Drop Down MenusCSS Drop Down MenuPure CSS Dropdown Menu




30 Kasım 2014 Pazar

Hediye Kitap & Kart Çekiliş Sonuçları :)

Benim çok eğlendiğim bir çekiliş oldu başta onu söyleyebilirim.
Elif ne kadar eğlendi tam bilemiyorum çünkü videolarda duyacağınız gibi elinden kağıdı aldığım an ağlamaya başladı ama çok ciddi bir şey değil :) Çocuğu biz ağlattık diye düşünmeyin, yalnız Banu senin kağıt oldukça ıslanmış :)

Umarım sizler de mutlu olmuşsunuzdur, ben çok heyecanlandım ve keyif aldım.
Toplamda 18 kişiydik ve bana -torpil yapsam bu kadar olmaz- kuzenim merve çıktı :) Kargoya gerek kalmadı, elden teslim bir paket bizi bekliyor. Ben zaten kim çıkarsa çıksın çocuk kitabı hediye edecektim laf aramızda, sadece Banu sana çocuk kitabı hediye edemezdim bana çıkmadığın iyi oldu :P ( Elinde olmayan bir kitabı bulmam çok zor)
Katıldığınız için çok teşekkür ediyor, hepinizi koocaman kucaklıyorum :)

Videoları buraya yüklemeye çalıştım ancak boyutundan mı bilmiyorum, yüklenemedi :/
Ben de mail atayım hepinize diye düşündüm, yine kota engeline takıldım.
Tüm videoları "we transfer"e yükleyeceğim ve hepinize mail atacağım, ben onu yapana kadar kim kiminle eşleşti fotoğrafını yayınlamak istedim.
Ne de heveslenmiştim oysa ki videolar için, kısmet değilmiş ne yapalım.
Mutlu Pazarlar herkese







Devamını oku »

28 Kasım 2014 Cuma

Yılbaşı Hediye Kitap &Kart çekilişine Katılanlar/ Son günler :)

İtiraf etmeliyim ki, bu etkinliği düzenlerken kendi kendime kart gönderebilirim sanmıştım :)
Oysa ki toplamda 13 kişi olmuşuz, heyooo
Atladığım, unuttuğum birileri varsa lütfen yine yazsın ve kusura bakmasın olur mu?
*Bunu yazdıktan sonra unuttuklarım ve yeni katılanlar olduğunu anlayıp hemmen yazımı güncelledim :) Ne 13'ü tammm -bir dakika sayamadım- 16 kişiyizzz, duble heyooo :)
**29 Kasım gece itibariyle 18 kişi olduk, bir daha heyoo ve yuppii :) (Deli miyim neyim :)
Katılanlar:

2balık-esra (ben)
merve
Neslihan Özgür- Şaşıfelek Çıkmazı
Gül Özdemir
Gamze
Gözde Gürbüz
Damla cerrah- keşke gerçek olsa


Son katılım:30 Kasım demiştik.
Çekilişi de 30 Kasım'da Elif'e yaptırmayı düşünüyorum, müsait olursa sıpa tabii ki :)
Neticede yeni yıl yaklaşırken kargo/ptt de ona göre yoğun oluyor.
Herkese katılımı için ayrı ayrı teşekkür ediyorum.
Tek sayılı çekiliş olmazsa ben kendimi 2 kere yazarım, kendime torpil yaparım olur mu :)
Devamını oku »

27 Kasım 2014 Perşembe

Anne(lik) Sohbetleri: Esen & Nehir & Ali Deniz :)

Annelik sohbetlerinde bu kez Esen var.
Sahi siz tanımıyorsunuz Esen'i değil mi?
Blog sayesinde uzuun zaman önce tanıştığım biricik insan, yorumlarıyla güldüren/yol gösteren/eğlendiren insan, karşılıklı sohbet etmeyi çokça istediğim insan, el işlerine gözünün nurunu katan insan. Dahası... Bana aşure yapmak için gaz veren insan :)

Esen Merhaba,
Öncelikle bu kadar güzel yemek yapmayı nereden öğrendin J Tamam henüz tadına bakmadım ama fotoğraflardan bile enfes görünüyorlar. Evdekiler ayıla bayıla yiyorlardır eminim…
Öncelikle güzel yemek yapamam ki ben J Yani elim biraz lezzetlidir annemden sanırım ama çok çeşit beceremem, annem usulü yaparım yemekleri ;) Senin dediğin hamur işleri, kek, kurabiye vs. sanırım.  Hafta sonları evde güzel kokular olsun, çocuklarım güzel şeyler yesinler istiyorum, bir de tabii Ali Deniz’in Pazartesi sürprizi olarak okula kek-kurabiye vs. götürmesi gerekiyor, Pazar akşamları ödevim de onlar J

Annelik maceraların nasıl başladı? 2. Çocuk için karar vermek zor oldu mu; sence kardeş şart mı?
Ben kızımı doğurduğumda 34 yaşındaydım. Çok da genç değildim,  o yüzden de  Nehir için düşünmedik  fazlaca, çok şükür planladığımız gibi kolayca geliverdi.
İkinci çocuk için karar vermek diye bir şey söz konusu olmadı çünkü bu yönde bir kararımız olmadan, sürpriz bebek olarak geliverdi Ali Deniz ;) Hamile olduğumu öğrendiğimde üzülmüştüm açıkcası ama sonra alışıyor insan bu fikre de ve “İyi ki gelmiş güzel oğlum” diyor…
Kardeş güzel şey elbette ama şart da değil sanki, kardeş yerine koyabileceği kuzenleri, çok yakın arkadaşları olabiliyor insanın… Sırf kardeşi olsun diye bir çocuk dünyaya getirmek ne kadar doğru bilmiyorum ama netice itibariyle “kardeş güzel şey” J

