Drop Down MenusCSS Drop Down MenuPure CSS Dropdown Menu




15 Mayıs 2013 Çarşamba

Tanıdığım en yaratıcı "kedi çizer": Ezgi Keles :)

Sosyal medya sayesinde tanıdım onu, birkaç çizimini çok sevdim, bazılarına bayıldım.
Çevremde kedi seven kimi tanıyorsam söyledim adını.
Sadece kedi çizimleri yok elbette Ezgi Keles'in ama benim dikkatimi en çok yaratıcı kedi çizimleri çekmiş :)
Sonra bir gün bu kedili kartların satışını da yapmaya başladığını duyunca hemen-elbette ki birkaç gün sonra:) - sipariş verdim.
Ve dün geldiler.
Merakla ve heyecanla bekliyordum zaten kargoyu ancak eve gidince görebildim onu :
Lokum benden daha çok sevmiş olacak ki pembe kurdelayla oynadı durdu :)


Ve anlamaya çalıştı çizimdekilerin kim olduğunu :)

Bize koooocaman bir de sürpriz göndermiş sevgili Ezgi Keles, utandık, mahçup olduk, çokça sevindik :)
Sağ üsttekinde neredeyse benim adım yazıyor :)
Ezgi Keles kim ki derseniz; http://ezgikeles.blogspot.com/
Facebook sayfası var mı derseniz; https://www.facebook.com/EzgiKelesIllustration
E peki nereden satın alabilirim derseniz de ; http://ezgikelesillustration.sopsy.com/

Sol üsttekinin adı -yanlış hatırlamıyorsam- "in a relationship" idi, aynı biz ve Lokum :)
"Empty bowl" ise tıpkısının aynısı bir Lokum. Hatta boş kaseye bakmakla kalmayıp çeşitli hareketlerle uyarıyor zaten :)

* Kartları çok sevdik ama kitap ayıraçları da olursa hemen alır -yine tabii birkaç gün sonra :)- kitaplar arası tura sokarız onları :)

Ezgi Keles'e sevgiyle yaptığı , bol emek harcadığı her halinden belli olan bu eserler ve hediye için çokça teşekkürler :)

HERKESE BOL KEDİLİ KARTLAR, MUTLU GÜNLER :)
Devamını oku »

14 Mayıs 2013 Salı

Mavi Gözlü Dev; Ahmet :)

Tanıdığım birkaç insan var, onların gülerek doğduklarına inanıyorum.
Cidden.
Ağlamayla ilgili bir refleks, kas sistemi oluşmamış, maşallah :)
Onlardan biri de Ahmet.
Eski iş yerimde çay ocağı çalışanlarından biriydi ama neredeyse tekti bile denebilir çünkü herkes çayını onun elinden içmek istiyordu.
Sanki onun getirdiği çay daha mı tatlıydı ne?
Meryem gibiydi onun hikayesi de.
Biz "beyaz yakalılar" işe neredeyse her gün ya somurtarak ya da dalgın olmadı uykulu giderken "mavi yakalılar"dan Ahmet son derece mutlu&pozitif&enerjik oluyordu.
Bazen bunu bile kıskandığımı söyleyebilirim :)
Odam çay ocağının hemen karşısında olduğundan gün boyu orada olanları gözlemleme şansım da oluyordu.
İşler ne kadar yoğunlaşırsa yoğunlaşsın Ahmet gülmeye devam ediyordu..
Açık söyleyeyim işe ilk başladığımda ben onu bekar sanıyordum.
Halbuki o da evli ve 2 çocuklu bir aile babasıydı ve eşi çalışmıyordu.
Küçük bir evde kalabalık bir aile olarak yaşıyorlardı.
Ama mutluydu hem de çok..
Sonra ben dayanamadım sordum;
"Ahmet sen nasıl bu kadar mutlu olabiliyorsun? Yok mu bir sıkıntın?" diye.
"Ohooo olmaz mı Esra Hanım. Maddiyatla ilgili sıkışıyoruz, malum çocuklar küçük, ihtiyaçları çok. Köyden gelenlerle idare ediyoruz. Bir şey alacağım zaman da iki kere düşünüyorum. Gerçekten ihtiyacım olmayan bir şeyi almıyorum. Hayat kısa zaten, niye ağlayayım ki?"
Bu konuşma farklı zamanlarda benzer şekillerde geçti, Ahmet hep mutluluğundan bahsetti ben de hep kafama taktığım küçük şeyler için utandım.
Midem kötü olduğunda bana sormadan nane limon kaynatıp önüme getirir, uykum geldiyse sade Türk kahvesiyle beni ayıltmaya çalışırdı.
Masmavi gözlerinin ardında gerçekten de denizi görebilirdiniz.
Tüm bunları niye yazdım?
Ne Meryem ne de Ahmet, niyetim kimsenin özel hayatını ifşa etmek değil, sadece mutluluğu küçük şeylerden yakalayabilmiş iyi insanların da olduğunu hatırla(t)mak istedim.
Çünkü geçen gün -yeni birimimde- uzaktan gördüm Ahmet'i, bana taa nerelerden "Esra Hanıııım" diye el salladı hem de kocaman gülerek, ben de mutlu oldum.
Çünkü "hayat kısa zaten, neden ağlayayım" :)
Kaynak*: http://pursuitofhappy.com/5-ways-to-be-happy-now/
* Fotoğrafın kaynağında yer alan sitede mutlu olmak için 5 neden sıralanmış; her gün şükrettiklerinin listesi, arkadaşlıklar,anlamlı etkinlikler, insanları affedebilme ve iyimser olma. İngilizcesi daha çok şey anlatıyor aslında :)

