Drop Down MenusCSS Drop Down MenuPure CSS Dropdown Menu




17 Ağustos 2014 Pazar

Güzellik Tacı'nı Kim Taktı :)

Çekiliş zamanı gelmiş, geçmiş ve benim bundan hiç haberim olmamış.
Resmen utandım...
Umarım katılanlara ayıp olmamıştır. Ve katılan herkese çok teşekkürler...
Ben hemen kazananı açıklayayım;

Sevgili Aslı, adresini bekliyorum. Gecikme için de şimdiden kusura bakma diyeyim :)
* Bir sonraki etkinliğimiz de bu dünyadan birileriyle olacak gibi :)
Devamını oku »

Yedi Denizlerde / Delal Arya :)

Delal Arya'nın kitapları da kitapçıda gelip gidip baktığım ama almaya cesaret edemediğim kitaplardan. Onları okumak için "anne cesareti"ne ihtiyacım varmış demek ki :)
Daha önce söylemişimdir, fantastik edebiyatı çok severim lakin rüyalarıma çok girerler ve bir müddet sonra korkarım... İşte böyle bir çekincedeydim.
Sonra Delal Arya'nın kitaplarını almaya karar verdim.
Derken eve gelen arkadaşımız bize şahane bir sürpriz yapmış ve Elif adına kitabı imzalatmıştı.

Denizi, denizciliği, içinde deniz geçen her şeyi çok severim.
"Yedi Denizlerde" serisini de sadece bu sebepten bile olsa severim diyordum.
Ama o da ne?
Kitap tam benlik çıktı ve ben nefes bile almaya fırsat kalmadan kitaplarını okudum. 3. kitap yolda mı, basılıyor mu çok merak ediyorum açıkçası.
Siz de benim gibi dozunda fantastik serüven severlerdenseniz, bu kitapları kaçırmayın derim.
Delal Arya'nın denizlerde geçen harika bir çocukluk hikayesi var. (babası kaptanmış) Derken sinema-televizyon eğitiminin üzerine arkeoloji eğitimi ve kazılara katılması sanırım bu kitapların alt donanımını oluşturuyor. Bir çocuk için denizlerde geçen günlerden daha güzel macera mı olur?
"Yedi Denizlerde" kitabında Kaptan Dodo Shonga gemisiyle yol alırken yanında kırmızı saçlı kızı Renda da vardır. Annesinden elinde kalan tek şey kanatlı bir denizatıdır. Annesini bulmaya kararlı olan Renda ikinci kaptanın çocukları Palu ve Solin ile bu gizemli maceraya atılır. Başlarına inanılmaz şeyler gelir ama yılmazlar. Ve aslında hikaye devam ediyor. Yani devam kitaplarının basıldığı gün almayı düşünüyorum ben :) Daha fazla bekleyemem çünkü...

Kitaptaki zengin tasvirler sayesinde her şey zihnimde o kadar net canlandı ki heyecanlı bir film izlesem bu kadar keyif almazdım.
Kaptan Dodo'nun tasviri:
" O sırada sis düdüklerine uyanan Kaptan Dodo kendini don gömlek köprü üstüne attı. Kızıl sakallarıylaa kalın kaşları arasında bir çift mavi gözün parıldadığı bu iriyarı adam, nesli tükenmekte olan yalın bir mahlukat, kendini bildi bileli gemilerde yaşamış gerçek bir deniz babalığıydı. Denizin, rüzgarın ve güneşin birlikte yaptıkları bir tabloydu adamın yüzü. Hayatı boyunca gözlerini kısarak denize ve gökyüzüne baktığı için yüzü kırışmış, kırışıkların içi deniz tuzuyla dolup sertleşmişti."
Yazar, ikinci kitabını seferine katıldığı Vivian A gemisinden yazmış. O zaman instagramdan kendisini takip ediyor ve Nijerya yolculuğunu/orada çektiği fotoğrafları merakla takip ediyordum.
Bu kadar muhteşem bir hayal gücü nereden gelir; ilham dediğimiz şey denizin  derinliklerinde mi saklıdır, bilmiyorum.
Tek bildiğim "Yedi Denizlerde" serisini çok sevdiğim ve 3. kitabını heyecanla beklediğim.
Ve tabii ki Pera Günlüklerini  okumaya da birkaç gün içerisinde başlamak istiyorum. (Araya farklı tarzda bir kitap aldım, aklım yedi denizlerde iyice dolanmasın diye :)
* Biraz magazin haberi gibi olacak ama Delal Arya ve Kerem Yücel (kitaptaki Palu mu acaba :) İkiz bebeklerini bekliyorlarmış şu sıralar; onlar adına çok mutlu oldum.
Devamını oku »