Doğum hikayelerini anlatabilir misin? Sanırım biri normal doğum biri sezaryendi değil mi?
Evet, Nehir epidural normal doğdu. Ali Deniz plesenta aşağıda olduğu için mecburen sezaryen.  “Sorarsan hangisini tavsiye edersin?” diye, ikisini de etmem J) Sezaryende sonraki ağrılar çok fenaydı. Normal doğumda da önceki ağrılar J Ama sanırım her şeyin en normali en doğrusu J

İlk günler/aylar nasıl geçti hatırlıyor musun? Yanında birileri var mıydı? En çok hangi konularda zorlandın?
Annem ve kayınvalidem vardı ama kısa bir süre. İki haftaya varmadan gittiler. Benim çocuklarım çok sakin bebeklerdi (hala öyleler gerçi, maşallah diyeyim!)  Nehir 40’ı çıkana kadar hiç ağlamadı bile, bazen diyordum “Doktora sorsak mı, niye hiç ağlamıyor bu çocuk” J O kadar usluydu. Bebeklerin ilk 40 günü beter ama, yani “emzir, gazını çıkar, altını değiştir, uyut” döngüsü içinde çok yoruluyor insan. Özellikle de geceleri uyur-uyanık kabuslarla geçti ama geçti gitti işte. Bitecek, geçecek diye düşünürse insan daha kolay atlatıyor zorlukları bence. Bir de benim eşim çok yardımcıdır bana, doğdukları günden itibaren, benimle birlikte her şeyi o da yaptı. Hatta belki benden bile fazla, o yüzden çocuklarımın üzerinde benden daha fazla emeği var…

Kızlar  babaya erkekler anneye düşkün olur derler, sizde de durum böyle mi?
Yok J Bizde ikisi de babaya düşkün J Nehir bebekken geceleri uyandığında yanına babasını isterdi, beni değil, o kadar yani!

Bir de “ilk çocuğu kız olanlar şanslı olur, kızlar anneye yardımcı olur” da derler. Sen ne dersin?
Evet, aynen öyle düşünüyorum ben de ve çok mutluyum ilk çocuğum kız olduğu için J Bak sen de o şanslı gruptansın J Kız her anlamda daha yakın anneye-aileye, elbette evlat hep çok değerli ama ilk çocuğun kız olması ballı börek anne için J
Şimdilerde babasının kahvesini Nehir yapıyor, sofrayı kuruyor, toplamaya yardım ediyor, kardeşiyle ilgileniyor, yani yardım ediyor bana J

(Hem evde hem dışarıda) “Çalışan anne” olmak zor oldu mu? Çalışmıyor olmayı tercih eder miydin?
Zaman zaman isterdim. Mesela çocuklar kreşe başlayana kadar ben bakabilmeyi çok isterdim. Ama sürekli ev kadını olmak dersen ondan sıkılırdım sanıyorum çünkü lise sonda stajla başladım çalışmaya ve çalışmaktan başka türlüsü nasıl olur bilmiyorum.
Çalışan anne olmak zor çünkü çocuklarına iyi bakıcı bulmak, içine sindirmek zor. Babannesi baktı Nehir’e 2,5 yaşına kadar, sağ olsun çok da güzel baktı ama Ali Deniz için böyle bir şansımız olmadı maalesef. Yine de bir şekilde büyüyorlar çocuklar, çok da vicdan yapmıyorum bu konuda kendime. Pek çok çocuğa göre de çok şanslılar, benim mesai saatlerim düzgün, hiç hafta sonu çalışmadım mesela, yıllık izinlerim fazla, o yüzden de birlikte geçirdiğimiz zamanlar hep çok oldu…
İki çocukla çalışan anne olmak daha zor ama, misal birini birine kolayca emanet edebilirken, küçük de olunca, ikisini birden birkaç saatliğine de olsa birilerine bırakmak, rica etmek zor. Yakınımızda hiç akrabamız yok, komşularımız da bunları isteyebileceğim türden komşular değil, o yüzden acil bir durum olduğunda çok zorlanıyoruz. Gerçi kızım 9 yaşında artık, belki önümüzdeki yıldan itibaren evde yalnız kalabilir, kardeşine de göz kulak olabilir ama uzun uzun değil elbet…
Benim de emeklilik planım var J İki yıl sonra doluyor yaş bekleme sürem de, emekli olurum belki hemen, Ali Deniz ilkokula giderken, ben onu evde bekleyen annesi olurum J Hobilerim var biliyorsun, onlarla uğraşırım, dur bakalım, zaman neler gösterecek?

Çocuklarla beraber ne gibi aktiviteler yapıyorsunuz? Ali Denizle kek kurabiye yaptığını görmüştüm birkaç defa :)
Evet, Ali Deniz mutfağa çok meraklı, ne zaman mikser sesi duysa, koşup geliyor, tezgaha oturuyor, bana yardım ediyor J Tek tek soruyor yemeklere ne koyduğumu, nasıl yaptığımı ;)
Nehir’le daha çok oynuyorduk çünkü onun oyun arkadaşı yoktu. Sürekli kütüphanecilik, mağazacılık, evcilik oynardık. Ali Deniz daha çok Nehir’le oynuyor ama arada beni de istiyor oyunlarında ;) Hamur yapıyoruz, boyama yapıyoruz, bazen Nehir, Ali Deniz’in yüzünü boyuyor boyalarla J
Kimi zaman müzik açıp deliler gibi dans ediyoruz ailecek J

