Okuyan çoğu kişiye çok basit bir cümle gibi gelecek ama benim kişisel gelişimim açısından önemli bir adım bu cümle.
"aman kimseyi kırmayayım" zincirinde bir halkayı kendi gücümle kırabilmiş olmanın verdiği süper-güç hissi. Bir de "amman ayıp olmasın" diye selam verip zoraki gülümseyip konuştuklarım var-DI.
İşte bugün o halkadaki zincirden de bir adet kopardım. Kimseye kabalık yapmadım, sadece önemsemediğim insanları önemsiyormuş gibi yapmak zorunda hissetmedim. İşte sana özgürlük. Oh be, rahatladım.
Bu iki his bile "günün mutluluk sebebi" olmaya yetecekken aslında iki şey daha oldu.
İki tane öğle arası yemeği.
Biri dün iki tane erkek arkadaşımla yediğim, biri de bugün küçük kıvırcık kuzenimle (kısaca "kkk") ile yediğim. Birincisinde erkeklerin düz mantığı sayesinde sadece an'da kalıp güldüm, eğlendim(ki garson gelip "sizde zengin kahkahası var" dedi, cidden dedi bunu!) ikincisinde de uzuun zamandır görüşemediğim kkk ile özlediğimiz öğle arası muhabbeti yapmış olduk.
Öğle araları benim için bolca rahatlama zamanı, biraz kitap okuma, biraz yemek yeme, sevdiğim insanlarla sohbet, hava çok sıcak değilse de yürüyüş yapma imkanı. Hepsini bir arada yapmaya çalışmıyorum. Bazı günler cidden yalnız olmak istiyorum, parka gidip kuş-böcek-kedi izliyorum; bazen de konuşarak rahatlıyorum.
Bu aralar hava çok sıcak olduğu için serinleten bir görsel ile bu yazıyı sonlandırayım.


*Şu yazı gerçekten çok güzel, tavsiye ederim :)
Devamını oku »

