Drop Down MenusCSS Drop Down MenuPure CSS Dropdown Menu




3 Şubat 2017 Cuma

Dün / Zorlukları Fırsata Çevir!

Bu seride aslında henüz yayınlamadığım bir yazı daha var. Aradan 10 gün geçtiği için düzenleme yapmam gerek önce. İş yerinde "blogspot"ile sorun yaşadığım için ve evde de bilgisayarı açmak ne mümkün olduğundan o kadar arada derede yazıyorum ki yazılarımı :) Azmime benden bir aferin :)
Dönelim dünkü yaşadıklarımıza.
Bir gün öncesi karabalık "Ben geç çıkacağım, sen Elifi al" dedi. Ama bizim düzenimizde bu o kadar kolay olan bir şey değil. Birincisi araba karabalıkta, ikincisi araba bende olsa işyeri-kreş-ev parkurlarında hava kararınca ve iş çıkış trafiğinde araba kullanma deneyimim yok. Üçüncüsü ne evimiz kreşe yakın ne de iş yerimiz. Nasıl ama? O zaman dans o zaman renk! :)
Eskiden bu geç çıkışlar daha seyrek olurdu ve yaz ayı da olunca parkta şurda burda Elifi oyalayabiliyordum. Şimdi pek kolay değil ki son haftalarda çişini tuvalete yapma isteği tavan yapmışken (bezi var hala çok şükür-tipik Türk anası konuşması olmadı ama ben hazır değilsem değilim napalım, başka yazının konusu olur o da) Elifi çeşitli parkurlardan geçirip eve götürmek mi yoksa evi Elifin kreşine yakın bir arkadaştan rica etmek mi yoksa bir taksiye atlayıp eve gitmek mi? Ki bu seçenekte taksiciye vereceğim parayı helal etsem de gerçekten içimin epey cız edeceğini bildiğim bir parayı vermem gerekecek.
Bir gün öncesinde biraz da denk geldi ve iş yerinden çocuklarımız aynı kreşe giden arkadaşın arabasına bindim, kreşe gittim ve Elifle bizi küçük kendi halinde bir avm'ye bıraktılar, nasılsa karabalık çok da geç kalmayacaktı, beklerdik. Oradaki oyun alanına daha önce götürmüştük ama ben hiç içeri girmemiştim, yaşasın babasını isteyen bebe! Neyse bir gün öncesi görece kolay halloldu ve oyun alanındayken 19.30 civarı babası geldi, acıkmıştık dışarıda yedik ve sonra eve döndük. Ki oyun alanında Elifin bolca koşturduğunu gözlemlesem de onun mutlu olduğunu hissetmedim. Ben de mutlu olmadım. Zaten yemekten sonra uyku-yorgunluk da eklenince gelen ağlama krizleri ile çocuğun enerjisini zaten boşaltmamış olduğunu bir kez daha görmüş olduk.
Dolayısıyla dün tam çıkış saatinde karabalık arayıp "Ben çıkamıyorum ve ne zaman geleceğim belirsiz" deyince hızlıca çözüm ürettim. İş yerindeki arkadaşım çoktan çıkmıştır diye onu aramadım ki zaten üst üste yük olmak da istemedim. Kreşe varabilmek için metroya yürüdüm, metroya bindim ve ardından taksiye atladım. Ki öncesinde yanımda para var mı metro kartımda para var mı ve evin anahtarı yanımda mı diye kontrol ettim. Takside öncesinde sigara içilmiş olacak ki camı hemen açtım. Taksici "Abla rahatsız mı oldun?" dedi,
 "Evet" dedim,
"Sigara kokusu beni rahatsız eder."
"Abla napayım, şu parası olan yeniyetme bebeler var ya, üniversitede okuyan genç kızlar, hep onlar içiyor."
Adamla cinsiyetçilik konuşamayacak kadar midem bulandı ama başka taksi de bulamayacağım için "Beni bekleyin, kızımı alıp geleceğim." dedim. Elif zottiriği de öğretmeni gidip nöbetçi öğretmene kaldığı için beni görür görmez "Ben üzüldüm anne, geç kaldın" demesin mi?
"Ben de geç kaldığım için üzüldüm Elif, şimdi beraberiz bak." dedim. Neyse ulaşım araçlarını (yeter ki bizim araba olmasın) seven bir çocuk olduğundan kısacık taksi yolculuğunda keyfi yerine geldi. Özellikle son durağa gitmedim ki Elif metroya da binsin diye. Böylece 2. parkur olan metro yolculuğumuz başladı. Bir ara geri gidip tekrar mı binsem dedim ama yine de 1 durak ileri gidip son durakta indik. Elif o kadar şaşkın ki, etrafa bakışını hiç unutamayacağım. Daha önceki binmemizde küçüktü, hatırlamıyor.