Hobilerine de vakit ayırabiliyorsun, tebrik ediyorum seni. Bu kadar çok vakti nasıl buluyorsun yoksa zamanı iyi yönetebilenlerden misin?
Keçelere, etaminlere, boncuklara, çiçeklere J
Ortaokuldan beri yapıyorum aslında el işlerini, zaman zaman ara versem de, terzi bir annenin kızı olmamdan sanırım hep yatkındım bu tür işlere. Keçe ile çok uğraşıyorum biliyorsun ;) Bunlar için zaman yaratıyorum aslında. İki arada bir derede elime bir iş alıyorum. Bir işi tamamlamadan bir sonraki aklıma düşüyor. O zaman da çok heyecanlanıyorum yeni iş için…
Eşim bana her konuda çok yardımcı, çocuklarım da sakin çocuklar ve ben de biraz tembelim ev işleri konusunda, kalan zamanlarımın tamamını hobilerime ayırıyorum, çünkü böyle mutlu oluyorum ve biliyorum ki, ben ne kadar mutluysam çocuklarım da o kadar mutlu J
Biliyorsun şimdi bir de yüksek lisansa başladım üstelik, dersler, çocuklar, hobiler, mutfak vs. zor gibi gözükse de gözümde büyütmüyorum, sırasıyla hepsini yapmaya gayret ediyorum. 

Tatillerde kaçabildiğiniz bir bahçeniz de var değil mi? Meyveyi dalından koparıp yemenin de tadı başkadır. Çocukların toprakla arası nasıl?
Köyde bahçemiz var, babamın diktiği fidanlar ağaç oldu, meyve veriyor J  Çocuklar köyde, bahçede çok mutlu, dalından kopardıkları domatesleri, biberleri, salatalıkları, dutu, inciri büyük bir iştahla yiyorlar ve ben çook seviniyorum ;) Şanslıyız bu konuda çok şükür, Allah babama upuzun, sağlıklı bir ömür versin inşallah…

Sence İstanbul gibi bir büyükşehirde çocuk yetiştirmek avantajlı mı yoksa dezavantajlı mı?
Eminim herkes bu soruya dezavantaj diyecektir. Ya da belki ben küçük yerde yetiştiğim için, köyde doğduğum için böyle hissediyorum. İsterdim ki çocuklarım büyükşehirde değil, memleketim olan Yalova’da büyüsünler, sokakta oynasınlar. Dört duvar arasında geçmesin günleri, AVM yerine sahile, parka gitsinler her fırsatta… Köye daha çok gidebilsinler, daha çok toprağa değsin ayakları, temiz havayı çeksinler ciğerlerine, belki birkaç yıl sonra gerçek olur bunlar, inşallah diyeyim…

(Bunu sormazsam olmaz) Ali Deniz’in suyla arası düzeldi mi :)
Düzeldi çok şükür ama ille onu babasının yıkamasını istiyor J Dün akşam “Ben yıkayayım seni bu sefer!” dedim de, bana “Sen hiç güzel yıkayamıyorsun, babam yıkasın!” dedi J Yıkansın da kim yıkarsa yıkasın J

Nehirle anne-kız vakitleriniz oluyor mu?
Oluyor, en çok da tatillerde ;)  Baş başa Sır Kafemize gidiyoruz J Yeyip, içip, sırlarımızı paylaşıyoruz J kızım büyüyor, bana arkadaş oluyor, fikir veriyor, bazen nasihat bile ediyor J)
Kardeş kavgaları çok oluyor mu yoksa büyüdükçe kavgalar yerini birlikte oynamaya mı bıraktı?
Yok, bizde çok kardeş kavgası olmuyor. Ali Deniz tutturuyor bazen ama Nehir çok olgun bir abla olduğu için çoğunlukla suyuna gidiyor, gitmediğinde, kriz çıktığında da biz müdahale ediyoruz ama bunlar çok az, büyüdükçe daha da…

Anne adaylarına ve benim gibi taze annelere neler tavsiye edersin?
Annelik içgüdüsel bence, ille anne olmak da gerekmiyor bunun için, kadın olmak yetiyor  sanki bu içgüdüye. Çok özeliz biz, annelik bize bahşedildiği için gerçekten özel yaratılmışız.
Çocuklarımız hep çok kıymetli, onların saçının teline zarar gelsin istemeyiz ama onları çok da narin, korunaklı  yetiştirmemeliyiz, “Prens, prenses” gibi değil de, komşunun çocuğu gibi, köylerdeki çocuklar gibi “çocuk” gibi yetiştirmeliyiz. Desteklemeli ama her daim de tetikte olmamalıyız, düşmeli, kalkmalı, bazen üzülmeliler ki hayatın hep güllük gülistanlık olmadığını idrak edebilsinler…
Hamilelikten başlayarak ne kadar huzurlu, mutlu anne: o kadar huzurlu, mutlu bebek-çocuk denklemine inanıyorum. O yüzden mutlu  evlilikler yapmalı… Mutluluk elbette her daim olan bir şey değil ama mutlu anlarımızı çoğaltırsak, kıymetini bilirsek, bizim pozitifliğimiz bütün yuvaya yansıyacaktır. Kendimden biliyorum anne-baba arasındaki en ufak bir huzursuzluk, katlanarak çocuklara geçiyor.
Bir de çok fazla çocuklara endeksli yaşamamalı, yapacaklarımızı sürekli ertelememeli, çocuklar büyüsün diye beklerken bizim de ömrümüz geçiyor çünkü…
Biraz geniş olmak lazım bu dünyada, kişilik olarak azcık rahat olmak lazım, üç günlük çünkü dünya, güzel yaşamak lazım, takılmadan, çok üzülmeden, daralmadan ve daraltmadan…
Bu söylediklerim taze annelere ya da anne adaylarına değil de herkese gibi oldu. 
Son olarak diyeyim ki “Allah herkesi evladından güldürsün” J

