Drop Down MenusCSS Drop Down MenuPure CSS Dropdown Menu




20 Ekim 2015 Salı

Günün Mutluluk Sebebi-12

Önceki yazılara bakmama rağmen, bu sayma işini hala yanlış yapıyorum ama olsun :) Önemli olan niyet sanırım.
Bu yazıyı dün yazmaya niyetlenmiştim ama iyi ki yazmamışım, meğer ekleyeceklerim varmış bugün, haberim yokmuş.
Bu kısmı sona saklayacak olursam,
Geçen hafta iş yerine yakın bir parkta kendi çapımda yaptığım birkaç piknik etkinliği bana nasıl iyi geldi anlatamam.
Elimde Manolito'nun devamı olmadığı için son 1-2 sayfayı okumayı erteliyorum. O kadar çok güldüm ki Can Çocuk'tan İpek'e şöyle bir mesaj yazasım geldi: "Sevgili İpek, lütfen Manolito gibi kitapların kapaklarına şu ibareyi yapıştırın: aşırı dozda kahkaha içerir, parkta yalnızken okursanız sizi deli sanabilirler/çocuğunuz uyurken okumayın, gülme sesinizden uyanabilir" Bence bazı kitaplara buna benzer bir işaret yapıştırılmalı. Buraya bir ara çok aşırı güldüğüm kitapları da yazayım. Aklıma ilk gelen "Osuruk Tozu" oldu. Tamam ismi de komik ama ilk 2 kitap sahiden çok bombaydı. Karabalık o ara beni ne zaman gülerken görse "Sen yine osuruk tozu mu okuyorsun?" diyordu :)

İkinci sefer çok daha güzel geçti, bu kez şalımı serip yere oturdum. Simidimi paylaştığım kuşlarla neredeyse sohbet ettik, kaçmadılar. Lakin heyecanla giden kitabımı okuyamamaya başladım çünkü baskı hatası vardı :( Ve normalde en az bir yedek kitap yanımda taşımama rağmen o gün yanımda yedek kitabım yoktu. Peki dedim, defterim illa yanımdadır, bir şeyler yazayım, not alayım, resim çizeyim(kendimce). Defter vardı ama kalem yoktu yanımda iyi mi. Ben de oturdum ve "hiçbir şey yapmamanın" tadını çıkarttım. Bunu yapamam sanıyordum, bana kaşıntı basar çünkü, illa bir şeyler yapmam gerektiğini düşünürüm. İlginçtir o gün kafamı kaldırıp ağacın dallarını seyretmek bana çok iyi geldi ve aklıma başka da bir şey gelmedi.
Kaybolduğundan emin olmaya başladığım postalarımın bir gün aniden posta kutumu tepeleme olarak doldurduğunu görünce gözlerime inanamadım. Mektup arkadaşlarım var benim, onların ne yazdığını heyecanla bekliyorum. Postcrossing devam ediyor. Bana gelen kartları bir ara buraya da koyayım. Soldaki de can kuşum balığım Ayçam (Eda'yı sayma zaten :P) Sağ taraftaki pandaları hatırlayanınız oldu mu bilmiyorum ama hikayeleri şöyleydi. Sağ üstteki kablo da karabalığın masasından benim tarafa taşanlar. Benden ona sadece kalemler taşıyor oysa ki :)

Bu da bu sabahtan. Elif'in kreşinin tam çaprazındaki parkta kendi haline bırakılmış Japon Elması ağacından. İki tane koparmıştım, birini düşürdüm. Ötekini de keyifle yedim, tadı müthişti. Şalımda kalan saç telini görmezsek elmanın şalım ile uyum içinde olduğunu söyleyebiliriz. Çok mutlu oldum kendisi ile tanıştığıma :)

Veee en sona sakladığım bir haber. Haber yazınca heyecan uyandırdı belki ama "haber değeri" olan bir şey değil. Sadece bir keşif. Yazılarını keyifle takip ettiğim bu blogdaki şu yazı. Bu defteri "mutluluk sebeplerim" ile ben de mi yapsam acaba? Çok heveslendim... Bu yazıda yer alan bir cümle beni bu ara biraz fazla iyi anlatınca kendime bir "dur" demek istedim. İşte şurası:
"Her şeyin bir dönem üst üste kötü gittiği zamanlar olur ya, o zamanlarda hayatımızla ilgili genellemeleri daha çok yaparız. "Çok yorgunum, hep yorgunum. Enerjim yok. Kendime vakit ayıramıyorum. Zaten ben hiç... Zaten sen hiç..." gibi şeyler söylemeye yatkın oluruz ve kalan güzelliği de biz kaçırırız. O zamanlarda açtım defterimi ve baktım. Hayır hiç de öyle olmadığını gördüm. Sonra insan şükür okuya okuya şükreder hale yeniden geliyor. O işe de yaradı."