Bir de taksicinin bizi indirdiği yerde de bir avm vardı ve Elif tanıdı tabii orayı, içeriye girmek için azıcık bir isteğim vardıysa da Elifin "Anne, oyun alanına mı geldik?" demesiyle bu isteğin üzerine soğuk su döktüm veya sıcak bilmiyorum. Hangisi daha güçlüyse ondan işte. Oyun alanlarını bebeğim yokken de sevmezdim şimdi de hiç sevmiyorum ve mantığını anlayamıyorum. Çocukları bir yere kapatma fikri ve onu plastik bir şeylerin içine bırakıp "hadi canım oyna" demek -arada can kurtarıcı olduğunu kabul etmekle beraber- içimi acıtıyor.
Neyse devam ediyoruz. En zorlu parkura şimdi geldik, evin yakınından geçen ringe binmek. Bunun için durağa yürüdüğümüzde sıranın sonunun neredeyse hiç görünmediğini fark ettim. O an aklımdan soğukta beklemesek mi? diye geçirmedim değil ama meğerse o sıra 2 otobüsün sırasıymış. Hemen arkamdaki kadın gerekli taktikleri de verince (metrodan çıkanlar araya kaynak yapabiliyor dikkat et diye) Elifin elini sıkıca tuttum ve:
 "Elif şimdi otobüsü biraz beklememiz gerekiyor." dedim.
"Anne üşüdüm." dedi.
İçim cız etse de "Ben de üşüyorum ama istersen burda biraz zıplayıp ısınabiliriz." dedim. Hoşuna gitti. Neyse bir süre sonra otobüsler geldi, Elif'in gözler kocaman açıldı tabii...
Biz bindiğimizde oturacak yer yoktu ama Elifi gören halime acıdığından olsa gerek yer veren çok oldu. Oturunca fark ettim ki tam 3 çantam ve 1 bebem var. Buna karşılık sadece 1 kucağım var. Matematik denkleminde bile dengesiz çıkacak bu sorun için yanımdaki amca ve teyze atıldı, "kızım çantalarını bize ver" diye. ikisini onlara bölüştürdüm, cüzdanımın olduğu çantayı vermedim tabii, insanlara güvenemiyorsun ki... 1 çanta ve 1 Elif ile insanlara nefes alacak alanın kalmadığı otobüste başladık yolculuğa. Bir müddet sonra hemen arkamızdaki arka kapı bozuldu ve şoför onu tamir etmeye bindi. O ara kendini kapanmış kapıda buldu. Yani kapı açılmazsa şoför inemeyecekti. Ahahaha, o an valla herkes gülmeye başladı :) Şoför öndekilere talimat vererek kapıyı kendini de ezmeden açtırmayı başardı. Biz yola devam. Dışarısı karanlık da olunca ineceğimiz durağın değişmemiş olmasına dua ederek dışarı bakarken yakın yerleri görünce epey sevindim. Yanımdaki teyze o kadar yardımsever çıktı ki, inerken hem Elifi tuttu hem de arkaya seslendi: "Bayana yardım edin inerken, çocuğu var"Hala o ses kulaklarımda :) İndim ve otobüse bağırdım ben de "Herkese çok teşekkürler!" Utanmasam "Allah razı olsun" da diyecektim.
İnince kalan son parkur olan 350 metrelik yürüyüşe geçmeden hemen önce Elif
"Anne yoruldum, üşüdüm ve acıktım." dedi
Haklıydı, ben de ona eğilip "Elif ben de yoruldum, üşüdüm ve acıktım. Evimize çok az kaldı, yanımda 3 tane varken seni kucağıma alamam. seninle aydedeyi arayarak ve şarkı söyleyerek eve gidebiliriz." dedim. Yol boyu bu lafı birkaç kez tekrar etmem gerekse de en etkili silahımı kullandım ve masal anlatmaya başladım. Bir annenin çocuğunun zayıf noktasını bilmesi önemli :) Aydedeli masallar Elifin dikkatini hep dağıtmıştır ve yolu ne kadar yürüdüğünü fark etmez bile.
Eve geldiğimizde saat 19.30'du, acıkmıştık ve evde yemek yoktu. Buzluktan bir şeyler çıkardım, üst değişimi, el-ayak yıkama derken karabalık çok şükür geldi ve niye taksiye binmediniz dedi ki sorunun altında yatan şey şuydu: hava soğuk, çocuğu neden üşüttün :)