Katıldığın için çok teşekkürler…
Esracığım geç yanıtlayabildim sorularını ama inan büyük bir zevkle, seninle sohbet edermiş gibi yazdım cevaplarımı, ben çok teşekkür ederim, güzel Elifini güle güle büyüt, sağlıkla, mutlulukla, huzurla geçsin günleriniz…

Sevgili Esen, sohbet sahiden de 10 numara olmuş, bir çayımız eksik. Yanına kek/kurabiye de Ali Deniz'den gelsin artık :) Çocuklarını çok güzel yetiştiriyorsun, annelik tarzı olarak cidden örnek aldığım bir insansın. Anne-kız sohbetlerine ve sır paylaşımlarınıza bayıldım. Elif hemen büyüsün istiyorum şu an şu dakika :) Dilerim Yalova, emeklilik, keçe tüm hayallerin gerçek olur ve (maşallah diyorum burada) güzel ailenle bir ömüüüür boyu mutlulukla vakit geçirirsiniz :) İyi ki varsın...
***Çok önemli not: Sevgili anneler, bu sohbet tamamen keyif amaçlıdır, ne olur geç kaldım diye düşünmeyin. Rahat rahat gönlünüzce, yanınızda kahveniz/kurabiyenizle cevaplayın soruları olur mu :) Hepinize yeniden çok teşekkür ediyorum katılımınız için.


Devamını oku »

26 Kasım 2014 Çarşamba

Bu aralar / Sorgulamalar

Bazen sadece buraya yazmak bile rahatlatıyor beni, sonra taslaklara kaydediyorum yazdıklarımı ve yayınlamıyorum :) word belgesi açsam da aynı şey aslında ama blogumu seviyorum hem de çok. (Bu yazıyı da yayınlamazsam taslaklar "e bir yeter artık" diyecek.
Bu aralar bir takım sorgulamalar halindeyim. Hani ergenlik zamanı olur ya "kimim ben, hayattan ne istiyorum" vb. Şimdi aklımdakiler bunlara benziyor. Karşılaştığım birçok konuya eleştirel yaklaşmaya başladım.
"Çocuk eğitimi" bunların en başında elbette ki. "Mükemmel anne" olmaya çalışmıyorum çünkü zihnimde de öyle bir anne yok. Kendi annem gibi olmaya çalışmıyorum. Ama bazen fark ediyorum ki kendi annem gibi "olmamaya" çalışıyorum. Bu çaba da beni ikilemde bırakıyor haliyle. Yani doğrusu annemin yaptığı gibi onu biliyorum ama sanki o hareketi yaparsam anneme benzeyecekmişim gibi geliyor. Dün belki de ilk defa anneme"bizi gerçekten çok iyi yetiştirmişsin" dedim, güldü o da. Düşündüklerimle söylediğim şey zıt gibi görünse de tam olarak öyle değil. Annem kendi şartlarında ve kendi bildikleriyle bizi en iyi şekilde yetiştirdi,ona şüphem yok. Yoksa bu kadar harika insanlar olmazdık :) * Harika'dan kastım canım kardeşim aslında, benimle ilgisi yok harikalığın. Şaka bir tarafa, Elifle baş başa kaldığımız an'larda hep bunu düşünüyorum. "Onu ben yetiştiriyorum" diyorum. Ki benim aklımda olan ve hep istediğim bir şeydi, çocuğumun hamurunu kendim yoğurmam. Elbette ki gözden kaçırılmaması gereken en önemli nokta çocuğumuzun bizim bir uzantımız/devamımız olmadığını görebilmek. Ayrı bir birey olduğu algısı. Sağolsun Elif de şimdiden bunu pek iyi hissettiriyor. Hiç ben gibi değil. Sevmediyse "sevmiş gibi" yapmıyor, sevmediğini söylüyor. Açık ve net. Gelelim annemle ilgili olan kısma. Daha önce çok kez yazmışımdır, annem 41 yıl çalışmış çocukları çok seven bir emekli öğretmen. 17 yaşında atanmış, çalışabilmek için yaşını büyütmüş. Ve geçtiğimiz 24 Kasım'da inanamadığım kadar çok öğrencisi aradı. Hani abartmıyorum o gün telefon en az 50-60 defa çaldı. Annem kendini tanıtırken de soyadını söylemezdi, "Gönül Öğretmen" derdi :) Ama çok sağlam bir Başak burcu aynı zamanda. İşte bu iki özellik benim gibi rahatına düşkün bir Balık burcu için zaman zaman sıkıcı olabiliyordu. Öğretmenlerimin çoğu annemin arkadaşıydı ya da annem okula gelir ve benimle ilgili bilgileri hep güncel tutardı. Tüm bunları iyi niyetle yaptığını biliyorum ve bugün bir yere geldiysem (madden değil elbette manevi olarak, yani bu satırları bile yazıyorsam) onun emeği sayesinde. Hakkını cidden ödeyemem. Diğer taraftan da acaba az daha gevşek mi bıraksaydı bizi dediğim zamanlar olmuyor değil. Ki bu da normal sanırım. "Mutlu anne, mutlu bebek" lafı var ya; işte orada yazan "bebek" 29 yaşına da gelse annesinden etkileniyor sahiden. Annem 1 hafta bizimle kaldı ve bolllca Elifi sevdi, pardon "balım sultan"ı sevdi :) Yüzüne baktım hep gülüyor, torun sahiden başkaymış :)
İnstagram konusunda çok fazla gel-git yaşadığım bir dönemdeyim. Sosyal medyanın sadece blog kısmını kullanmaya dönmek istiyorum sanırım. Facebook zaten varlığını unuttuğum bir mecra. Twitter nadiren kullandığım bir mavi kuş. İnstagramı ise çok seviyordum. Ta ki bir aydınlanma yaşayana kadar. Tüm sosyal medyada var olan şu "beğen" butonuna iyice sinir olmaya başladım. Bir şeyler paylaşmak güzel ancak o "beğenme" hali de nedir? Yani hep bir rakamsal işlemler. Takipçi sayısı, beğenme sayısı... İnstagramı kullanırken bu sayıları hiç önemsemesem de varlıkları bile beni rahatsız etmeye başladı. "Görüp geçmek" ya da "varsa bir söyleyeceğimiz yorum yazmak" da yeterli benim için. Sevmediğim diğer bir tarafı da insanların kavgaya tutuşması. O nasıl bir şey ki? Çok sade bir fotoğraf paylaşılıyor ve altına gelen yorumlarda "ooo paranız var geziyorsunuz, giyiniyorsunuz" vs. yazılıyor. Benim başıma hiç gelmedi ama okuduklarımdan sonra iyice uzaklaştım. Hava atma mecrası olarak da kullanılıyor, onu da yazmadan geçmeyeyim. Okunan kitaplar, gidilen konserler vs. Paylaşmak güzel bir şey ama sanki onun da bir ayarı olmamalı mı? yani kuafördeki saç boyanırkenki fotoğraf ya da banyo lavobosundaki kılların da paylaşılmasına gerek var mı? Ben bir şeylerin karar merci değilim elbette, en çok söylenen laf "beğenmezsen takip etme" :) Peki, etmem.
Bir de kendi içimde de "ya ben şimdi bu fotoğrafı neden paylaşıyorumki, amacım ne?" dediğim öyle çok an oldu ki... Benim asıl dünyam blogda yazdıklarım. Ancak blogumu duymayan/bilmeyen ya da yazdıklarımı okumayanlar instagramdaki "o an"lık fotoğrafımı beğense ne olur ki? hayatıma dahil mi olur? Bence olmaz. Fotoğrafların altındaki yorumları bile okumadan geçenler var. Kişi belki sadece çiçek fotoğrafı koymuş ama altına bir dolu güzel şey ya da anısı olan bir şeyler yazmış, belki de bir yakınını kaybetmiş... Refleks olarak "kalp" ile beğenmemiz ne kadar samimi?
Bu blogun eski adı: kahvenin yanında :)
Aklıma takılan bir diğer konu da elbette ki arkadaşlık. geçen gün de yazmıştım aslında biraz. Orada takılıp kaldığımdan değil ama bazen şunu da düşünüyorum. Sosyal medya ya da cep telefonlarıyla birbirimize yakınlaştık mı yoksa birbirimizden uzaklaştık mı? Sanki yakınlaşırken uzaklaştık... Çok kısa sürede birbirimizden haberdar olmamız birbirimize olan ilgimizi arttırmadı sanki. Herkes biraz kendi kabuğunda kendi hayatında yaşar oldu. Çok "gündelik" olduk, "nasılsın, iyiyim canım, sen nasılsın" :) hayatımızın özeti bu kadar mı?