Evren bana mesaj mı veriyor acaba, defterime hemen başlamam için? Bu yazıyı "yayınla" demeden az önce (30 saniye kadar) postacı amca bu pakedi getirdi. Ben şok oldum açıkçası. Hiç beklemiyordum böyle bir kutu. İçindekileri çeksem sanırım neden inanamadığımı anlardınız :) Canım kitapkurduanne arkadaşım Akça göndermiş bana, nasıl mutlu oldum anlatamam. Kattaki herkese kutuyu gösterdim sanırım :) Kutunun yanındaki defterim "her şey" defterim oldu ama aslında blog defterim. Kutunun üst tarafındaki çantayı ise bana canım Özlem çizmişti, onu kullanmaya kıyamıyorum ama kullanmayınca da üzülüyorum. Kısacası bugünün şükür sebepleri bir dolu :) Öğlen de kkk(küçük kıvırcık kuzen) ile piknik yaptık, heyooo :)

                                                                                ***
Blogda birkaç değişiklik yaptım ve "evim" dediğim yeri biraz daha düzenlemiş oldum. Bunları tek başıma yapmayı beceremediğim için Sevgi Hanımdan yardım aldım. Aklımdaki birkaç ufak değişiklik dışında blogun son hali böyle, kategorili :)
                                                                                ***
O değil de üzerinde ismim yazılı kutum var artık benim ya, ben uçmayayım da kimler uçsun... Bir de içini görseniz :)
Devamını oku »