Yemekten sonra kaynar içtim enerji versin diye :)

Bunu ben de parkur aralarında düşündüm. Çeşitli cevaplarım var.
Birincisi bunu bir "zorluk" olarak algılamadım, krizi fırsata ve oyuna çevirdim.
Elife hayatın her zaman kolay olmayabileceğini yaşayarak gösterdim. Otobüsteyken her zaman girdiğimiz yol üstündeki markete girmek istedi, "Otobüs bizim istediğimiz yerlerde durmayabilir." dedim ki hayatta her istediğinin her an olmayabileceğini deneyimledi.
Yorgunluk, üşüme, acıkma kavramlarını daha da yakından görme şansı oldu.
Ben de bu arada kolaya kaçmadığımı, bir şeyleri başarabileceğimi (çocuk+3 çanta ile soğukta 3 vasıta ile yolculuk gibi) yeniden gördüm(buna benzer şeyleri arada özellikle yapıyorum zaten) ve en önemlisi Elifle aramızda güzel bir bağ ve unutamayacağımız bir anı oldu.
Şu da olabilirdi, benzer zorlukları her gün yaşayan bir anne de olabilirdim veya o an yanımda taksiye yetecek para da olmayabilirdi. Öyle an'larda daha da bocalamamak için dünkü yaşadığımız minik macera bence güzel oldu.
Elifle bu gece de karabalık olmadan uçağa binme (yakın zamanlarda da bindi neyse ki) ve sonrasında umuyorum ki kısa sürecek bir hastane sürecimiz olacak.
Taslaklarım ve aklım dolu dolu, buraya yazmak için an kovalıyorum desem yeridir :)
Yakın zamanda uğrayamayacak olursam herkese şimdiden mutlu günler bol güneşler diyeyim.

* Blogspotta ben yazı yazabiliyorum ama okuyamıyorum, cepten okusam da yorum yazamıyorum, kusura bakmayın :)
Devamını oku »

30 Ocak 2017 Pazartesi

Bale / Amadeus

İzlediğimiz baleden bahsetmeden önce elbette ki yine anlatacaklarım var.
Şaşıran olmamıştır sanırım buna :)
İlkokulun 3 senesi okuduğum özel okulda yabancı (Rus galiba) bir bale hocası vardı ve ben ondan 3 yıl boyunca ders aldım, nasıl narinim yürürken ayaklarım yere basmıyor sanki kuğu gibi süzülüyorum.
Sonra ne oldu derseniz, annem okuldan ayrıldı ve ben kendimi 65 kişilik sınıf mevcudu olan bir devlet okulunda buldum. Ondan beri de hiç kuğu gibi yürüdüğüm görülmedi.
Ama baleye bir zaafım var hala, izlemekten çok keyif alırım.