14 Ağustos 2014 Perşembe

Bebekli Hayatta İlk Günler :)

Şimdi şimdi geriye dönüp baktığımda "vaay bee neler yaşamışız" diyorum.
Aniden doğuma girmemiz, loğusa günleri, kolik günleri/geceleri (hala yaşıyoruz ama olsun), "mutlu anne nasıl olurum"halleri...derken annelik sohbetleri :)
Bu ara çevremde bir dolu hamile arkadaşım var.
Onlar adına çok heyecanlıyım.
Kendi hamilelik zamanlarımı hatırlıyorum-neyse ki sadece 4 ay öncesi- "öyle mi böyle mi"derken zaman geçmiş, bugünlere gelmişiz.
Başka bir yazıda da  "ne kolikti be" falan der güleriz inşallah.
Bu süreçte öğrendiğim ilk şey: KESİN VE KATI KURALLAR KOYMA.
Geçen günkü yazımda da demiştim ya "kanaat önderleri" anneler sağolsunlar o kadar "pembe" bir tablo çiziyorlar ki.
İnsan onları okudukça "neden ben yapamayayım ki"diyor.
Ben de doğal doğum yapabilirim.(evet, sonunda madalya veriyorlar)
Ben de sadece anne sütüyle bebemi besleyebilirim.
Ben de ennnn organik besinleri bulabilirim.
Ben de...
Ben de...
Bunun sonu yok.
En güzeli gerçekten de kişinin kendine yönelmesi.
Örnek verecek olursam birilerini kırarım belki diye listeyi genişletmiyorum.
Ama herkesi doktor düşmanı yapmaya da gerek yok.
Onu yapmayın, bunu yemeyin, şuna zaten gerek yok sizi kandırıyorlar vs.
Elbette ki bunlar tercihtir.
Ama görüyorum ki bu çok okunan bloglarda yazanları yapamayınca anne adayları/anneler üzülüyor.
Benim de dertleştiğim, fikir sorduğum çok sevdiğim anneler var ama kimsenin bir başkasını kötü hissettirmeye hakkı yok.
Normalde yazacaklarımı yazıp geçecektim ama kendi arkadaşlarımda da gördüm, evet insanlar o bahsettiğim siteleri çokça okuyor ve çokça hayal kuruyor. bunlar olmayınca da al sana düş kırıklığı.
Bunları ben de yaşadım.
Niyetim kimsenin bloguna "kötü" demek değil.
Asla.
Ama bazı şeyleri de kesin ve katı kurallara koymanın bir getirisi yok.
Hele ki konu hamilelik, doğum, bebek bakımı ise.
(Nasıl dolmuşsam yalnız ben de...)
İşte sevgili anne adayları(bu satırları okuyanınız varsa)
Ne burada ne de başka bir yerde yazılanlar "başat" değil; gerçekten de aradığınız güç içinizde. bilgi de kitaplarda, tecrübelerde ve sezgilerinizde.
Şimdi fark ediyorum ki beni çıkmaza sokan bu katı düşünce sistemim olmuş.
"onu yapmam, bunu vermem" lerle inanın kendimi gereksiz hırpalamışım.
Samimi bir itiraf.
Bunu sadece ben hissetseydim de bu satırları sanırım yazmazdım.
İnsanlar bilgilerini paylaşmış ne güzel; sana zorla "yap/yapma" diyen mi oldu der susardım.
Ama o kadar çok anneden ve anne adayından kendi tecrübelerime benzer şeyler duydum ki;
Azıcık uzatmış olsam da ilk söyleyeceğim şey:
kesin ve katı kurallarla bebeğinizi büyütmeye çalışmayın.