19 Ekim 2015 Pazartesi

Elif'in Kreş Günlüğü- 5

Bir önceki yazımı okudum şimdi, yine gülümsedim. İleride inşallah fikrim değişmezse çok şükür kreş hayatımız iyi gidiyor. Kreşi biz de seviyoruz. Hatta daha bu sabah "keşke ben de en azından bir yıl kreşe/anaokuluna gitseymişim" dedim. Beni de alsalar içeri, gireceğim sanırım :) Anaokuluna gittiğim ilk gün şişmanca bir kız beni köşeye sıkıştırmıştı, ondan korktum ve "oraya bir daha gitmem" dedim. Ve gitmedim. Anneme bu konuda hala kızıyorum. Sanki her dediğimi yaparmış gibi :) Gel bir konuş benimle, sebepleri, çözümleri, zorlukların üzerine gidilmesi vs hakkında. Şimdi bile zorluk görünce kaçışımda belki o ilk günün etkisi var :) (Abarttım evet)
Bence en güzel okul, çocuğun kendini mutlu hissettiği ve senin de anne baba olarak çocuğunu güvenle bırakabildiğin okul.
Kreşte bu ara en çok şarkı öğreniyorlar. Elif'in hareketlerinden "değiştir"şeklinde şarkıları biz de öğrenip söylüyoruz. Favoriler "anneni seviyorsan alkışla", "bak postacı geliyor", "ali babanın çiftliği", "otobüs gider döne döne" , mini mini bir kuş"ve "baby finger" Her birinin anlatımı farklı Elif açısından. alkış yapıyor, el sallıyor, minik kuşu camdan getiriyor, "baba-pişi" diyor, baş parmağını oynatıyor vs.
Geçen hafta uzaktan gördüğümüz bir öğretmen gelip bizimle konuştu. "Hi, I'm İrem Teacher." ile başlayan diyaloglar öğretmen açısından İngilizce, bizim tarafımızdan da Türkçe devam etti çünkü biz ne olduğunu anlamadık. Ben bu okulda İngilizce öğretildiğini bilmiyordum çünkü sormamıştım, böyle bir şeye gerek yoktu. Meğerse haftalardır ana öğretmenlerin dışında bir adet İngilizce öğretmeni varmış ve gün boyu onlarla berabermiş. "Baby finger"ı da o öğretmiş sanırım. İsminin "İrem" olduğunu duymasam tarzı ve aksanıyla yabancı biri zannederdim. Biz ısrarla Türkçe konuşunca -ne olduğunu anlayamadığımızdan- "Çocukların yanında Türkçe konuşamam" dedi. Biz de "hııııı" dedik :)
İngilizce konusunda -ileride fikrim değişir mi bilmiyorum- ben biraz daha farklı düşünüyorum. Özellikle küçük yaş gruplarında okulun yani kreşin amacının "mutluluk" ve "oyun" olması sanki yeterli. Çocuğa devamlı bir şeyler öğretmeye çalışmak (şarkılar hariç) gereksiz geliyor bana. Ama bir taraftan kızı 2 yaşında olan bir baba görüyoruz. Parkta da devamlı karşılaştığımız için diyalogları çok net duyuyoruz. "Salıncak ne renk?" diyor. "Mavi" değil de "Blue" yanıtını istiyor mesela. Eleştirmek midir bunun adı bilmiyorum ama sanki çocuk orada sadece salıncağa binse, yeterli değil mi? (ya da belki de ben sadece o an gördüklerimden dolayı adamcağızı yargılıyorum :)
Uşak-köy
Geçen ay yazmayı unutmuşum, hemşire emekliye ayrıldı. O kadar üzüldük ki. Nasıl desem, ben bu kadar güler yüzlü ve işini aşkla yapan başka bir hemşireye daha önce hiç denk gelmemiştim. Çocuklara resmen annelik yapıyordu. Onun yerine gelen hemşireye alışmaya çalışıyoruz hala.
Bu ara en yeni gelişme Elif'in saltanatının bitmiş olması :) 14,5 aylıkken başlamıştı ve en küçük oydu kreşte. Şimdi ise iki minik daha geldi. 13 aylık olan kız 2 ay erken doğduğu için, 12 aylık olan çocuğun da annesi vefat ettiği için özel durumları var. Elif de onları kıskanıp kendini yere atıyormuş. "Bırakın atsın, öğrenir zamanla" dedik ama zaten kime diyorum... Öğretmeni maşallah o kadar iyi biri ki. Aralarındaki dengeyi çok güzel kuruyor ve eminim Elif konuşmaya başladığında arkadaşlarını eve de getirmek isteyecek. Öğretmeninde en çok sevdiğim şey de pozitif ve çözüm odaklı olması. Uyku konusunda yaşadıklarımızda "İnanın bu da geçiyor, bir de şunu deneyebilirsiniz eğer isterseniz" gibi öneriler getiriyor. Birçok konuda böyle olunca, ben de ona danışıyorum ve hepsinde de haklı çıkıyor. Kendisi benim de öğretmenim gibi :) Sağduyulu ve asla kesin kurallarla bizi boğmuyor. Bir şeyin çocuğa göre olması ve ailenin otoritesi hususlarında çok güzel denge sağlıyor. İki tane kızı var, üniversitede okuyan. Kaç yaşında olduğunu bilmiyorum ama onun enerjisi bende yok, onu biliyorum. Onu görmek beni mutlu ediyor. Sanırım Elif'i de öyle :) (Çok şükür ve maşallah diyeyim)
Bir de unutmadan ve utanarak şunu yazayım: yemekler o kadar güzel görünüyor ki(isimlerinden) karabalıkla hep şunu konuşuyoruz; gitsek bizi de yedirirler mi :) Elif evde yaptığı birçok yemek yememe hareketini (eskiden yapmıyordu pek) kreşte nadiren yaptığından, gönlümüz rahat. "Tavuk suyuna çorba" yapacağım diye çok kasmıyorum kendimi işin açığı, evde ne varsa onu yiyor Elif de.
İnşallah günlerimiz hep böyle güzel geçer, Elif'i okula erken vermenin vicdan azabını hafifletmiş oluruz...