20 Temmuz 2015 Pazartesi

Günün Mutluluk Sebebi -1

İlk önce galiba Yeliz'in blogunda görmüştüm buna benzer bir etkinlik, hoşuma gitmişti. Bugün de sevgili mutlu keçide görünce dayanamadım ve ben de katılmaya karar verdim. İngilizcem çok iyi değilken yabancı dilde bir başlık atmak istemedim açıkçası, ben de zaten instagram hesabımda kullandığım bir etiket olan "günün mutluluk sebebi" başlığı ile bir şeyler paylaşmak istedim.
Blog yazmak beni bu kadar çok mutlu ederken blog yazamamamın sebebini buldum sonunda. Vakitsizlik değil, hayır. Çünkü bence insan isterse her şeye vakit bulabilir, vakti kendisi yaratabilir.
Yazamamamın asıl sebebi aklımdakileri bir araya toparlarken zorlanmam yani bir anda her şeyden bahsetmek istiyorum, şu bir türlü yazamadığım Elifin 1 yaş, ek gıda, uyku vs yazıları hep bu sebepten beklemede. Kitap yazıları da aynı sebepten duruyor, taslaklara baktıkça üzülüyorum. Üzüldükçe de bloguma karşı vicdan azabı duyuyorum ki bu ara vicdan dediğimiz canlının sesini iş yerinde bolca dinlettikleri için "15 aylık bebeği tüm gün kreşe mi verdiniz, hiii" şeklinde, cidden doluyum.
Ben de bloguma bir hareket ve renk katar, ben de canlanırım ve yazmaktan uzaklaşmamış olurum diye kendime bir "challenge" yaptım (yazılışı doğru mu onu bile bilmiyorum)
Her güne birkaç mutluluk sebebi ile blogumu şenlendireceğim, böylece geri dönüp baktığımda -canım sıkkınsa bile- bir acayip mutluluk duyacağım, hedefim bu.
Bunun için Yeliz ve mutlu keçiye teşekkürlerimi sunayım, hiç aklıma gelmezdi böyle bir şey.
İlk mutluluk sebebi paylaşımım da yazılarını okumayı çok sevdiğim iki blogdan gelsin.
Bir tanesi sevgili Gece, diğeri de Küçük Joe. Yeni yazılarını heyecanla bekliyorum, ne yazık ki çabucak okuyup bitiriyorum ama neyse ki eski yazılarını dönüp dönüp okuyabiliyorum. (neyse ki, ne yazık ki :)
Gece'nin yazılarında en sevdiğim şey, pozitifliği. İki çocuklu hayatı öyle "basit" anlatıyor ki, tek çocuklu halde kafayı yediğim zamanlarda "amanııın nasıl yapabiliyor" dediğim çok oluyor :) Eminim ki zorlandığı zamanlar oluyordur ama işleri biraz da pratik tarafından halledebiliyor. Ve tabii ki sıklıkla yazıyor bloguna. Blog tanıtımı yapıyormuş gibi olmayayım çünkü "blogunuzu çok sevdim, bana da beklerim" diyen "misafirperver" bloggerları pek sevmiyorum ama özellikle annelik hakkında Gece'nin yazılarını okumanızı tavsiye ederim.
İkinci blog ise "İyi Geceler Küçük Joe". Nasıl anlatsam? Joe sanki karşımda oturuyor ve bana usulca birşeyler anlatıyor gibi yazıyor, herhangi birşey öğretme kaygısı da yok, sadece deneyimlerini kişisel blogunda paylaşıyor. Bazen satranç oluyor bu bazen bir konser. Son zamanlarda değişim & dönüşüm içinde ve bu yazılarını çok seviyorum.
Etrafta gerçekten o kadar olumsuz şey oluyor ki, daha geçen hafta Elif 39.5 idi, bayramda ben 39.5 ateşliydim, işyerindeki komediler, memlekette dönen dolaplar derken şu ara tatile de gidemediğimize göre bakış açımı değiştirmek ve kendime günün mutluluk sebepleri bulmak istedim.
Bir de baktım ne göreyim, onlar hep karşımda duruyormuş.
Bu görsel de iş çıkışı gölge-ışık oyununa hayran kaldığım yeşillikten.


*Saçma bir sevgi pıtırcığı hali değil bu, sadece "aslında var olan ama benim bir şekilde gözümden kaçan güzel şeyleri kendime gösterme çabam" diyelim bu başlığa.
Katılmak isteyen olur mu bilmiyorum, sanırım bloglarda ciddi bir durgunluk var ama ben yazmak istiyorum. Yazdıkça rahatlıyorum.
Hani olur da katılmak isterseniz diye, adlarınızı buraya yazayım: Filiz, Pelin, Kitana, Aslı, Yağmur, Özlem, Selcen, Ayşegül, Serra, Yasemen :)

Devamını oku »

4 Şubat 2015 Çarşamba

Günlerimin Mutluluk Sebebi :)