HERKESE BOL GÜNEŞLER, MUTLU GÜNLER :)
Devamını oku »

13 Mayıs 2013 Pazartesi

Kaledibi Sokağı'nda bir Çapkın-Alim :)

Geçenlerde kütüphaneye hızlıca gidip kitap değişimini yapıp çıkmam gerekiyordu.
3 kitap verip yerine yine 3 kitap almaktı niyetim ve aradığım 2 kitabı bulup 3. yü bulamayınca karalar bağlamayıp elime gelen ilk kitabı aldım-neredeyse-çünkü bir an evvel işe gitmem gerekiyordu.
Ve bu 3. kitap da Bilgin Adalı'nın Kaledibi Sokağı idi..
İlk olarak bu kitaptan başlamamda önsözün büyüsü mü vardı bilmiyorum ama kendimi bir anda Kaledibi'nde buluverdim..
Ben "normal" bir roman okuyacağımı düşünürken karşıma yazarın çocukluğu çıkmıştı.. Hani tozlu sayfalarıyla bir günlük bulursunuz dolabın dibinde ve onu okumamanız gerektiğinizi bildiğiniz halde heyecanla okumaya devam edersiniz. İşte ben bu kitapta toz da olmamasına, kitap saklanmamış da olmasına rağmen böyle hissettim. Ondandır ki birkaç solukta okudum. Bitince de bir hayli üzüldüm. Yazarının yakın zamanda vefat etmiş olması da beni çok etkiledi ama sanırım hayatını dolu dolu yaşayabilmişti; hele ki çocukluğunu, onun adına sevindim ben de hemen :)
Bak yine kıskandım :)
Çocukluğunu o kadar güzel, sıcak, samimi bir ortamda çeşitli oyunlarla kah at üstünde kah bisiklet geçirmiş ki.. Kıskanmamak elde değil.
* Uçurtma hikayesini çok sevdim.
* Kaçan balığın büyük olduğunu gördüm :)
* Yanıklık ve Mermerli ile tanıştım.
* Anneannenin masallarını dinlemek istedim.
* Finikedeki muhtar ananın elinden keçi sütü içmek istedim..
* Çapkınla konuşmayan bisikletle ben de dertleşmek istedim.
* Tatlı limonu benden başka bilenlerin olmasına sevindim.
* Ciltçi babanın yaptığı deftere not almaya kıyabilir miydim bilemedim.
* Zerdalinin çekirdeğinin neden acı olduğunu deneyimleyerek öğrenmek istedim.
* Dede ile sohbet eden balıkçılara selam vermek istedim, belki bir acı kahve içerdim orada.
*Pabuçlar neden dama atılırmış :)

* O gün hiç büyümemeye karar verdim :)