Bu ara burnumu sızlatan diğer bir konu da Lokum. Şu alerji işinin bir çözümü olsa ve karabalık o tedaviden olsa bebek-kıl-tüy demeden Lokum'u geri alırdım. Bu arada Lokum cidden iyi,.(Tangül, burada lafım sana, o hala benim kedim, çok sahiplenme, ne oluyor öyle birlikte uyumalar falan :)
Lokum hep hayatımda olacak diye düşünmüştüm ben. Yani nereye gitsek ve ne yapsak o hep bizimle olacak. "2 Balık 1 Kedi 1 Elif" olarak... Kısmet değilmiş diyeyim, lafı daha uzatırsam laptop da yıkanacak :/

Geçen gün eski fotoğraflara baktım. Sonra da ağladım. Eski fotoğraflar insanı neden ağlatır hiç bilmiyorum. O günleri özledim desem, ki olabilir. Çok şükür bugünlerimizden de memnunum. Yani o an'ı yaşamak daha güzel değil midir? (Gece, yine sana selam gönderiyorum buradan) Ama arada fotoğraflara bakıp kaçamak da yapılabilir sanırım.

Bir diğer konu"ne yapmak istiyorum". Aslında şu ara Elifle "iyi vakit geçirici" olmaktan o kadar mutluyum ki. Her gün bloguma da bir şeyler eklesem, kitap okusam ve yarının yemeğini yapıp yatsam oh değmeyin keyfime. daha ne olsun zaten değil mi :) Benim hiçbir zaman "daha daha daha fazlası"nda gözüm olmadı. İşe girerken de şöyle dua etmiştim. "Sevdiğim iş olmayacağını biliyorum ama en azından kira, faturalar vs. dışında kitap,cd alacak kadar param kalsın." :) Sevdiğim iş olmayacağını nereden biliyordum??? Hmmmmm, cevap önceki yazılarımda olabilir.