Devamını oku »

16 Ekim 2015 Cuma

Elif ve Uyku :)

Elif ve uyku konusu ne zamandır aklımda olan bir konuydu, yazarsam belki biraz daha rahatlarım bu konuda.
Elif doğmadan önce okuduğum "bebek büyütme kitapları"nda "uyku" bölümünü sahiden anlamıyordum. Okuduğunu anlayamama... O kadar çok cümle vardı ki, hepsinde de bir "yöntem"den bahsediliyordu. Aman sallamayın çocuğu, sakın emzik vermeyin, ya da bir dakika verseniz mi acaba, yok siz en iyisi ucundan koklatın gibi. Tüm bunlara ne gerek vardı bilmiyorum çünkü Elif gayet de yatağına koyunca uyuyacaktı. Tüm bebekler öyle değil miydi yoksa? (yazar burada saflığına gönderme yapmaktadır)
Doğum ile 10. gün arasında yaşadığımız sarılık sebebiyle Elif devamlı uyuyordu ve biz onu uyandırmak için burnunu sıkıyorduk. O zaman şu cümleyi hatırlayacağımı bilmiyordum tabii: "İleride acaba Elif'i uyandırmak için değil de uyutmak için çaba harcar mıyız?" Deme işte. Merak da etme değil mi.
10. gün başlayan ve yaklaşık 4.5 ay süren kolik sebebiyle Elif akşamları 17-23 arası ağladı ya da bağırdı. 23'ten sonra biraz bayılıyordu ancak sonra yine acıkma/gaz/uyku sürecine giriyorduk. Bu arada 2.5 ay boyunca anane-babaanne dönüşümlü olarak yanımızda olduğu için ben "görece" biraz daha uyuyabiliyordum.
Gündüz uykularında ise hiçbir zaman 30-45. dakika döngüsünü kıramamıştık.
İki aydan sonra Elifi bolca slinge koydum ki evde kimse yokken resmen kurtarıcım o oldu, üretenlerden Allah razı olsun :)
Elif 5 aylık olunca okuduğum tüm "uyku" kitaplarından da aldığım gazla uyku eğitimine karar verdim. Ancak birkaç hafta sonrasında tatil planımız olunca bu eğitimi tatil dönüşüne erteledim. (yazarken aklıma geldi de 1-2 hafta kadar "Tracy" denedim, başarılı olamadım)
Elif 6 aylık olduğunda Kim West ile uyku eğitimi denemelerine başladık. O günleri biraz daha iyi hatırlıyorum aslında, iyi niyetli bir çabamız vardı. Elif şimdikine kıyasla daha az direniyordu ve ağlıyordu. Sadece yanında durarak (1 saati bulsa da) onu uyuttuğumuz zamanlar oldu. (belki 1 ay falan)
7. ay civarı bir şeylerin tam olarak yolunda gitmediğini fark edip uyku danışmanlığı aldık ama sadece 1 saatlik olan seanstan. Çünkü bence biz bayağı yol kat etmiştik kendi çapımızda, sadece cilamız eksikti :) O görüşme bizim açımızdan çok başarılı geçti. Nelere dikkat edeceğimizi çok daha iyi kavradık. O saatten sonra bizi kimse tutamazdı.
Ya da tutar mıydı?
Çünkü unuttuğumuz bir şey vardı: DİŞLER !
Dırın dırın.
Biz ki Elif'in uyku saati aman kaçmasın diye sıfır sosyal hayat yaşayalım, sen gel bize "dişim çıkıyor" de. Oldu canım :)
Elif maşallah ve sağolsun dişlerini tek tek çıkarmadı. Mısır patlağı gibi iki seferde çıkardı. İlki 8. ay civarı, ikinci patlama da Avusturya tatilinde ağrıları başlayan ve 13. ay gibi kendini gösteren, kreşe başladığında da devam eden köpekler ve azılardı. O dönemlerde ağlamasını ve huysuzlanmasını normal karşıladık çünkü ortada bir "sebep" vardı. Buna şükürdü.
Lakin dişlerden sonra düzelmesini beklediğimiz, gündüz iyice yoruluyor kreşte gece de iyi uyur dediğimiz hatta üzerine kreş çıkışlarında parka götürdüğümüz, her gece yatmadan banyo yaptırdığımız, sakinleşsin diye kitap okuduğumuz bebemiz, Elif'imiz bizi yanılttı.
Kreşte oldukça sorunsuz ve çoğunlukla aralıksız uyuyan kendi değilmiş gibi davranıyor. İşte ben ona sinir oluyorum. Geçen gün öğretmeni "Elifi ben bir gece eve götüreyim, siz de lütfen uyuyun" dedi. İşte ona o an sarılmak ve şunu sormak istedim: "Şaka yapmıyorsunuz değil mi?" :) Tabii ki şakaydı.
Elif gündüzleri daha güzel uyusun diye 5. ay civarı odasını ayırdığımızda ona kalın perdeler almıştık. Ben ona klasik müzik, Barış Manço'nun ninnileri gibi cdler alıp dinletiyordum. Şarkı ile uykuyu bağdaştırsın diye. Pek olmadı.
Uyku ile en çok bağdaştırdığı şey uyku oyuncağı "nana" oldu. Rossman'dan tamamen öylesine bir pembe bir mavisini aldığım tavşancıklar Elif'in vazgeçilmezi. Mavisi kreşte hatta. Pembe tavşanın yanına bir de minik Minnie başlıklı uyku oyuncağını ekledi. Onların adı "nana" Neden böyle diyor, bilmiyorum.