Geçen seneki Yevgeni'den sonra Eda ben birkaç günlüğüne geleceğim deyince onun geldiği günlerdeki etkinliklere baktım. "Baleye gidelim mi?" dedim, "Ballı lokma tatlısı" dedi. (demedi tabii, bu tarz bir konuşmayı ancak ben yaparım, Eda sadece "Aa çok sevinirim" dedi :) Tüm bunlardan habersiz olan karabalığa da elbette bilet almadım, o bu duruma çok bozuldu tabii derken ona daha güzel bir yerden bilet bulmayalım mı? Neyse bale günü geldi çattı. Fuayede "boomerang" ile çeşitli denemeler yapıp bizi izleyenleri canlarından bezdirip "opera mı bale mi" "hangi gösterileri sevmiştik" konu başlığında şeyler konuşmaya başladık. İç sesimle düşündüm ama dış sesime çıkmadı sanırım, 4YKK opera sevmez kesinlikle ama bale sever, aa bak ona da söylese miydik ki? diye aklımdan geçti. Ve Eda ile oturduk yerimize. Derken tam önümün önüne gerçekten kıvırcık bir kadın geldi. "Yok artık" derken bir de baktım, bizim Tangül bu!

Tam bu gırgır şamatada ben hikayenin özetini yarım yamalak okudum ve bale başladı. Sahne, dekor, kostümler gayet güzeldi lakin ben konunun işlenişini pek anlayamadım. Ara verildiğinde "Bence çok işleyememişler." diye söze girdim ama kalan herkes "Yoo çok güzeldi" deyince "Demek ki ben anlamadım" dedim ama bu arada sıklıkla kafamın uykudan öne düştüğünü belirtmem gerek. Yani oyunun tamamına hakim değilim :)
Baleden çıkınca özeti okudum ve gerçekten "heee" dedim, "Mozart" sandığım kişi babasıymış yahu!
Ben yine de 2. yarıda Mozart olduğunu anladığım kişinin mimik ve jest performansından memnun kalmadım. Bana "Salieri" (Eren Keleş) çok daha fazla duygu verdi. Ama genele baktığımda sevdim Amadeus'u.
Bir de Elektra'nın Aryası (Feryal Türkoğlu)'nu epey ayakta alkışladık, mavi elbisesi ile gözden kaçırmak mümkün değildi zaten :)
Klasik müzikten pek de anlamayan (ama dinlemeyi çok seven) birine göre oldukça üst seviyede Mozart sevgim var. Bu sevgiyi hamile iken daha da yukarılara taşımış ve mesaimin neredeyse tamamında Mozart dinlemiştim. Sonradan Elif kolik doğduğunda "lan yoksa bu çocuk Mozart etkisiyle mi asabi oldu?" diye Mozart abiyi bir sorgulamadan geçirmiştim ki o dönem bana herkes ve her şey "kolik sebebi" olarak görünüyordu :) Elif arabada giderken dinlediği müziğin Mozart olduğunu anlayabiliyor sanırım çünkü sadece Mozart çaldığında melodiye eşlik edip "Baba sesini açar mısın müziğin" diyor. Aferin kızım, Mozart can'dır!
Benim Mozart sevgim nereden geliyor, hiçbir fikrim yok. Hayatını okumayı da çok istiyorum aslında. Göknil Genç'in kitabı evde var, onunla başlayayım.
Mozart bana nedense ÖZGÜRLÜK  gibi geliyor. Onun bu halini çok seviyorum.
Bu yazıyı bale hakkında fikir almak için okuyanlara kısaca öncelikle özeti bir okuyun ve uykunuzu alarak gidin demek isterim.