Sevinçten ağlamak da neymiş :)
* Sevinçten ağlamanın ne olduğunu ve en son ne zaman sevinçten ağladığımı unuttuğumu fark ettiğim gün, kader midir kısmet mi sevinçten ağladım :) Ama o da başka bir yazının konusu olsun değil mi :)
* Bilgin Adalı'yı geç tanıdım ama çok sevdim. Ya da "geç" yok muydu hayatımızda, bilemedim :)
* Hiç büyümek istemeyen sevgili Peter Pan'a buradan tüm sevgimi gönderdim ..
** Bilgisayarımda gayet dik görünüp yazıya ekleyince yatay olan fotoğraflar için bir çözüm bulamadım, fikri olan varsa yardım etsin!!!
Kütüphanede aradığım kitap aslında Kaledibi Sokağı'ymış, okuyunca anladım :)
- Mustafa Delioğlu'na resimler için çokça teşekkürler, Çakıltaşı Yayınlarına da elbette..

HERKESE MUTLU HAFTALAR, SEVİNÇTEN AĞLAMALAR :)
Devamını oku »

10 Mayıs 2013 Cuma

Kıskanmak ya da Başkaları Adına Mutlu Olmak :)

İnsan olmanın öz'ünde sadece iyi huylar olduğuna çok da katılmıyorum.
Neden?
"Kötü" olmadan "iyi"yi görebilmenin, onu seçebilmenin ve varlığına şükredebilmenin güçlüğünden.
O yüzden de her insanda biraz -minicik de olsa- "kötü" diyebileceğimiz huylar vardır -bence-.
Başkası hakkında kötü düşünmemek/ başkasının kötülüğünü istememek/başkasını kıskanmamak vs. güzel şeylerdir de gerçek hayatta yeri nedir bilmiyorum.
Böyle yazıyorum ki az sonra içimdeki "kötü"leri dökünce kendimi savunacak bir şeyim olsun elimde :)
Hem öyle hem değil aslında..
Birkaç zamandır kafamı meşgul eden bir konu vardı; kıskanmak.
Geniş bir kavram elbette ki bu da ama burada bahsettiğim eşi/sevgiliyi duygusal olarak kıskanmaktan ziyade bir başkasını-kim olursa- herhangi bir konu hakkında kıskanmak. Maddiyata dayalı şeyler de değil bunlar.
Bilmece gibi konuşmaya başladığımı fark ettim..
Sanki tabu kelimeler varmış da ben o yüzden böyle yarım yamalak anlatıyormuşum gibi oldu :)
Daha açık konuşmak gerekirse son zamanlarda bazı konularda bazı insanları kıskandığımı fark ettim.
İlk etapta reddettim bu duyguyu, "ben kötü biri değilim" dedim, "kıskanmam ben"..
Yoo, ben bal gibi de kıskanıyordum.
Bunun için elbette kendime kızdım "ne kadar kötü birisin" diye, "başkasını kıskanmak da neymiş" .. (az önce kötü biri olmadığını savunan aynı kişi değil sanki :)
Bir süre bastırdım hatta bu duyguyu..
Sonra baktım hala benimle bari tanışayım dedim onunla, hazır buralara kadar gelmişken :)
Bana anlattıklarından sonra "çok da kötü biri" olmadığıma "insansı" taraflarımın olabildiğine karar verdim. Kendimi mi kandırdım bilmiyorum :)
En çok neleri kimleri ve neden kıskandığımı düşündüm.
Sorguladım.
Bir daha düşündüm.
Süzgeçten geçirdim.
Ortaya kabaca şöyle bir tablo çıktı;
- Maddiyatla ilgili bir şeyleri kıskandığım yok-muş, çok şükür. Şunun evi bunun arabası demiyormuşum hatta pek de önemsemiyormuşum, sevindim :)
- Sevdiklerimin sevgisini başkasıyla paylaşmak bana azıcık, birazcık dokunuyormuş. İlgiyi değil de sevgiyi ve sevginin gösterilmesini, önem verilmeyi seviyormuşum :)
- Ama en çok da sevdiği işi yapanları kıskanıyormuşum... Bu hususta çok iyi cümleler kuramayacağım. Hatta işini severek yapanlara da gıcığım :) Bir şeyleri değiştirmek kendi elimde değilmiş gibi davranıp aslında kendi elimde olduğunu ama cesaretimin az olduğunu fark ettiğimden beridir kendime de gıcığım.. Emek vermek isterken nereden başlayacağını bilememek, en azından bir yerlerinden başlayamamak, mikemmel yapacağım derken ortaya hiçbir şey çıkaramamak.. Evet işte dertliyim bu konularda. Bu hususları bir yudum su gibi yapabilenleri en azından benim gibi emeklemeden koşmaya çalışmamalarını minik de olsa adım atabilmelerini kıskanıyormuşum, bak söyledim rahatladım :)
- Bir sebepten görüşmediğim arkadaşlarımın iyi haberlerini alınca onlar adına mutlu da olabiliyormuşum.. Bu duyguyu hissetmek de güzel bence.
Kısaca; kendimle mücadele verdiğim, beni "kötü" insan yaptığını düşündüğüm kıskançlık duygusuyla da tanıştım, anlattıklarını dinledim, kimine hak verdim kimine içerledim ama bastırmadım-şimdilik-
"Kıskanmak" ya da "başkasının adına mutlu olabilmek" iki uç değil-miş, onu gördüm.
İnsan bir başkasını iyi huylu da kıskanabilirmiş,
Hayatta her şey bizim için var-mış,
Çünkü öz'ünde İnsanmışız :)
İnsanız :)
Kaynak: burada
* Kısa bir anekdot;
Üniversitede 1. sınıftayken sağlık sebebi nedeniyle sınavımın kötü geçtiği bir hocaya mail atmıştım, durumumu anlatıp bir konuda yardım istemiştim(not değil) ama uzun süre cevap gelmedi hocadan. Neticede benim için kötü olan bir sonuç oldu, hocayla ilgili de kötü düşüncelere kapılmıştım ki.. Bana uzun süredir hastanede yattığını, ameliyat olduğunu, bir şeyler yapmak için geç kaldıysa çok üzgün olduğunu belirten bir mail göndermişti. Kafamdan aşağı inen sıcak suyu hala hatırlıyorum.. Sonrasında da hocanın yanına gidip - en azından bu maili için- teşekkür etmek istedim ama gidemedim, gitmedim, olmadı.. 4. sınıftayken bir akşam vakti yokuş yukarı tırmandığım sırada - ve de lapa lapa kar yağıyordu- bu hocayı gördüm, yavaş yavaş aşağıya iniyordu. Benim kalbim küt küt atmaya başladı. Konuşmak istiyordum ama nereden başlayacağımı bilmiyorum. Derken bir cesaret yanına gidip durumumu hatırlattım ve teşekkür ettim maili için. Bana sadece gülümsedi ve dönüp gitti. Giderken de şu cümleleri fısıldadı; "İnsanız hala, çok şükür" ...