Kendimle ilgili sevmediğim bir özelliğim de çok ama çok alıngan olmam. Yani sanki biri çok basit bir şey söylese o cümleden kendime nem kapacak bir şeyler cımbızla çekiyorum. Neden böyle oluyor hiç bilmiyorum. En azından bunun farkına varmam bile beni arada rahatlatıyor :) Belki bir gün bu satırları daha da açarım, kim bilir. Ne de olsa her insan bir deniz :)

"Kardeşlerin ayrı şehirlerde yaşamaları yasaklanmalı ve bu yasak hemen bugün uygulanmalı" diyorum. Kimler bana katılıyor? Zaten hepi topu 1 tane kardeşim var. O da uzakta :/ Teyze olacağım inşallah, yeğenim beni tanıyamadan büyüyecek :/ Bu duruma canım sıkılıyor. Neyse ben kendimi hiç özletmem, fırsatını bulur hemen koşarım onların yanına.

Döndüm dolaştım, yine annelik konusuna geldim. geçen günlerde çok fena birkaç aydınlanma oldu ve ben o meşhur annelik vicdan azabıyla tanıştım. kendisi hala içimde bir yerlerde ve hala beni kaşımaya devam ediyor. Ne kadar üzülsem de ondan kurtulamayacağım sanırım, bu konuyu da ayrıca anlatmak istiyorum. Konu başlığımız uyku... Evet şu meşhur mesele.

Siz de çocuğunuzun geleceğinden kaygı duyuyor musunuz? Elbette ki dediğinizi duyar gibi oldum. Ya da benim kulaklar paslandı :) Haberleri hiç izlemesem de -ciddi anlamda şu an Dünya ve Türkiye gündeminden uzağım, bir ara baktığımda Kenan Işık başını çarpmıştı, üzüldüm, daha da baktım, umarım iyileşmiştir- ülkenin malum gidişatından haberdarım. Bu konuya canı sıkılmayan var mı bilmiyorum. Tek anlamadığım silik hafızamız. Allah korusun yarın bir gün kötü bir şey olsa-olduğunda- ooo hemen celalleniriz, asar keseriz, suçlarız hatta sosyal medyada bununla ilgili paylaşım yapmazsak ayıplanırız ama hiçbirimiz de yarın için bugünden bir şeyler yapmaya çalışmaz. (yapan istisna insanları dışarıda tutayım ama ben onlardan değilim maalesef) Hal böyleyken de "bak ya adamların yaptığına" demek kuru laftan ibaret kalıyor. Düşünüyorum bazen adamlar onu yaptı da sen ne yaptın acaba onu değiştirmek için diye? Haberleri izlememek bir çözüm mü mesela? Değil elbette ki ama 7,5 aylık bir bebeğe günde 10-12 saat tek başına bakınca moralinin yüksek olmasının önemini biliyorum. Sahiden canımı sıkmak istemiyorum. Bu kadar açık ve net. Bencillikse de bencillik olsun adı. Elif'in geleceği ile ilgili kaygı duymamak da zorlaşıyor. Çok kurmuyorum aslında ama daha şimdiden bunların aklıma gelmiş olması bile yeterince vahim sanki. Yani neden vakti gelince gider bir devlet okuluna diyemiyoruz? Sahi bilmiyorum siz diyebiliyor musunuz? Ben özel okulda sadece ilkokuldayken 3 sene okudum ve aradaki farkı az çok biliyorum. Gönlüm kesinlikle devlet okulundan yana. Ama şöyle bir durup bakınca genel gidişata ve sosyo kültürel yapılara. Kaygılarım artıyor. Hep ben mi koruyacağım ki onu diyorum mesela. Hangi durumda ve şartta olursa olsun kendini koruyabilmeli Elif. "meli/malı"... Bunlar bir cevap mı peki? Ya da şöyle düşünüyorum. Bizim maddi durumumuz başka şeylerden kasmadan sıkmadan Elif'i tüm öğrenim hayatı boyunca özel okulda okutacak boyutta değil. Ortalama ailelerden gelen ortalama geliri olan sade ve sıradan iki insanız neticede. Çocuğumuz özel okulda okusun diye tüm şartları zorlamalı mıyız? Geldiğimiz durum bu mudur? Biliyorum bunları düşünmek için erken ama en temel basamak kreş/anaokulunu düşündüm geçenlerde. İnşallah kızımı belli bir yaşa/aya gelene kadar kendim büyütmek istiyorum ama sonrası malum kreşe gidecek. Aklımdaki okullar ne yazık ki yurtdışındaki devlet okullarında var :) Türkiyedeki özel okulların sosyallik adı altında yazdıkları şeyler beni hiç cezbetmiyor. Satrancı, yabancı dili, ata binmeyi, tiyatroyu çocuğumla hafta sonu ben de yapabilirim. Ve hala neden o çok para verilen okullarda kimsenin tavsiye etmediği kutu meyve sularından verilir, onu da anlayamıyorum. Dedim ya bu ara anlamlandıramadığım şeyler var diye.