(hani ben yaptım, mutsuz oldum, siz yapmayın...)
- İlk 10 gün zaten bebişler sanırım dünyaya geldiğini henüz anlıyor. O günlerde de anneler ancak toparlanıyor.
"Eve gelir gelmez bebeğimin her şeyiyle ben ilgilendim" demek marifet değil bence. Ortada "en iyi anne kim" yarışması da yok.(benim bildiğim)
Kendinize toparlanmak için zaman tanıyın. Dşkişiniz varsa onları gözünüzde çok büyütmeyin. Ben ilk günlerde sezaryen ağrılarımın kalıcı olacağını düşünmüştüm :)
-Bebişinizle bolca konuşun, sohbet edin, ona espri yapın hatta :) insanın gülmeye çok ihtiyacı oluyor.
- Yardım alıııın :) "onun şusu var, bunun busu var"demeyin...
- Bebişe ve bebişli hayata alışmak için kendinize zaman tanıyın. Ben "yooook, ben yapamicaaaam böhüüüü" dediğimde bana gülen insanlara sinir oluyordum. (Başta da karabalık :) Meğerse o "bir şekilde de olsa" yapacağımı biliyormuş...
- Sanırım bizim handikapımız "zihnimizdeki mükemmel anne"ye uygun hareket etmeye çalışmamızdan geçiyor.
Elif 4 aylık oldu diye unumu elediğimi sanmayın.Daha önümüzde çok yol var. Ek gıdamız, uykuya geçişlerimiz, diş, tuvalet...derken...Bir ömür var neticede :) Öğrenmenin sonu yok yani.
İlk ayların daha zor olmasının sebebi bence "tanış/kaynaş" faslı.
Karşımızdaki miniğe "bebek" değil de "birey" olarak bakarsak daha kolaylaşıyor.
Elif'in o ennn çok ağlayıp sabrımın sınırlarını genişlettiği zamanlarda -aklıma geldikçe- bunu hatırlamaya çalıştım. Elif beni sinir etmek için ağlayan bir bebek değil... Elif, bir sıkıntısı olduğu için kendi dilinde konuşan bir birey :)  Böyle bakınca rahatlıyor insan ama bu aşamaya gelene kadar ben de çok ağladım. (ah kolik :)
Aslında "ah kolik" diyorum ama cidden hep şükrettim bunun için. "Sağlığı yerinde olsun da" dedim. Anneler neler yaşıyor ve gık bile demiyor. Diyemiyor çünkü kendi evladı... O yüzden mi annelik kutsal bilmiyorum ama sahiden kadında bir evrim yaşattığı bir gerçek.
- Günlük tutun :) İçinizden ne geliyorsa onu yazın/çizin...
- Çevremdeki hamişlere de aynı şeyi söylüyorum ne okursanız benden ne duyarsanız duyun ilk günlerden korkmayın. Hani suya balıklama dalarsın da su soğuktur ve yüzeye çıkana kadar/sen suya alışana kadar biraz zaman geçer. İşte o kadar :) Suya yavaş yavaş da girilmiyor ki :) Ben normalde denize yavaş yavaş girenlerdenim, bu sene direk daldım. (tamam önceki su; egeydi, bu seneki akdenizin ılık suyu ama çaktırmayın :)
- Bir de benim yaşadığım en büyük şok, Elif'in -hayalimde canlandırdığım gibi- eve gelir gelmez benimle kitap okuyan, resim yapan, parkta salıncağa binen bir bebek olmamasıydı :)  Sizin bebeğiniz bunları yapabiliyorsa bilemem tabii ama biraz daha "bebeklik hallerine"  odaklanmak lazımmış...