* İnternet sıkıntılı olduğundan müzik ekleyemedim ama imkanınız varsa benim için bir Mozart açıverin :)


Devamını oku »

25 Ocak 2017 Çarşamba

Opera / La Boheme

Geçen gün gittiğimiz Lo Boheme'i anlatmaya hemen başlayacağımı düşünmediniz sanırım.
Çoook çoooook öncesine muhakkak ki giderim :)
Ankarada okurken tiyatroya giderdim arada ama opera, bale vb şeyler geç saatte olduğundan sanırım (yurt girişi en geç 22 olunca) onlara hiç gitmedim. Karabalıkla tanıştığımda zaten tüm sezonu izlemişti ve sanatın da (salsa ile) içindeydi ve biz AIDA'ya gitmiştik. Yanlış hatırlamıyorsam 4 perde idi ve ben çok etkilenmiştim, Aida'nın mavi renk elbisesi hala aklımda ve mezarlar. (Yaklaşık 6 sene öncesi) Sonra birkaç baleye gittik ve keyifliydi ve ben bu tadı alınca her hafta bir gösteriyi izlemek istiyordum. Sonra baktık ki "La Boheme" var. İsmi çok tanıdık. Karabalık önceden izlemiş ve çok etkilenmiş, toplam 4 bilet 2 çift olarak izlemeye gittik. Ve konusunu sorsan pek yanıt veremem ama operada hissettiğim duygular sanki az önce hissetmişim gibi taze ve sıcak.
Kostümler ve dekor harikaydı. Merdiven kullanmışlardı, kar yağdırmışlardı ki resmen sahnedekiler kar küresinin içinde gibiydi, asıl oğlan (adını unuttum) şapkalıydı ve asıl kız (Mimi) ile öyle bir uyumluydular ki sanki sahnede değillerdi, yani orada yaşanan her şey GERÇEKti.
Oyunun sonunda kız öldüğünde (spoiler oldu ama napayım) ben öncesinde sicim olarak inen göz yaşlarını bıraktım sel olup aktılar. Vücudumdaki tüm tüyler havalandı ve ben etkisinden uzun bir süre çıkamadım. Bak hala çıkamamışım yani :)
Neyse geçtiğimiz haftalarda belki bir ihtimal okullar tatil olunca annem gelir mi diye düşününce opera biletlerine baktım. (Tek gitmem için bize oldukça uzak ve ters kalıyor :/ Ama gözüme kestirdiklerim var nihahaha :) Baktım ki "La Boheme".


A-ha!
Aldım bilet ki biletler ne kadar da artmış öyle...
Ve Murphy Kanunu işledi, Elif o gün bizi çok zor ve ağlayarak bıraktı. Neyse içimde bir yerde "Ama bu La-Boheme" gibi bir şey olunca vicdanımın sesini kıstım.
Karabalıkla beraber en son 3 sene önce gitmiştik opera izlemeye, ben geçen sene Selcenle Yevgeni'ye gitmiştim gerçi kaçamak tadında :) O da harika bir baleydi.
Neyse gittik gişeden biletimizi aldık, akşam yemeği olarak sandviçlerimizi yedik ve yerimize oturduk. Sahnede oldukça dandik (kusura bakmayın ama gerçekten öyleydi) bir "duvar" vardı, ilk onu görünce bir "hmm" çıktı içimden ama önemsemedim. Bilgilere bakınca benim hatırladığım oyuncuların olmadığını gördüm ve cast tamamen farklıydı. (olabilir)
Öylesine çekmiştim ama duvar bu :)
Birinci perde kapandığında karabalıkla şunu konuşuyorduk, "gitsek mi kalsak mı?"
O kadar!
Dekor olarak kullanılan bir iki parça "duvar"ın haricinde hiçbir şey yoktu ve nerede kaldı o soğuk günleri anlatan kar yağdırma sahnesi... Oyuncular mimikleri ile üşüdüklerini belirtince biz de mevsimlerden kış olduğunu anlamış olduk :)
Bu konunun uzmanı/bilirkişisi değilim ama aynı oyunu çok daha iyi bir şekilde (neredeyse kıyas bile yapamayacağım) izleyince yaşadığımız hayal kırıklığını tarif edemem.
Bir de üzerine geceden uykusuz olduğumuz için yaşlı teyzeler gibi (annem öyledir) başımızın düşüp selam vermemize ne demeli? Hem de senkron bir şekilde!
Karabalığın benden önce izlediği beraber izlediğimizden de çok daha iyiymiş, demek ki çizgi aşağıya doğru gidiyor dedik ve La Boheme sayfasını kapattık.
Sırada yarın akşamki Amadeus balesi var ki baleden daha ümitliyim. Üç Silahşörler çok güzeldi mesela.
Ankara izleyicisine sormak istedim, La Boheme için siz de benzer hislerde misiniz ve çocuğu bırakıp çıkmaya değecek oyunları vaktiniz olunca yazar mısınız :)