Bir diğeri; sosyalleşme. Beni bilenler bilir ki kalabalıktan hiç hoşlanmam, kalabalıklarda hep içime kapanırım, neredeyse hiç konuşmam. Daha önce anlattığım gibi de çok fazla arkadaşım yok. Bu durum da beni rahatsız etmiyor. Sosyal medya aracılığıyla tanıştığım, görüştüğüm, sevdiğim insanlar var. Tek tek yazsam yazamam, hepsini ayrı ayrı çok seviyorum. (Yeri gelmişken, kalbimde apayrı olan sevgili Esen haaarika bir çekiliş hazırlamış, yanlış çok kişiye duyurmadan sessizce gidin ya da hiç gitmeyin çünkü kesin biz kazanacağız Elifle :)
Komşularımdan bahsetmedim sanırım burada. Yaşı en küçük olan benim. Çoğunluğu da çalışmıyor. Kafa yapılarımız çok uymasa da tabak alışverişimiz, arada "nasılsın" diye zile basmışlığımız var. Ben çoğunu yeni yeni tanıyorum, çalıştığım zamanlarda sadece asansörde görüp selamlaşıyordum çünkü. Önyargılarımdan utandıklarım da oldu ama bana kendimi kötü hissettirenler de. Mesela neden her karşılaşmamızda aynı komşum bana "kilo almışsın, saçın beyazlaşmış, cildin kötü" vs. diyor, bunu anlayamıyorum. Doğum kilolarımın hepsini veremediğim gibi öncekine eklenen şahane bir göbeğim olduğunu gizlemiyorum zaten. Bir de ciddi anlamda barışık olduğum beyaz saçlarım var. Onları da gizlemeye ya da boyatmaya çalışmıyorum. Ergenliğimden beri yüzümde sivilce var-dı, şimdi sadece izleri var. Ama ben mutluyum halimden. "Ya niye böyle" dediğim zamanlar da oldu ama sanki hayat bu kadarcık şeyleri kafaya takacak kadar uzun değilmiş gibi geldi ve ben de rahatladım. Bir de şu malum "üşüteceksin çocuğu" lafı var. "Dışarı mı çıkıyorsun? Ama hava soğuk" diye beni korkutan komşuma "biliyorum hava soğuk, biz de temiz hava almaya çıkıyoruz zaten" dedim. Tamam kabul mesela bugün cidden çok soğuktu ve rüzgarlıydı. Elif değilse de ben çok üşüdüm hatta parmakları kesik eldiven giydiğim için kendime kızdım. Ama 15 dakika da olsa rahatladık, bence bu da önemli. Bir de şu da var ben sana soruyor muyum tüm gün çocuğun televizyon başında, aslında o çocuğa daha zararlı diye? Sormuyorum.

Bu kadar şeyi yazacağıma yarına yemek yapar hatta üstüne kek bile pişirirdim ama hiçbiri bu kadar şeyi yazdığımda hissettiğim rahatlamayı vermezdi.
Okuduklarımdan da bir şey anlamamaya başladım, sanırım bir "es" vakti benim için. Son okuduğum 2 kitap da beni çok etkiledi aslında. Biri "sıradan bir çocuk", diğeri de "benim adım hiçkimse". İkisinin hakkında da yazmalıyım mutlaka. Sırada yazılmayı bekleyen bir dolu kitabım var. Konularını, karakterlerini birbirine karıştırdım neredeyse ama bende bıraktığı duyguları unutmamışım. Ben de onlardan bahsederim fena mı :)
Yılbaşı ve çekiliş demişken katılanlar kaç kişi oldu sayamadım ama bugünlerde listeli olarak yayınlayacağım ki eksik kalmasın çünkü sahiden çekilişi Elif'e yaptıracağım, minik parmaklarıyla tutsun bakalım kağıtları. Paşabahçenin bir sloganı var ya paketlerin üzerine yapıştırıyor: "Hayat en güzel hediye" diye. Kesinlikle katılıyorum. Ama hayattan sonraki en güzel hediye kitap, benim için de tabii ki çocuk kitapları :)

Buraya kadar -sıkılarak da olsa- okumayı başarabilenler varsa 1 şarkı paylaşayım sizinle, çok sevdiğim bir şarkı: Dont worry Be Happy. Hayatın özeti aslında :)


Devamını oku »

21 Kasım 2014 Cuma

Araba Kullan(ama)ma :)