Fark ettim ki benim yazdıklarım da "meli/malı"lı olmuş... :)
Siz bana da bakmayın, iç sesinizi dinleyin yeter :)
Tecrübeli anneler sizden de yorum isteyeceğim ama sadece "pembe" tablo çizmeyin olur mu? Korkutmadan, gerçekçi bir tabloda ilk günler için güzel tavsiyelerinizi bekliyorum :) 
Devamını oku »

Anne(lik) Sohbetleri: Gülin & Ömer Deniz :)

Gülinle tanışmamız onun "Kediler Hep Dört Ayak Üstüne Mi Düşer" kitabını kazanmasıyla olmuştu :) Kitaplar, çocuk kitapları, hamilelik, annelik derken samimi olduk. Ömer Deniz'in bahaneye gerek kalmadan gülüşünü çok seviyorum ve annesi sevgili Gülin'e önce gıdısını sonra gülüşünü sonra ühüüü bir dolu soru sordum :)

Merhaba Esra,Merhaba Elif :)

Sahi, Ömer Deniz’e neden “Bay Gıdık” diyorsun;önce onu sorayım :)
Bay Gıdık değil de Bay Küçük Gıdık diyorum..Onun da sebebi ya da ilham kaynağı diyeyim bebekken tostoparlacık yanaklarının altında kalan gıdığıydı;çok şekerdi, zamanla öyle sevmeye başladım, öyle kaldı :)

Annelik maceran nasıl başladı?
Annelik maceram tatsız olaylar ve zor günler ile başladı.Ama nihayetinde mutlu sona erişti çok şükür..Evliliğimizin 2.yılı bitmek üzereyken aldığımız bebek haberi,önce onun acı kaybına,sonrasında 1 ameliyat,4 çatlatma iğnesi,1 aşılamaya doğru yol aldı..Zor çok zor günlerdi.Ümidimi tüp bebeğe bağlamıştım,hatta hiç çocuğum olmayacağını kabullenmiştim ki oğlumun haberini aldım..

Kısaca doğum hikayeni anlatır mısın?
Doğum hikayesinin kısacası oluyor mu yoksa ben kısaca anlatabilir miyim bilmiyorum,ama çok özel bambaşka bi an desem en kısaca :)
Sürpriz olan hamileliğim akabinde çok da zorlanmadan atlattığım bu süreçte kendimi normal doğuma çok kanalize etmiş,Sevgili doulam Esra ile gayet inanarak ve isteyerek normal doğum yapabilmiş şanslı annelerden biriyim..Oğlumu 39+6 da hastahaneye gitmemden 1,5-2 saat sonra kucağıma aldım..Gece’den başlayan sancılarımı öncesinde gaz sancısı sanıp,sonra not almaya başladığımı, doktorumu arayıp bir gel bakalım,olmazsa dönersin demesine istinaden,ağırdan alarak banyomu yapıp,takside bangır bangır müzik eşliğinde doğuma gittiğimi,ama bunu hiç kabullenmeden ben kontrole gidiyorum ki diye direttiğimi hatırlıyorum..Doktorumun 8 cm açıklıkla nasıl oraya gittiğimi sorgulaması ve 2 saate doğurursun lafı hala kulaklarımda,bir de efsane oldun deyişi..Epey hızlı gelişti de her şey :) Bloguma da yazmıştım uzun uzun,merak eden olursa okuyabilir oradan da :)

İlk günlerde annelerden destek aldın mı yoksa tek başına mıydın?
Annem ve ablamla aynı sitede oturduğumuz için bu konuda şanslıydım aslında..İlk 1 hafta annem bizimle kalmıştı geceleri de,ama sonrasında ben işi kotardım galiba :) Tabii her zaman destekleri var hala..