* Çok bomba birkaç yazı ile geliyorum, wait for me! :)
Devamını oku »

Çelınc (1-9)

Buraya başka şeyler çok möhim konular yazasım var ve hatta iş yerinde benden beklenen birkaç iş de var ama şu an burada bu çelınca katılmak istedim, ucundan kenarından yakalarım belki :)




1. Beş sözcükle kendini anlat:
- Duygusal
- Empatikli 😜
- Yazmayı ve okumayı sever
- Hayallerde gezer
- Bir gün bulutlara "pof pof" yapmayı düşünür, yastık gibi

2. Kalbini kazanmanın beş yolu:
- Dilek listemdeki kitaplardan birini almak
- Beni deniz kenarına götürmek
- Sinema, tiyatro veya opera bileti
- Mektup yazmak (mektuplara karşı zaafım var :)
- Sevdiğim bir yemeği yapmak: domatesli makarna gibi :)

3. Hayatın bir kitap / film olsa türü ve adı ne olurdu?
Romantik komedi olurdu. Adı da "1 Balık Esoş" :)

4. Etrafındakiler hangi sorunun çözümü için sana gelirler?
Bunu onlara sormak gerek :) Annem çevresinin "Güzin Ablası" olduğundan ailede ondan bana sıra gelmiyor olabilir tabii... Arkadaş çevresinden daha çok çocuk kitapları ile ilgili bir şeyler soranlar oluyor ki bunları severek yanıtladığım için "çözüm" üretmiş gibi algılamıyorum işin aslı. İş yerinde oldukça sınırlı ilişkilerim var, bunu da elbette kendimi korumak için yapıyorum.
Dolayısıyla ben pek cevap bulamadım bu soruya :)
Ama şu da var ki çevremden "tepkisiz" dinlediğimi söyleyenler olmuştu. Yani karşımdaki ağlıyorsa ben de ağlarım ama bazen de hele ki içinde bir çatışma olan bir durumsa gözümü bile kırpmadan dinleyip orta yol bulmaya çalışırım. Başarır mıyım her zaman bilemem ama denerim en azından :)

5. Her zaman ve bazen özlediğin 2 şey:
Her zaman özlediğim şey kesinlikle DENİZ, DENİZ KOKUSU, DENİZ HAVASI, DALGALAR, MAVİLİK...
Bir diğeri de BABAM.
Bazen özlediğim şeylerden bir tanesi çocukluğum.
Elbette şükrederek yazıyorum ama çocukluğumu pek "aydınlık" hatırlamam ve anmam, ona rağmen çocukken kafamdan geçenleri hatırlayabilmeyi ve o saf duyguyu özlediğimi söyleyebilirim.
2. şey de ÖZGÜR OLMA hali. Yani her zaman değil ama insan bazen gerçekten hiç düşünmeden iş çıkışı veya hafta sonu spontan plan yapmak isteyebiliyor :)


6. Hatırladığın en eski anını anlatır mısın?
Birkaç tane var ve hangisi en eskisi bilmiyorum ama bir tanesini anlatayım. Pazar günü babam Eda ve beni lunaparka götürecek ama öncesinde nedense lahmacunları yemişiz evde. Dolayısıyla dolu mideyle gittik lunaparka. Hayatımın ilk ve son balerin deneyimi de orada oldu. Balerinde o kadar çok midem bulandı ki etrafta kim varsa üstüne kustum. Ahahaha hatırlayınca gülüyorum ama o an hiç komik değildi :)