16 aydan beri emzirme ile ilişkimiz de kalmadığı için (ikimizin de) memeye uyanıyor da diyemiyorum.
7-8 aylık mıydı tam hatırlamıyorum, geniz eti büyümesi olabilir demişti doktor, kbb'ye gittik. O da değilmiş.
Bir şeye alerjisi mi var acaba dedik ama gece ağıtının dışında çok şükür belirtisi yok. Reflüsü olsa gündüz kreşte uyuyabilir mi? Bilmiyorum.
Hafta sonu evde gündüz uykusu da hala 30. dakikada uyanma şeklinde.
Yatağında ve odasında mı bir şey var acaba dedik, yatağını kaldırdık, yer yatağı koyduk hatta daha önce üzerini hiç örtmediğimiz halde ayaklı uyku tulumu aldık, yumuş yumuş uyusun diye. O da olmadı.
Acaba bizi mi arıyor diye yanına uzandık, onu bizim yanımıza aldık... Onlar da fayda göstermedi. Uyandığında bizi görmesine rağmen şiddetli bir şekilde ağlıyor.
"Uykuya nasıl geçerse uyandığında da onu arar" tezini görmek için sabırla ve inatla kendi kendine uyuması için bekledik. Bekledik. Ve bekledik. O da olmadı.
Şu an biraz kucak, biraz ayakta sallama yöntemiyle, saç kurutma makinesi açık olarak, karanlıkta, uyku oyuncağıyla, yer yatağında uyutuyoruz.
Eve girişimiz 6.30, yemek yenmesi ve kalkış 7.30, banyosu vs. derken saat 8.30 oluyor. O ara biraz kitap okuyorum. Ve odanın ışığını kapatıp dışarıya bakıyoruz. "Kediler de uyumuş, köpekler de uyumuş, uyku vakti geldi Elif, bak herkes uyumuş" şeklinde onu uykuya hazırlamaya çalışıyorum. İşte tam o ara ağlamaya başlıyor.
"İyiydik böyle, ne uykusu" şeklinde. Bahaneleri bertaraf edebiliyorum ancak yarım saatin sonunda sabır seviyem inmeye başlıyor ve ben kendimi çok kötü hissetsem de ona bağırıyorum :( Bazen susuyor bazense daha da çok ağlıyor. Babası uyutuyorsa beni, ben uyutuyorsam da babasını arıyor. İkimiz de odada olalım diye denedik, onda da dedesini çağırıyor :) O yüzden tek başımıza uyutuyoruz.
Yazmayı unutuyordum, 17. ay civarı ben çok kararlı bir şekilde Ferber denemeye başladım. "Zaten ağlıyor"du vicdanımı rahatlatmaya çalıştığım şey ancak kreşteki psikolog yakın bir zamanda emzirme ilişkimiz de kesildiği için bu yöntemi tavsiye etmedi. Ve zaten kreşte de olduğu için -gündüz pek göremediğimizden- karabalık bu yönteme hiç sıcak bakmadı.
İnsanların laflarından kurtulmak amacıyla ve denemiş olmak için Elif'i geç saatlere kadar ayakta tutup iyice yorgun düşmesi yöntemini de denedik. O da olmadı ki zaten bu bana hiç mantıklı gelmiyor-du.
13 aylık olana kadar gündüz leri çift uyku ve bazen şekerleme ile geçirdi. Sonrasında kreşe başlamadan -ve farkında bile olmadan- gündüz uykusunu öğlen 12ye çektim ben. Gündüz daha az uyuduğundan gece uyur mu diye düşündük. O da olmadı.
"Geç uyursa geç uyanır" tezi de bizde geçerli olmadı. 1 yaşına kadar 6'da uyanıyordu Elif, şimdilerde de 7 civarı ağlayarak uyanıyor.(çünkü tabii ki uykusunu tam alamıyor ancak geri uyutmaya çalıştığımızda da uyumuyor)
Bir bebeğin yemek yememesi de oldukça kötü (Elif akşam yemeklerinin ya suyunu sıkıyor elinde, köfte bile olsa ya tükürüyor ya da yere atıyor, ona rağmen bence "fena değil" yemesi) ancak bebeğin uyumaması sadece bebeği etkilemediği için anne babayı oldukça zorlayan bir şey.
Kolik zamanından beri kurduğum bir cümledir: "Allah'ım buna çok şükür... " Ne kadar isyan edersek edelim, dünya üzerinde çok daha kötü şeyler yaşayan anne babalarla karşılaştıramayız bile kendimizi. İşin bu kısmına odaklanıp "bu günler de geçecek" diyorum. Bazen bu söylediğime gerçekten inanıyorum bazen de "ama ben sadece uyumak istiyorum" diyorum. İnsanım neticede :)
Tüm uykusuz annelere gelsin bu minik fincan kahve :)
Dün gece ağlamaktan kustu Elif, canım sıkıldı biraz. Yeniden bir doktora gidip "biz aslında iyiyiz ama Elif neden bu kadar çok ağlıyor?" demeyi planlıyoruz. Bitki çayı mı verir tahlil mi yapar yoksa "sebebi çok basit, formülü de bu" deyip bizi mutluluklara mı nakşeder, onu da yazarım. Onun haricinde önerisi olan varsa lütfen yazsın. (Uyku danışmanlığı fikri hariç maalesef)
* Uykusuzluğumu gören oda arkadaşlarımdan birinin yorumu: "Bu da geçiyor be Esra, büyüyorlar". Bugün bu cümleye, sağlığımıza ve şükretmeye odaklanayım ben biraz :)