Bu soru oğlumu kucağıma aldığım ilk günden beri zihnimi meşgul ediyor aslında..Kendimi kendimle,annemle,diğer annelerle sürekli karşılaştırıyorum istemesem de..Annelik sürekli bir yetememe hali duygusal olarak,yani insan ne yapsa heh oldum diyemiyor,o yüzden bu soruyu sormaya devam ettikçe ‘’Anne miyiz neyiz’’ diyeceğiz sanırım bol bol :)

Ömer Denizle bir gününüz nasıl geçiyor; nasıl vakit geçiriyorsunuz?
Ömer Deniz’le bir günümüz önce yatak oyunları ile başlıyor.Sonrasında kalkıp bütün camları,tülleri açıyor,hatta balkona çıkıp temiz hava alıyoruz.Daha sonra müzik eşliğinde kahvaltı,bol oyun..Eğer erken kalkmışsa bir sabah uykusu,daha geç uyandıysa karıştırmasına izin vererekten oyun,öğle yemeği,duş,uyku..Uyanınca biraz oyun,meyve/yoğurt faslı,çok sıcak değilse parka gidiyoruz.Bazen sabah erkende çıktığımız olabiliyor,ruh halimize göre bu durum :) Park sonrası banyo,biraz kestirme,anneanne ziyareti,yine bir duş,yemek saati ve uyku..Gün içinde kitap okuma saatimiz değişken zira her an eline kitap alıp bitebiliyor yanımda,bir de eşimin işten geliş saatleri genelde geç olduğu için ona uymaya çalışıyoruz..

Hangi kitapları okuyorsunuz?
Ömer Deniz en çok Pofi ve Louie serisini okumaktan hoşlanıyor.Ayrıca ilk kitabı Neşeli Orkestra müzikli olduğu için favorisi..Meraklı Minik dergisi,Behiç Ak kitapları ve çeşitli görsel kitapları gün içinde bol bol okuyoruz..

Bebek bakımıyla ilgili hangi kitaplardan faydalandın/faydalanıyorsun?
Bebek Bakımı ile ilgili bir çok kitap okudum..Mesela ilk aklıma gelenler Annelere Mucize Çözümler,Merhaba Bebek,Bilinçli Bebek,Bebeğinizin İlk Yılında Sizi Neler Bekler?,Çocuklarla El Ele Ebeveynlik,O Tabak Bitecek mi?
Ara ara hepsinden faydalanıyorum,göz atıyorum..Ama favorim ilk 1 yıl boyunca Bebeğinizin İlk Yılında Sizi Neler Bekler? idi..Bazı kısımlar bize uymasa da,oldukça detaylı olmasını sevmiştim :)

Sence “annelik” kitaplardan öğrenilebilir mi?
Annelik kitaplardan öğrenilebilecek kadar basit değil,sanmıyorum..Kitaplar çokça fayda sağlıyor,kimi zaman bize yeni bakış açıları sağlıyorlar ama o kadar..Benim yaptığım bol bol okuyup, içgüdülerime güvenmek :)

Uyku eğitimi verdin mi?
Tam olarak uyku eğitimi verdim diyemem.Çünkü Ömer Deniz doğduğundan beri uyku konusunda çok sorun yaşamadık..Belli saatlerde uyuyup,belli saatlerde uyanıyor olduğu için çok da takılmadım.Zira ağlayarak uyutmaya çalışmak da pek uymadı bizde.Şuanda hala önce emiyor,sonra birlikte uzanıyor,poposuna pışpış yapıyorum..Belli bir süredir de beraber uyuyoruz,ama çok mutluyuz..

Annelik konusunda en çok hangi hususlarda zorlandın? Sanırım herkes bir bocalama/alışma süreci yaşıyor…
En çok hangi husus bilemiyorum..Anlık olarak o kadar çok şey düşünüyoruz ki anneler olarak,sürekli bir iç muhasebe yapıyorum..Tv izlettirmemek konusunu insanlara anlatmakta çok zorlanmıştım.Sonra pısı pısı teyzeler var,durmadan o öyle,bu böyle diyen,işte onları duymamak da biraz zor oldu ama başardım :)

“İyi ki şöyle yapmışım” dediğin neler var?
Mesela hamileyken fotoğraf çekimi,bir de bir doulayla çalışmak bu süreçte yaptığım en iyi şeylerdi..Bir de tabii 7 haftalıktan itibaren oğlum için yazdığım günlük,bol bol okumak,araştırmak,bol bol yürüyüş yapıp deniz havası solumak..