Bu "insanız hala " lafını  da şükretmeyi de hiç unutmadım..
Şimdi kıskanmayla ilgili bir şeyler düşünürken de aklımda bu anekdot var.

HERKESE, BAŞKALARI ADINA DA MUTLU OLABİLECEĞİ, ADI KISKANMAK DA OLSA İNSANSI DUYGULARIYLA BARIŞABİLECEĞİ, ŞÜKÜR DOLU GÜNLER/ HAFTA SONLARI DİLİYORUM :)

Devamını oku »

9 Mayıs 2013 Perşembe

Orhan Veli ile "Hoşgör Köftecisi"nde Geçen Bir Öğlen :)

Daha geçen gün kardeşime üstüne basa basa eskiden çok kitap ödünç verdiğimi ve hiçbirinin geri gelmediğini, bu saatten sonra ASLA kimseye kendi kitabımı ödünç vermeyeceğimi, gerekirse kişiye kitabı hediye edebileceğimi söyledim. Ve ekledim; kimseden de kitap ödünç alamam, çizerek okurum ben!
Ertesi gün  de serviste çok iyi tanımadığım birine henüz bitirdiğim ve içerisinde notlarımın olduğu kitabımı ödünç verdim :)
Nasıl?
Büyük konuşmak işte böyle dönüyor-muş :)
O da bana karşılığında bir şeyler vermek istedi herhalde ki yeni aldığı kitabını verdi. Ben henüz "yok ben kitap ödünç alamam, çizerek okurum ben" diyemeden kendimi kitabı incelerken buldum.
Orhan Veli'nin Hoşgör Köftecisi ile de böylece tanıştım..
Orhan Veli'nin -bildiğim kadarıyla- tek öykü kitabı.
Çeşitli dergilerde yayınlanmış 6 öyküsü, Amerikalı bir yazarın öyküsünün kendi "serbest" çevirisiyle olan bir de finali var. En sonunda da Orhan Veli ile edebiyat ve şiir üzerine yapılmış "anket" yer alıyor ..
Orhan Veli'yi hakkında uzun uzadıya yazacak kadar tanımasam da küçüklüğümden beri sevmişimdir.
Biraz serseri ama kendine güvenli tarzını..
Öykülerini de çok sevdim.
Kitabı daha yarılayamadan gittim kendime de aldım ve ödünç aldığım kitabı bir kenara koydum. Umarım yakın zamanda ben de Kofi'me kavuşurum :)