Araba kullanmayı çok severim.
Tabii ki çarpışan arabaları :)
Diğerleriyle pek aram yok hatta hiç yok.
Büyük şehirde ve uzakta yaşamıyor olsak ve arabaya binmesek çok rahatlayacağım.
Sırf bunun için bile sahil kasabasına taşınabilirim(diğer tüm sebepleri yazsam blog error verir :))
İlk arabam malum "Maviş"ti, kliması bile yoktu ama çok seviyordum onu. Minicik mavi bir araba. Derken bir gün onunla kaza yaptım, başka bir arabaya çarptım ve o günden sonra bende trafik korkusu başladı. Kimseye bir şey olmadı aslında sadece maddi hasarlıydı hatta öteki araba daha da suçluydu ama o anki ruh halimi hatırlıyorum, o kadar dalgındım ki...
Benim esas sorunum bu: aşırı dalgın olmak.
Bence arabaya sticker olarak yapıştırmalıyım bunu: "Aşırı dalgın şoför geliyor, yoldan çekilin!" şeklinde :)
Tüm bunları otomatik arabayla yaptım bir de.
Sahi ben buraya ehliyeti nasıl aldığımı yazmadım değil mi?
Ben olsam bana asla ehliyet vermezdim :)
Uygulamalı olan sınavda vites değiştirmeyi unutup 1. vitesle kamyon sollamaya çalıştım. Araba bildiğin tekleyerek ilerliyor, hoca arkada bana kızgınca bakıyor, sınav görevlisi de "acaba vites mi değiştirseniz" diyordu ki kamyon şoförünün bana "ne yapıyorsun ya sen" anlamına sahip el kol hareketi yaptığını gördüm. O an hala zihnimde. Muhtemelen vücudumdan çıkan terle arabayı yıkayabilirdik :) Tabii ki o sınavdan kaldım. Hatta sadece ben kaldığım için sürücü kursu ve hoca bana kızdılar. Derken 2. sınava girdim ve girerken elime yazdım: "Vites değiştir!" Sanki tek sorun buymuş gibi :) O kadar yavaş gitmişim ki "biraz gaza basabilirsin" diyerek yine uyardılar. Hoca da arkadan şu cümleyi kurdu: "İkinci defa giriyor"... yani anlamı şu: "bir zahmet geçirin şu kızı yoksa elimde kalacak" :) neyse geçtim ama hala inanamıyorum. Bir daha da manuel araba kullanmadım hatta koltuğuna bile oturmadım. Bizim arabamız olmadı hiç. Dolayısıyla araba kültürüm de yoktu zaten.
Gelelim bugünlere...
Nicedir arabayı karabalık kullanır ve ben hep "yavaş!" şeklinde ikaz ederim 70le de gitse :) (* Esen burada sana sevgilerimi gönderiyorum, benden olduğunu bildiğim için :)
Hatta geçenlerde taksiye bindik Elifle şoföre "bizim acelemiz yok" dedim hani yavaşlasın diye, "abla zaten 60'la gidiyorum hem ben usta şoförüm" dedi. Aman yahu herkes de çok biliyor... Korkuyorsam korkuyorum arkadaş ne yapayım :)
Gelelim bugüne...
Annem ve karabalık (aaa buraya yazmayı unuttum bak annem geldi 1 haftalığına) anlaşmışçasına "arabayı kullanman lazım" deyip duruyorlar. Beni geceden aldı mı stres. Elif'i aile hekimliğine götüreceğiz boy-kilo takibi için. Bana kalsa o dik yokuşa rağmen bebek arabasıyla giderdim. Elif'i arkada birinin zapt etmesi şart yoksa katiyen durmuyor. Neyse annem var, iyi güzel.
Ben elimde arabanın anahtarı düştüm yola. Bindik arabaya. Arabayı çalıştırıyorum ama araba gitmiyor (manuel değil bu arada :) karabalığı aradım. "El frenini çektin mi?" dedi. "E heralde" dedim hava atarak. "Yalnız hangisi fren hangisi gazdı, onu karıştırdım" :)) Annem hemen "istersen yürüyerek gidelim" dedi. Beni aldı mı gülme. Arabaya binene kadar "aslansın kızım yaparsın" diyen kadın, halimi görünce vazgeçti :) Teyzem de yukarıdan dua ediyor bize :) Sonra ben dedim ki telefonda "n" ile gidilmiyor muydu? meğerse o arabayı boşa alıyormuş, d yani "drive" ile gidiliyoruş. "E peki hangisi gaz" dedim. "basınca anlarsın" dedi :) Gaza bir anda basıp öne doğru atılınca anladık zaten de yüreğimiz ağzımıza geldi. Annem "İstersen hala yürüyebiliriz" diyor. Bak sen... "Yok yok, zorluk buraya kadardı, götürürüm şimdi" dedim. Hakikaten de götürdüm. Aile hekimliğinden ayrılırken annem "sen dönüşü yap, biz arabaya öyle binelim" dedi :) "İyi peki"...
Neyse gittik ve geldik sağlimen, çok şükür.
Hala düşünüyorum bana o ehliyeti nasıl verdiler acaba?
Bu arada kazadan önce o kadar rahat araba kullanıyordum ki (Ankarayı bilenler için söylüyorum) Bahçelievler 7. caddeye paralel dar caddelerde geri geri yüzlerce metre gitmişliğim var :) Hem de başka bir arabaya çarpmadan!
Rüyalarımda da sıklıkla araba kullanırım ama rahatımdır hatta fazla rahat.
Karabalığa göre ben ondan daha iyi araba kullanıyormuşum.
Duy da inanma :)
Ne dersiniz, ara ara alıştırma yapıp trafiğe çıkmalı mı yoksa hepimizin sıhhati için araba sevdasını rüyalara mı devretmeli?
Tavşandan sürüş dersleri mi alsam :) Benden daha havalı duruyor, orası kesin :)

Devamını oku »

20 Kasım 2014 Perşembe

Yılbaşı Kitap & Kart Çekilişi :)

Bu sene için aklımda sevdiğim insanlara kart göndermek var yeni yılda, daha önce söylemiştim.
Birkaç farklı mecrada da kitap çekilişine katılmıştım ki...
Aklıma geldi; ben niye burada "yılbaşı kitap & kart çekilişi" etkinliği yapmıyorum diye?
(1 tane bıdıkla koşturduğum için olabilir mi acaba? Mümkün tabii...)
Neyse ben bahane üretmeyeyim de keyifli bir şeyler yapayım istedim.
Yılbaşı yaklaşınca benim de içim kıpır kıpır oluyor.
Katılmak isteyenler bilgilerini 2balik1kedi@gmail.com adresine göndersinler ve son tarih de 30 Kasım olsun, ne dersiniz?
Aralık ayının hemen başında ben Elifle beraber oturayım ve çekilişi yapayım(onsuz olmaz tabii ki) ve herkese kime çıktığını mail atayım.
Umarım karışık anlatmamışımdır ve de yapabilirim bu işi :)
*Benden kaynaklanan gecikmeler için şimdiden özür dileyeyim peşin peşin.

Aslında sadece çocuk kitapları olsun istemiştim ama karabalık hatırlattı; herkes çocuk kitapları sevmeyebilir, okumayabilir diye. Mantıklı tabii.
Kısacası güzel bir çekiliş olsun, keyifli vakit geçirelim ve birbirimize kitap hediye edelim (yanında kart da olsa fena olmaz sanki)
Maillerinizi bekliyorum(z), çekilişi de minik parmaklarıyla Elif yapsın bence, o nasıl olur :)

Devamını oku »