Önünde 2 yaş,3 yaş derken ilkokula başlama var…Seni korkutuyor mu bu süreçler yoksa keyifle o an’ları yaşamayı mı bekliyorsun?
Hımm..Esasında hem gözümü korkutuyor hemde merakla o günlerin gelmesini bekliyorum..Ama sanırım diğer insanlara karşı fazla korumacı/müdahaleci bir tavrım var,özellikle oğlum söz konusu olduğunda,kendimi tutabilir miyim bilmiyorum..

Kendine vakit ayırabildiğin “your time”ların oluyor mu?  O zamanlarda ne yapıyorsun?
Çok oluyor diyemeyeceğim ama o zamanlarda yaptığım ilk şey kitap okumak,sonrasında internette takılmak,uyumak ya da tv izlemek..

Anne adaylarına neler tavsiye edersin?
Anne adaylarına tavsiyem bol bol okuyup araştırsınlar ama iç seslerini dinlesinler her zaman..Her yoruma takılmasınlar,olumsuz olmasınlar ve önceliklerini hep kendileri/çocukları olarak görsünler..En önemli olan birlikte mutlu olabilmek çünkü :)

Katıldığın için çok teşekkürler; Bay Küçük Gıdığı gıdısından öperim :)

Ben teşekkür ederim..Bu sohbetlerin sıkı takipçisiyim..

Bu sohbetlerin ben de sıkı takipçisiyim desem, inanın :) Gelecek cevapları merakla bekliyorum. Hemen yayınlayamıyorum ama olsun :) 
Gülin'den de çok şey öğrendim. Oğlu uyur uyumaz kitaplara gömülen bir anne çünkü o :)
Çok teşekkürler Gülin, Ömer Denizle okuduklarını daha sık paylaş ama olur mu, ben merak ederim...
Devamını oku »

13 Ağustos 2014 Çarşamba

Bir Köy Tavuğu Hikayesi :)

Ben ilkokula bile gitmezken damda kümes vardı ve haliyle tavuklar civcivler.
Her sabah yumurtamı kümesten alıp üzerine kurşunkalemle bir şeyler karalardım :) (ne mantıkla bilmiyorum)
Şimdi git bir kümese yumurta al desen alamam herhalde...
Derken o kümesimiz gitti, ben çok üzüldüm.
İlkokuldayken de teyzemlerle pazara giderdim. (hala çok severim pazar gezmesini)
Bir gün pazarda gezerken teyzemden gazoz istedim ve ardından da civciv.
O da karar ver hangisi dedi.
Düşündüm ki gazoz evde de var :) "Tabii ki civciv" dedim...
Eve, kese kağıdına konmuş civcivlerle geldik. Ben hem korkuyorum hem de yeni arkadaşlarım için çok heyecanlıyım.
Hemen dama çıktık ve saldık onları.
Bir ara o kadar çok sevmişim ki birini kovalarken aşağı uçurdum. Evet bunu da yaptım. Ama sonunun hiç öyle olacağını düşünmemiştim. Neyse ki civcive bir şey olmadı. Ama ben bir üzül bir ağla... Herhalde Elif'i de azıcık sert sevmem oradan geliyor :) (dedem sonra o civcivlerimi palazlanıp tavuk olduklarında kesmişti de kaç gün onunla konuşmadım.)
Derken ortaokul zamanı okuldan eve geldiğim gibi kendimi damda dedemin yanında aldığım bir gün- çünkü evde misafir vardı ve bilirsiniz ben misafir pek sevmem :) - dedemin tavuk yolduğunu gördüm. İç organlarını ben çıkardım :) Böyle söyleyince vahşiymiş gibi geldi de ben yapmasam dedem yapacaktı. Ben de tecrübe etmek istemiştim. Yalnız kimse bana içorganlarını çekince bağırsağının da gelebileceğini söylememişti... Tüm bağırsak okul kıyafetime döküldü sıcak sıcak..Oh mis :) Ben çok mutlu olmuştum ve heyecanlanmıştım. Ama annem o kıyafetleri ertesi güne yıkayıp kurutacağım diye bayağı uğraşmıştı. İşte o gün "kalp nedir, ciğer nerededir" dedem bayağı göstermişti. Sanırım yurtdışındaki okullarda kurbağalar üzerinde yapılan dersi bana dedem tavukla vermişti. Yalnız o tavukları hiç yemedim, yiyemezdim.
Derkeeeen dün babaannemiz geldi. Bugün de mutfaktan kokular gelince gidip bakayım ne pişiyormuş dedim (hani ben pişirdim demek isterdim ama gerçekçi olmaz :) bir de baktım kara bir et. "Aaa bu ne" dedim. Meğerse köy tavuğuymuş, hem de en organiğinden. Köyden gelmiş... Yaşasııııın.