Aslında sadece fotoğrafı koyup kaçacaktım ki... Yok yok şuraya iki satır yazmazsam çatlarım dedim :) Bu ara nedense çoğu kişiden "iş"le alakalı bir şeyler duyuyorum. İşyerinden de telefon geliyor arada, kimisi sohbet için arıyor kimisi de "e ne zaman döneceksin" demek için (gül yüzüm için değil yani, iş için bekleniyorum) Ve kiminle konuşsam "Çok sıkılmışsındır" diyorlar. Ben cidden çok şaşırıyorum bu cümleye. Sıkılmak mı? Evde mi? Elifle mi? Günlük temiz hava ihtiyacımı aldıktan sonra ben evden çıkmayı hiç istemem ki. Televizyonumuz olmadığını yeni yeni öğrenen komşularımız şoka giriyor: "Hiii, napıyorsun o kadar saat bir başına?" "E, Elifle birlikteyiz ya" diyorum ama yetmiyor bu cevap.
İnsan üretme ihtiyacı duyuyor, o kabul. Ama ben bu ihtiyacımı Elifle, Elif uyuduğunda da çizim yaparak ve blogda bir şeyler yazarak giderebiliyorum. İş yeri zaten- benim açımdan- bir şeyler ürettiğim bir yer değildi. Ruhum da hiç orada olmadı.
Pespembe bir tablom da yok aslında ev hayatında. Ailelerimiz şehir dışında en başta. "Guk" desem gelebilecek insan sayısı Ankarada toplamda 3 kuzenden oluşuyor ve onlara da bayağı uzak oturuyoruz. Biz "uzak" olduğumuz için sık gelen arkadaşlarımız da yok. Komşularımız iyiler hoşlar ancak tarzlarımız o kadar farklı ki az önce sağolsun üst komşum kızıyla yiyecek bir şeyler getirmiş ve kapıdan Elif'i sevmeye gelmişlerdi. O sırada da Elif yemeğini henüz yemişti, masasından aldım ve kapıyı açtım ki, komşumun gözlerinin açıklığını buraya çizebilmek isterdim. "Eliiif, ne oldu kuzuum sana?" dedi. Sebebi Elif'in yoğurdunu da kendi yemesiydi :) Sonra anladı sebebini, "Hii, sen kendin mi yiyorsun yemeğini?" dedi. Çok şaşırdı. Ben onun şaşımasına şaşırdım :) O arada da Elif, komşunun kızına ayağıyla tekmeler savurarak "hadı gel oynayalım" pozu atıyordu. Yoksa komşularım çok şükür iyi insanlar, kahve vs içilebilir. Sadece bizde neden tv yok, bu soğukta Elifin dışarıda işi ne vb. şeyleri anlayamıyorlar :) Olsun, herkesle her konuda anlaşmamıza gerek yok değil mi? (*Pelin burada yazmak isteyip de yazmadığım şeyi sen anladın bence :)
Pembe tablonun diğer tarafında maşallah 10 aylık olmuş, içi kıpır kıpır keşfetme isteğiyle dolu, kollarımı ellerimi ısıran, saçlarımı tutam tutam yolan, düz duvara tırmanmaya çalışan, uyku konusunda oldukça kararlı "uyumayacaaaaam" şeklinde tabii :) , işte böyle bir Elif var.
Bazen adımı sorsan durup düşünecek kadar dalgınım; bazen de yatağa gitmeye üşeniyorum halıda kıvrılıp yatsam olmaz mı diyecek kadar yorgun.
Haftalardır belim ağrıyor ama bunun bir çözümü olmadığını, tipik bir annelik hastalığı olduğunu da biliyorum.
Kısacası yardım almadan, uzakta, bir başıma (gündüzleri), elimden geldiğince Elifi büyütmeye ve onunla büyümeye çalışıyorum.
Ama maşallah çok mutluyum.
Elif güldükçe ben kahkaha atıyorum.
Bu günleri gelmeyecek, biliyorum.
Elif hayatımıza girdiği için de her gün şükrediyorum.
Evet bazen bir "mola" istiyorum ama günlerimin mutluluk sebebiyle gün batımını seyretmeye de doyamıyorum :)

*Bir de dönüp dönüp bana gülmez mi "anneaa bak, güneş ne güzel batıyooor" diye...Ben, mest :)
Devamını oku »

14 Mayıs 2013 Salı

Mavi Gözlü Dev; Ahmet :)