7. Eğer bir hayvan olsaydım hangisi olurdum?
Balık olurdum herhalde. Öyle boş gözlerle takılıp dururdum su altında, 3 saniye içinde de "unuttum konu neydi?" derdim :)

Ben yayınlayamadan 2 gün daha geçince 8 ve 9'u da ekledim, napayım:

8. Bir dahaki hayatında kim olmak isterdin?
Klasik cevap ama yine kendim olmak isterdim ve aman aynı hataları yapmayayım da demiyorum. O hatalar yapılmadan bugünkü halime (neresiyse orası :) ulaşamazdım ki :)

9. Göç etmek zorunda kalsam seçeceğim ülke:
Bu soruya yıllardır Avustralya dedim ama açıkçası zaten zorunluluktan göç edeceksem öncelikle güvenliğin, huzurun ve refahın olduğu bir yerde ailemle yaşamak isterdim. O yüzden nokta atış yapamadım.



Devamını oku »

6 Ocak 2017 Cuma

Yumurtalı Patates

Hani tok olsan da yemek isteyeceğin bazı yemekler vardır, benim için ilk sırayı "yumurtalı patates" alabilir. Çok severim ancak yapmaya yeni başladım :)
Neden mi?
Çünkü patates kızartmayı yeni öğrendim.
Bizim evin yumurtalı patates yapıcısı teyzemdir, o geldi mi muhakkak en az 1 defa yapılır bu yemek. Çünkü teyzem bu işe kendini verir, o patatesleri özenle soyar doğrar kızartır bir yerde toplar ve her seferinde bu yemeğin püf noktasını söyler: patatesler yumurtalarla buluşmadan önce muhakkak yeniden ısıtılmalıdır.
Benim yemek yapmaya yaklaşımım apayrı bir yazının konusu olur ama kısaca bizim evde yemekler hep çok uzun zamanlarda, yavaş yavaş ve detaylıca yapıldığından ben de yemek yapma işini hep zor, sıkıcı ve meşakkatli zannederdim.
Patates kızartmayı daha yeni ve kendi kendime öğrendim desem eminim "yok artık" diyen çok olacak. Ama öyle.
Öncelikle kafamı karıştıran şey şu oluyordu: derin bir tencerede mi yapmak gerek yoksa normal bir şey yeterli olur mu? teflon olması şart mı? Yağı ne kadar koymalıyım? Bunlar çok önemli detaylar ve bunları bilmediğim için de ben patates kızartmıyordum.
Zaten fırında küp patatesleri hafif zeytinyağı ve baharat ile karıştırarak pişirip yemeyi daha da çok seviyorum. Ama bu haliyle yumurta koymak pek güzel olmuyordu.
Ben de geçtiğimiz haftalarda (belki ay olmuştur) rastgele bir tencerede kızartma denedim, vallahi oldu. Sonrasında teyzem usulü patatesleri yeniden ısıtıp üzerine başka kapta karıştırdığım yumurtaları da ekledim. Tadından yiyemedik!
Yok yalan, hepsini süpürdük :)
Sonra "kızartma tenceresi" olarak satılan bir şeyin olduğunu gördüm. (Züccaciye bölümüyle ilgim alakam nasıl bu cümleden çıkarılabilir) Mavisini aldım ve dün akşam 3 seferde patateslerimi kızarttım. İçindeki telli aletin ne işe yaradığını da karabalıkla beraber çözdük, ne güzel bir düşünceymiş o öyle :)
Ve işte enfes yumurtalı patatesimiz hazır:


Kızartma pek tavsiye edilen bir şey değil ama evde üçümüzün aynı anda yumulduğu yemek bulmak da zor. Bir de bir gün öncesinden Yeliz gibi tencere yemeğin yoksa akşam 7den sonra yapılabilecek pratik bir çözüm.
Bilmeyen zaten yoktur diye tarif yazma gafletine girmiyorum, tereciye tere satmayalım :)
Ama kırmızı lahana gibi resmen gözümde büyüyen ve benim araştırmadığım ne varsa yapasım geldi, patlıcan hiç kızartmadım, onu mu denesem diyorum, üzeri bol yoğurtlu.
Of ne canım çekti şu an :)