Akşam yediğimizde şunu düşündüm: "Bu gerçekten tavuksa; bizim önceki yediklerimiz NE? Ve bundan sonra o "tavuk"ları nasıl yerim(z)




Devamını oku »

11 Ağustos 2014 Pazartesi

Sosyal Medya ve "Anne" Blogger'lar

Bu yazıyı yazıp yazmamak arasında çok gel-git yaşadım.
Hala kararsız hissetsem de "taslak"lara bile kaydetsem aklımdakileri yazasım var.
Sosyal medya gerçekten de inanılmaz boyutlara ulaştı.
Eskide kalan medya araçlarından sadece radyoyu kullanıyoruz biz; malum evde televizyon yok. (bazen böyle söyleyince sanki değişik bir şey söylüyormuşum gibi geliyor. Çünkü bize göre de artık "televizyonsuz olmak" gayet normal... ama bu başka bir yazının konusu olsun.)
İnternet iyi ki var diyorum ama zaman bize ne(ler) gösterecek merak ediyorum.
Gerçekten de "akıllı telefonlar kullanan akılsızlar" mı olduk; bunu da bazen sorguluyorum.
En sevdiğim mecra da tabii ki blogum.
İnsan, defterine günlük tutmak varken neden blog yazar ki?
Çoğumuz bence bunu düşünmüştür.
Ben yazmayı sevdiğimden günlüklerime, defterlerime de vakit ayırmaya çalışıyorum; blogda da bir şeyler paylaşmayı seviyorum.
Hem bu sayede bir dolu güzel insan girdi hayatıma; çok mutluyum.