Devamını oku »

15 Ekim 2015 Perşembe

Annenin Hasta Olma Hakkı

Böyle bir hakkımız var mı acaba?
Pek yok aslında.
Çoook acayip devrilmedikçe çoğu anne hastalığını ayakta geçiriyordur diye tahmin ediyorum.
Evde 3. bir kişi yoksa, baba kişisi ne yapsın, hangisine yetişsin değil mi :)
18 ayda ilk defa ben bu hakkı doya doya yaşadım. Çok şükür öncesinde daha hafif geçiriyordum hastalıkları (soğuk algınlığı vs.) Geçen hafta pazar günü Elifte başlayan burun akıntısı elbette ki bağışıklık sistemi diplerde gezen beni bulmakta zorlanmadı. Salı günü iş yerinde oldukça kötüydüm. Ertesi gün aile hekimine gidince 2 gün rapor verdi. Evdeki iş birikimini düşününce çok sevindim. "Heyoo işleri hallederim" diye. Kağıda yazmadım ama kafamda şahane bir liste yaptım. Öncelikle kahvaltıyla başladım.


Çarşamba günü için niyetim ütüyü bitirmekti ama baktım ki değil ütüyü kolumu bile kaldıramıyorum, içtiğim ilaçların da etkisiyle devrilip uyumuşum. O gün bir de şöyle bir şey oldu. Bana gönderilen mektuplar elime ulaşmayınca apartman görevlisiyle görüştüm, hafiye edasıyla "Ben bir bakınayım etrafa, bulursam getireyim" dedi. Meğer bizim posta görevlisi A bloktaki kutuya atıyormuş. Toplamış geldi, aman ne kadar sevindim. Ve aynı zamanlarda kendime de "anne çorbası" yapmıştım. İkisinin mutluluğu beni motive etti :)