Kitaptan;
* Dükkanın havasına enikonu ısındığımı hissettiğim bir anda bu sevimli kadının ismini öğrenmek istedim: 
- İsmim bana bile lazım değil, sen ne yapacaksın? dedi.
* Bütün ıstıraplar aşktan doğuyor. Oysaki öte yandan milyonların, milyarların ıstırabı var. Ama ne yazık ki biz o insanı tanımıyoruz.
*Kediler baharı insanlardan evvel duyuyor demek.
* Böyle bir vaka gerçekten olabilirdi, değil mi? Öyle ya, olur olur! Niçin olmasın? Olmadı halbuki. Hepsini kendim uydurdum.
* - Ama biz, aramızda çalışan kadınlara kötü gözle bakmayız...
... Bu "kötü göz" lafı beni düşündürmeye başladı. Öyle ya, ben bu kambur kızdan hoşlanmışsam, onu sevmişsem neden ona kötü gözle bakmış olayım? Büsbütün tersine, iyi gözle bakmışım ki sevmişim...
* Bütün rahatsızlıklar, insanların kendi dünyalarının dışında kalmalarından geliyor.
* Bu beş lirayla pekala karnımı doyurabilir, ısınabilir, giyinebilir, dünyanın parasız olan bütün nimetlerinden faydalanabilirim. Gökyüzünün parlaklığı, denizin mavisi, ağaçların yeşilliği, toprağın sıcaklığı, suların sesi, havada uçan kuşlar, rüzgarın getirdiği çiçek kokuları... Nasıl vazgeçerim bunlardan? Hayır, ölmek istemiyorum...

YKY'den çıkan bu kitabı bir öğle arasında keyifle okudum, notlar aldım, paylaştım :)
Aranızda okuyanınız olursa yorumlarını merakla beklerim..
*Ödünç kitap konusunda yediğim büyük lafları da unutmadım :)

HERKESE KEYİFLİ KİTAP OKUMALAR, MUTLU GÜNLER :)


Devamını oku »

"Bademli" Köy, Meryem ve Mutluluk Sebebi :)

Geçen yazımda belirtmiştim buralarda yoksam bilin ki bademli köyde badem toplamaya gidiyorum diye :) Gittik ve geldik, sağlimen.. Ben köy hayatını sadece ağaçlar, kuşlar, böcekler, güzel yemekler olarak düşünürken karşıma bir de tek öğretmenli okulu, öğrencileri ve okul annesi Meryem çıktı.
Daha önceki Semracan karikatüründe de yazdığım gibi karşılaşmalarda ve tanışmalarda ben hep tutulurum bir şeyler çıkmaz boğazımdan, sadece gülümserim ki o da refleks sayılabilir :)
Kardeşimin-görümcem- okuluydu ziyarete gittiğimiz, tek öğretmenli bir köy okulu. Ama son derece sıcak, temiz ve bakımlı bir ortam yaratmışlar hep birlikte öğrencilere. Birleştirilmiş sınıf olduğu için de 1,2,3 ve 4'ler aynı sınıfta ders görüyorlar.