Bu blogun ilk ismi "kahvenin yanında"idi :) 
Derken ismini değiştirdik ve "2 balık 1 kedi" olduk.
Elif'in hayatımıza girmesiyle de neredeyse hep Eliften ve Elifli hayattan bahseder oldum.
Halbuki aklımda ühüüü daha ne konular var :)
Bırak beni buraya, yanıma da güzel bir kahve;sonra birkaç saat bana dokunma :)
Nereden nereye geldim yalnız değil mi?
Asıl aklımda olan ve yazmak istediğim konuya odaklanmaya çalışayım.
Bir süredir beni rahatsız eden bir "anne blogger"lar topluluğu var. (elbette ki isim vermeyeceğim.)
"Takip etmezsin olur biter" diyorum ama işte her yerde karşıma çıkıyorlar.
Herkeste bir garip "en iyi ben bilirim" halleri... "şunu yapmazsan olmaz", "onu yeme, bunu giyme, şu sudan için"vs. sürekli bir söylem halindeler.
"Kanaat önderleri" sanıyorlar kendilerini galiba, işte buna anlam veremiyorum.
Ve elbette ki onları şişiren insanları da anlayamıyorum.
Ben "anne blogger"lardan şöyle kendi halinde olanları seviyorum galiba :) Elbette ki insan tecrübelerini paylaşır, yorum yapar vs. ama her konuda da bilgiçlik taslamaya gerek yok ki.
Herkes "anne", hepimiz "anne" değil miyiz?
Belki de yanlış düşünüyorumdur bilmiyorum ama "reklam kokan hareketler"de beni fazlasıyla itiyor.
Blogdan para kazanmaktan bahsetmiyorum, bu bir tercih/çalışma şekli olabilir.
Sanki çaktırmadan yapılanlar çok komik oluyor :)
Ne yalan söyliyeyim,samimiyeti özledim.
Tabii ki her şey instagrama konulan bol köpüklü kahveler kıvamında değil, bunu hepimiz biliyoruz.
Ama olmadığın gibi görünmeye çalışmak/çabalamak işte bunlar bayağı kötü kokuyor.
Hele bir de "kavga mecrası olarak sosyal medya" konusu var.
Gündemde olanların ben de farkındayım, sanırım hepimiz farkındayız.
Ama illa taraf seçmek zorunda bırakılmak istemiyorum ben, soğuyorum bundan.
Fikrimi söylemek istiyorsam söylerim zaten.
Bir olay olduğunda hemen aynı tip fotoğrafı paylaşmakla "destek" olunmuyor bence. (bu benim fikrim.) Ya da paylaşmayan kişiyi azarlamakla da bir yere varılmıyor.
En ufak bir olayda kişilerin gerçek yüzleri ortaya çıkıyor.
Bir de eleştirme meselesi var.
Ben de yapıyorum(kendim sütten çıkma ak kaşık değilim tabii ki)
Sahi ya neden eleştiriyoruz birbirimizi?
Geçen gün çocuklarının kitap okuyan fotoğrafını paylaşan bir anneye "sizin eviniz hep böyle dağınık mı" dendi...
Bu mantığa/bakış açısına güler misin ağlar mısın?
Normalde sakin mizaçlı biriyim ama böyle şeyler görünce de dayanamayıp yorum yazıyorum ya da bende de birikiyor bazı şeyler.
Kendini olduğundan başka göstermeye çalışmayan herkesi severek/gülerek/eğlenerek/öğrenerek takip ediyorum.
Daha geçenlerde "delianne" blogunu kapatma kararı alınca, çok üzüldüm.
Sanki o hep yazmalıydı :)
Sanal bir dünyadayız ama bazı insanlar o kadar sıcak ve samimi ki sanki onun yaşadıkları/yazdıkları sizin hayatınızın bir parçası oluveriyor.
Elbette ki takip seçeneği her zaman mevcut. Sevmiyorsan, takip etmezsin olur biter :)
Bir de unutmadan instagramda "takip edeni takip ederim"ler, alakasız fotoğrafların altına "butiğime/sayfama beklerim"ler... Nedir, ne hale geldik sanki değil mi?
Ben o yüzden reklam kokan hareketleri takipçi olarak kabul etmiyorum açıkçası.
Biliyorum ki paylaştığım hiçbir şey bize özel olarak kalmıyor ama bir nebze olsun kontrolün  olması da iyi bir şey sanırım.
Takipçi sayısının artmasını neden bu kadar önemser ki insanlar?
200 olsa ne; 2000 olsa ne :) Yani ne değişiyor hayatımızda?
Ben, blogda ya da instagramda yorum yazan/paylaştığım şeye değer verip vaktini ayıran insanları seviyorum; hayatıma bir şey katmayan sayı fazlalarını değil açıkçası.
Birkaç gün önce -bir zamanlar paylaşımlarından hoşlandığım- bir anne; "ben de sizin için şunu yaptım, siz de benim için bunu yapın" demiş... Güldüm cidden :) Ortaokulda mı yapardık böyle?
Bunları da kimseyi incitmek için yazmadım; zaten bahsettiğim kişiler benim "takipçim" değil :))
Öyle içimden geldi, nicedir aklımdaydı.
Sahi siz ne düşünüyorsunuz bu konuda?




Devamını oku »