Tanıdığım birkaç insan var, onların gülerek doğduklarına inanıyorum.
Cidden.
Ağlamayla ilgili bir refleks, kas sistemi oluşmamış, maşallah :)
Onlardan biri de Ahmet.
Eski iş yerimde çay ocağı çalışanlarından biriydi ama neredeyse tekti bile denebilir çünkü herkes çayını onun elinden içmek istiyordu.
Sanki onun getirdiği çay daha mı tatlıydı ne?
Meryem gibiydi onun hikayesi de.
Biz "beyaz yakalılar" işe neredeyse her gün ya somurtarak ya da dalgın olmadı uykulu giderken "mavi yakalılar"dan Ahmet son derece mutlu&pozitif&enerjik oluyordu.
Bazen bunu bile kıskandığımı söyleyebilirim :)
Odam çay ocağının hemen karşısında olduğundan gün boyu orada olanları gözlemleme şansım da oluyordu.
İşler ne kadar yoğunlaşırsa yoğunlaşsın Ahmet gülmeye devam ediyordu..
Açık söyleyeyim işe ilk başladığımda ben onu bekar sanıyordum.
Halbuki o da evli ve 2 çocuklu bir aile babasıydı ve eşi çalışmıyordu.
Küçük bir evde kalabalık bir aile olarak yaşıyorlardı.
Ama mutluydu hem de çok..
Sonra ben dayanamadım sordum;
"Ahmet sen nasıl bu kadar mutlu olabiliyorsun? Yok mu bir sıkıntın?" diye.
"Ohooo olmaz mı Esra Hanım. Maddiyatla ilgili sıkışıyoruz, malum çocuklar küçük, ihtiyaçları çok. Köyden gelenlerle idare ediyoruz. Bir şey alacağım zaman da iki kere düşünüyorum. Gerçekten ihtiyacım olmayan bir şeyi almıyorum. Hayat kısa zaten, niye ağlayayım ki?"
Bu konuşma farklı zamanlarda benzer şekillerde geçti, Ahmet hep mutluluğundan bahsetti ben de hep kafama taktığım küçük şeyler için utandım.
Midem kötü olduğunda bana sormadan nane limon kaynatıp önüme getirir, uykum geldiyse sade Türk kahvesiyle beni ayıltmaya çalışırdı.
Masmavi gözlerinin ardında gerçekten de denizi görebilirdiniz.
Tüm bunları niye yazdım?
Ne Meryem ne de Ahmet, niyetim kimsenin özel hayatını ifşa etmek değil, sadece mutluluğu küçük şeylerden yakalayabilmiş iyi insanların da olduğunu hatırla(t)mak istedim.
Çünkü geçen gün -yeni birimimde- uzaktan gördüm Ahmet'i, bana taa nerelerden "Esra Hanıııım" diye el salladı hem de kocaman gülerek, ben de mutlu oldum.
Çünkü "hayat kısa zaten, neden ağlayayım" :)
Kaynak*: http://pursuitofhappy.com/5-ways-to-be-happy-now/
* Fotoğrafın kaynağında yer alan sitede mutlu olmak için 5 neden sıralanmış; her gün şükrettiklerinin listesi, arkadaşlıklar,anlamlı etkinlikler, insanları affedebilme ve iyimser olma. İngilizcesi daha çok şey anlatıyor aslında :)

HERKESE BOL GÜNEŞLER, MUTLU GÜNLER :)
Devamını oku »

9 Mayıs 2013 Perşembe

"Bademli" Köy, Meryem ve Mutluluk Sebebi :)

Geçen yazımda belirtmiştim buralarda yoksam bilin ki bademli köyde badem toplamaya gidiyorum diye :) Gittik ve geldik, sağlimen.. Ben köy hayatını sadece ağaçlar, kuşlar, böcekler, güzel yemekler olarak düşünürken karşıma bir de tek öğretmenli okulu, öğrencileri ve okul annesi Meryem çıktı.
Daha önceki Semracan karikatüründe de yazdığım gibi karşılaşmalarda ve tanışmalarda ben hep tutulurum bir şeyler çıkmaz boğazımdan, sadece gülümserim ki o da refleks sayılabilir :)
Kardeşimin-görümcem- okuluydu ziyarete gittiğimiz, tek öğretmenli bir köy okulu. Ama son derece sıcak, temiz ve bakımlı bir ortam yaratmışlar hep birlikte öğrencilere. Birleştirilmiş sınıf olduğu için de 1,2,3 ve 4'ler aynı sınıfta ders görüyorlar.