Ama... İkinci gün tüm bunların acısını çıkardım. Önce ütüyle başladım. Evde artık "Elifi ben uyutmayayım ne olur, ütü yapayım" cümleleri duyuluyor :) Ütü madem hayatımızın bir parçası. Ben de kendisini keyfe dönüştürmeye karar verip yanına müzik açıyorum, bir de neşeli bir fincana kahve koyuyorum.
O gün işlerin çoğunu bitirdim ama akşam yeniden kötü oldum tabii. Cuma günü işe gittiğimde pestil gibiydim. Bugün Perşembe yani aradan 1 hafta geçti, ben hala hastayım :( Burnum akıyor ısrarla.
Geriye dönüp bakıyorum, aslında işler her zaman olur(du), ikinci gün dinlense miydim? Hem evet hem hayır. Mutfaktan çoraplar, bizim odadan patatesler çıkıyordu evdeki taşıyıcı Elif sayesinde. Bu açıdan içim açıldı, bir dolu şeyi de attım, kafam ferahladı. Lakin şööyle ayağımı uzatıp kitabıma da gömülsem fena olmazdı :)
Kısacası, bir annenin "hasta olma hakkı" teoride varmış gibi dursa da pratikte aslında böyle bir şey yok-muş.
*Özlem, Pelin ve Gonca'ya bana ısrarla "iş yapma, sakın kalkma, yat dinlen" dedikleri ve ben onları dinlemediğim için sevgilerimi göndereyim :)
Devamını oku »

Güvercin* Geç Yatmasın!

Ah ben o geç yatan güvercini bir yakalarsam...
Ah onu bir elime geçirirsem...
İşte o güvercinin benden çekeceği var!
Ama yakalayamıyorum haydudu :)


Bu kitabı Banu sayesinde tanımıştım ama nedense almamıştım. Ta ki geçenlerde Selcen ve Semra "Esra mutlaka oku" diyene kadar. Sepete ekledim ve ne kadar eğleneceğimi beklemeye başladım. Hatta dayanamayıp o ara girdiğim birkaç kitapçıda "Güvercin Geç Yatmasın" kitabı var mı dedim. "Yok" dediler.
Güvercin ile dün tanıştım. İş yerinde ayak üstü okudum ve güvercini çok sevdim. O ne tavırlar öyle. Sanki güvercini değil Elif'i çizmişler. (Eminim herkes kendi çocuğunu görüyordur o güvercinde)
İlk sayfada bize bir görev veriliyor. Dişini fırçalamaya giden bir abi (Elif ısrarla "dede" dedi) " Aman güvercin geç yatmasın" dedi ve kaçtı. Sonra da güvercinle tanıştık. İlk cümle şu: "Bir kere hiç uykum yok!" Ahahaha dalga mı geçiyorsun sen? Tabii ben yemedim bu numaraları ve ısrarla "bak güvercincim, kediler de uyudu köpekler de uyudu hatta aydede bile uyudu" numaralarıyla bizim güvercinin aklını çelmeye çalıştım. Yok olmadı. O kadar çok bahane sıraladı ki! O sayfanın fotoğrafını özellikle eklemedim, kitabı merak edip alın diye :) Ama benim favorim şu: "Hem şu anda Çin'de öğle vakti!" 
Kitapta oldukça basit çizimler ve onlara eşlik eden kısa cümleler var. Sanırım kitabın başarısının bir sırrı da bu: sadelik :) Yazar ile ilgili benim çok fazla bilgim yok ama Banu şuraya link vermiş. Güvercinin otobüslü kitabını da epey merak ettim doğrusu :)
                                                                             ***
"Elif sana yeni bir kitap aldım."
O sırada heyecanlanıp kucağıma yerleşti bile. "Ku ku nana" dedi. Çevirisi: Kuşun nanası var. (nana: uyku oyuncağı tavşan) 3-5 kere okuduk. Sayfaları çevirdi, "ku", "nana", "dede" diye diye bir hal oldu. "Elif kuş ne yapmış, uyumuş mu?" dedim. Kafasını yana eğip birkaç saniye gözlerini kapattı. Uykuya geçmesine ve gece bir dolu uyanmasına çözüm olmadı belki ama kitabı baş ucunda tuttu. Çünkü "Güvercin de uyumuş" Eheheheh.
                                                                             ***
Ne zaman bitirebilirim bilmiyorum ama Elif ve uyku konusunu yazmaya başladım. Yaklaşık 18.5 aydır uykusuz olduğumuza göre belki yazınca rahatlarım. Son günlerin bombası da şu oldu, karabalık Elif'i uyutamamaya başladı çünkü Elif onun zayıf noktalarını keşfetti. Benim uyku konusunda tavizim pek az.
"Anne mama"
"Az önce yedin."
"Anne su"
"Şimdi içtin"
Eskiden "ıngaa" idi şimdilerde "hiyaaa hoyyaaa" şeklinde ağıtlara cevabım da net
Yüksek sesle alkış.
"Anne" deyip kitabı veya başka şeyi gösterdiğinde
"Elif uyku vakti"
Hiç bu kadar acımasız bir anne olabileceğimi düşünmemiştim hamileyken.
Ama sanırım bu yönümü Elif oluşturdu.
Gece uyanıp saatlerce sebepsiz yere ağladığında da onu oyalamaya, dikkatini dağıtmaya çalışmıyorum. Baktım ki bunlar bile onu etkiliyor. Bırakıyorum ağlasın. Ama bu yöntem ne yazık ki sadece "bazen" işe yarıyor. Çoğunlukla "blöfünü gördüm anne, ben ağlamaya devam ediyorum, bak hatta çığırıyorum" diyor. Bu noktada bende ipler kopuyor. Ara ara bağırıyorum. Bazen direk susuyor. Bazen de etki-tepki oluyor ve daha daha fazla ağlamaya başlıyor. Ve biz başa sarıyoruz. Saat sabaha karşı 1.30 bazen 03.00 bazen 04.00...Yani saat hep değişiyor.
"Güvercin gece boyu deliksiz uyusun" ve "Güvercin gece uyandığında saatlerce ağlamasın" isimli kitapları da biz Filizle beraber yazmaya karar verdik. "Çok satanlar" listesinde olmasına gerek yok. Duru ve Elif okusalar yeter bizce. Ne dersin Filiz?
Veeeee son olarak:
"ESNEEEEE" :)