Bir köşede müze bile var :)
Ailedeki öğretmen kotasının dolmuş olmasından mı yoksa benim sabrı ancak kendine yeter biri olmamdan mı kaynaklanır bilinmez stajını da yapmış ama öğretmenliği istememiş biriyim. Belki branşımın ilköğretim değil de lise olması da bu kararımda etkilidir..
Bademli köydeki okulu  ve dahası öğrencileri görünce köy öğretmeni olmak istedim. Bana da her gün çiçekler getirsin öğrencilerim hem de karşılıksız. Onlara bir şey öğretirken gözlerinden çıkan mutlulukla gerçekten ne kadar doğru bir iş yaptığımı anlayayım. Zorlukları da olsun elbette; tek öğretmen olacağım sonuçta o okulda ama her öğlen bir velinin konuk ettiği sofrada yenen yemeğin,paylaşımın da unutulmaz olduğunu bilerek. Kabul, biraz bencillikle istedim köy öğretmeni olmayı. Ama onların mutluluğu o kadar "saf" geldi ki heralde bir parçasında da ben olmak istedim :)
Kaç farklı ağaçtan kaç poşet badem topladık bilmiyorum çünkü ben badem mi toplayayım koyunları mı seveyim fotoğraf mı çekeyim çocuklarla sohbet mi edeyim derken zihnim iyice bulanmıştı :)
Bademin bir kısmı :)
Pamuk vardı bir de orada, kalbi küt küt atan bir kıvırcık kuzu :)
Bir de Meryem vardı.. Aslında en çok Meryem kaldı aklımda. Okul annesi aynı zamanda ama köydeki/okuldaki birçok şeye o koşuyor, buluyor buluşturuyor ama sanırım en çok da gülüyor :)
İki tane harika kızı var; Saadet ve Serap, onlar da hep gülüyor :)
Evlerine davet etmişlerdi bizi, kahve pişirdik mutfakta. O kahve pişiminin hiç bitmemesini istedim; sanki Meryem bana başka bir yerde bulamayacağım hayat dersleri veriyordu, hem de hiç farkında bile olmayarak..
"Evimiz, eşyalarımız eski kusura bakmayın. Ama biliyor musun biz çok mutluyuz bu şekilde.. Az çanak çömleğim var benim, çoğu da kırık dökük ama mutluluk onlarda değil ki.. Sorun etmek istesem sebep çok.. Kayınvalidemle yaşıyoruz biz.Onu sorun etsem ederim.. Ya da paramız az derim, eşyalarım kırık derim. Ama demiyorum. Beyimle çocukların gülümsemesi bana her şeye değer.Mutluluğu kendin yaratacaksın hocaanım (bana öyle diyordu) Mutluluk bir bakmışsın kaçıp gitmiş. Sen yaratacaksın sebeplerini. Ondan ben hep mutluyum. Geçen gün benimki doğum günümü unuttu diye ilk başta küsmüştüm ama baktım iş güç derdinde ama beni çok seviyor, hemen gittim ben aldım gönlünü. Severek evlendik biz. 6 sene konuştuk sonra evlendik. Çocuklar da bizden dolayı mutlu. Sen mutsuz ol bak onlar da mutlu olabiliyor mu..Şehre gitsem ben yapamam hocaanım, ben burada çok mutluyum. Belki sen şehirde bizden mutlusundur amma ben oradakilerle mutlu olamam, toprakla mutluyum ben.." dedi ve kahve pişti .. Ben de ona ara ara kafa sallamak ve gülümsemek dışında pek bir şey diyemedim;" İnan ben senden daha mutlu değilim şehirde" diye fısıldamak dışında ...
Mutlu olmak için sebepleri kendimiz yaratırız belki mutsuz olmak için de sebepleri kendimiz yaratıyoruzdur, bilmiyorum.
Ben de köyden ayrılmadan kendime birkaç mutluluk sebebi yarattım ;
Keyifle yenen bir yemek :)
Köydeki en küçük Çağla'cı :)

Annemin verdiği çiçek :)

Dönüş yolunda dinlenen bir müzik :)
"Bademli" köy ve Meryem benim için unutulmaz hatıralar arasına girdi.
Mutluluk sebeplerim şehre gelince azalsa da aklıma Meryem'i getiriyorum..
Sahi sizin mutluluk sebepleriniz ne?
Bir kuş cıvıltısı da olsa paylaşın :)

HERKESE "MUTLULUK SEBEPLERİNİ" ARAMAYI HİÇ BIRAKMAYACAĞI GÜNLER DİLERİM :)
Devamını oku »