Bir köşede müze bile var :)
Ailedeki öğretmen kotasının dolmuş olmasından mı yoksa benim sabrı ancak kendine yeter biri olmamdan mı kaynaklanır bilinmez stajını da yapmış ama öğretmenliği istememiş biriyim. Belki branşımın ilköğretim değil de lise olması da bu kararımda etkilidir..
Bademli köydeki okulu  ve dahası öğrencileri görünce köy öğretmeni olmak istedim. Bana da her gün çiçekler getirsin öğrencilerim hem de karşılıksız. Onlara bir şey öğretirken gözlerinden çıkan mutlulukla gerçekten ne kadar doğru bir iş yaptığımı anlayayım. Zorlukları da olsun elbette; tek öğretmen olacağım sonuçta o okulda ama her öğlen bir velinin konuk ettiği sofrada yenen yemeğin,paylaşımın da unutulmaz olduğunu bilerek. Kabul, biraz bencillikle istedim köy öğretmeni olmayı. Ama onların mutluluğu o kadar "saf" geldi ki heralde bir parçasında da ben olmak istedim :)
Kaç farklı ağaçtan kaç poşet badem topladık bilmiyorum çünkü ben badem mi toplayayım koyunları mı seveyim fotoğraf mı çekeyim çocuklarla sohbet mi edeyim derken zihnim iyice bulanmıştı :)
Bademin bir kısmı :)
Pamuk vardı bir de orada, kalbi küt küt atan bir kıvırcık kuzu :)
Bir de Meryem vardı.. Aslında en çok Meryem kaldı aklımda. Okul annesi aynı zamanda ama köydeki/okuldaki birçok şeye o koşuyor, buluyor buluşturuyor ama sanırım en çok da gülüyor :)
İki tane harika kızı var; Saadet ve Serap, onlar da hep gülüyor :)
Evlerine davet etmişlerdi bizi, kahve pişirdik mutfakta. O kahve pişiminin hiç bitmemesini istedim; sanki Meryem bana başka bir yerde bulamayacağım hayat dersleri veriyordu, hem de hiç farkında bile olmayarak..
"Evimiz, eşyalarımız eski kusura bakmayın. Ama biliyor musun biz çok mutluyuz bu şekilde.. Az çanak çömleğim var benim, çoğu da kırık dökük ama mutluluk onlarda değil ki.. Sorun etmek istesem sebep çok.. Kayınvalidemle yaşıyoruz biz.Onu sorun etsem ederim.. Ya da paramız az derim, eşyalarım kırık derim. Ama demiyorum. Beyimle çocukların gülümsemesi bana her şeye değer.Mutluluğu kendin yaratacaksın hocaanım (bana öyle diyordu) Mutluluk bir bakmışsın kaçıp gitmiş. Sen yaratacaksın sebeplerini. Ondan ben hep mutluyum. Geçen gün benimki doğum günümü unuttu diye ilk başta küsmüştüm ama baktım iş güç derdinde ama beni çok seviyor, hemen gittim ben aldım gönlünü. Severek evlendik biz. 6 sene konuştuk sonra evlendik. Çocuklar da bizden dolayı mutlu. Sen mutsuz ol bak onlar da mutlu olabiliyor mu..Şehre gitsem ben yapamam hocaanım, ben burada çok mutluyum. Belki sen şehirde bizden mutlusundur amma ben oradakilerle mutlu olamam, toprakla mutluyum ben.." dedi ve kahve pişti .. Ben de ona ara ara kafa sallamak ve gülümsemek dışında pek bir şey diyemedim;" İnan ben senden daha mutlu değilim şehirde" diye fısıldamak dışında ...
Mutlu olmak için sebepleri kendimiz yaratırız belki mutsuz olmak için de sebepleri kendimiz yaratıyoruzdur, bilmiyorum.
Ben de köyden ayrılmadan kendime birkaç mutluluk sebebi yarattım ;
Keyifle yenen bir yemek :)
Köydeki en küçük Çağla'cı :)

Annemin verdiği çiçek :)

Dönüş yolunda dinlenen bir müzik :)
"Bademli" köy ve Meryem benim için unutulmaz hatıralar arasına girdi.
Mutluluk sebeplerim şehre gelince azalsa da aklıma Meryem'i getiriyorum..
Sahi sizin mutluluk sebepleriniz ne?
Bir kuş cıvıltısı da olsa paylaşın :)

HERKESE "MUTLULUK SEBEPLERİNİ" ARAMAYI HİÇ BIRAKMAYACAĞI GÜNLER DİLERİM :)
Devamını oku »