* Bu kitabı okumanız için bebenizin uyku sorunu olmasına gerek hatta bence bir bebeniz olmasına da gerek yok. "Bu aralar" döngüsünden çıkabilmek için GÜVERCİN ile tanışın mutlaka, bakalım sizi kandırabilecek mi?
Güvercin Geç Yatmasın! 
Özgün adı: Pigeon
Yazan ve resimleyen: Mo Willems
Çeviren: Fırat Yenici
Uçan Fil, 2+, sert kapak, 32 sayfa
Devamını oku »

12 Ekim 2015 Pazartesi

Bu Aralar

Tam olarak ne zaman başlamıştı bir şeyler değişmeye hatırlamıyorum.
Umudun hala olduğunu hissedebilmek için bir öğle arasında uzun ve heybetli bir ağaca sarılmıştım. Niye bu daha önce aklıma gelmemişti ki dedim hatta.
Bir süre sonra tam kalbimin üstüne bir taş oturmuştu, dolmuş görünce bile ağlayasım geliyordu. (o taş sanırım hala orada)
Ama yok "ümit var hala" diyebilmemin üzerinden pek az zaman geçti ve yine ekran karardı.
"Bu da mı son değil-di?" dedim. Ve yine bu cümleyi kuruyorum.
Cumartesi günü de tamamen öylesine instagrama baktığımda "ankara", "tren garı", "patlama" sözcüklerini görünce donakaldım. Eşim evde yoktu, biliyorum o civardaydı; küçük kıvırcık kuzenin de yolu oralardan geçiyordu. Onlardan ses alana kadar içim içimi yedi. Derken diğer arkadaşlarım... Haberlere bak(a)madım, beni arayanlardan olayın şiddetini öğrendim. En çok da annemin ses tonuna üzüldüm: "iyisiniz değil mi?" diyen ince bir ses. "Biz iyiyiz de anne, ülke iyi değil" dedim ama...
İyi olduğumuz için utanç duyduğumuz, boynumuzu büktüğümüz, tesadüfen yaşadığımız, nereye gideceğimizi, kime ve neye inanacağımızı şaşırdığımız günlerdeyiz.
Olan neden hep masum insanlara oluyor? Bu ne zaman bitecek,yüzümüzü gülümseten bir yaprak gördüğümüzde içimiz ne zaman burkulmayacak?
Bilmiyorum.
Sanırım inanmaya devam etmemiz gerekiyor.
O yüzden Elif'e bir ağacın yanına gittiğinde "sarıl Elif ağaca" diyorum.
Demek ki bilinçaltımda hala ağaçlara, insanlara, umuda inanıyorum.
İnanmak istiyorum.



Devamını oku »