* Ev yapımı yoğurt belki olabilir, denemek için. Zira makinesi ve çeşitli yöntemleri dahil ben de bıktım tutturamadığım kıvamdan. Sorun hep mayadan, ben napim :)

Devamını oku »

5 Ocak 2017 Perşembe

Bugün / Yağmur

Son haftalarda öğle arası dışarı pek çıkmıyorum. Havalar oldukça soğuk diye mi yoksa öğle arasına yapacak başka başka işlerim oluyor diye mi bilmiyorum.
Bugün bir şeyler değişti.
İş yerinde birtakım değişiklikler olmaya başladı ve ben bugün için öğle yemeğinden sonra şöyle bir yürümeye karar verdim. Yemeğimi sakince yedim, dışarı çıktığımda hava normal seviyedeydi veya ben çok üşüdüğüm için (Selcen, neden acaba?!?) bugün iki kat çorabım vardı. Yol bir de baktım beni Grano'ya götürüyor, o la la :)
İçeri girdim, aklımda Türk kahvesi vardı ama geçen sefer içtiğimde kestane suyu gibiydi ve bunu da sahiplerine söylemiştim. O yüzden de tercihim filtre kahvesi olacaktı.
Ama bir şeyi atladığım için filmi geri saralım, henüz Grano'ya girmedim. Tam önümde biri var ve yürüyüşünden mi kıyafetinden mi bilmiyorum bana çok "tanıdık" geliyor.
Grano zaten küçücük bir yer, cam kenarında taburede oturmak için paltomu çıkarıyorum, çantamı kenara koyuyorum ve yanımda cüzdanımla (hatta sadece kredi kartımla) kasaya doğru ilerliyorum. Kasada bir de ne göreyim: yeni kurabiyeler gelmiş.



Daha önce diğerlerinden yedim ve sevmemiştim, o yüzden yılbaşı ağacı şekli olan kurabiyeyi alıyorum. Yerime döndüğümde görüyorum ki az önce kapıdan giren kadın hemen hemen benim yerimi kapmış. Gülümseyerek "çantam oradaydı" derken, o da mahçup bir ifadeyle "hii kusura bakmayın" diye bana yer açıyor ve hatta ekliyor:"yanınızda biri daha varsa başka yere geçebilirim." diye. "Yok" diyorum, neredeyse yan yana oturuyoruz. O sandviç de yiyor, muhtemelen öğrenci değil. Belki benim iş yerime yakın bir yerde çalışıyor ama o da sevdiği işi yapıyor gibi hissetmiyorum.
Neyse konumuz bu değil diyerek önüme dönüyorum. Kitabım fazla süründü, bitirsem iyi olacak diye başlıyorum kaldığım yerden okumaya ama kafamı kaldırdığımda hızlıca (sağanak değil) yağan yağmuru görüp hınzırca gülümsüyorum: İşte bu! Neden bu kadar sevindim, o an bilememiştim, çıkınca anladım. Normalde yanımda şemsiye de yok diye panik olurdum şimdi oh bir yayıldım ki oturduğum tabureye.
Kitabı okuyacağım ama aklıma çok acayip fikirler geldi, başladım yazmaya. "Bir varmış bir yokmuş..."la başladım, tam o sırada:
"Haaaap-şşçççuuuu"
Yanımdaki tanıdık abla "iyi yaşayın" dedi gülümseyerek. Ben de teşekkür ettim.
İkimizde de "acaba konuşsak mı" havası bile vardı, bence okuduğum kitaba da baktı. Ben de onun yediği sandviçe baktım ama aklım "az gittik uz gittik"de. İçinde kırmızı bir kedinin olduğu hikayede. Ama o da ne? Vakit doldu, az daha kalkmazsam işe geç kalacağım.
Ben daha toparlanmaya başlamadan baktım yanımdaki gözlüklü kadın toparlanmış bile ve beni rahatsız etmeden paltosunu giymeye çalışıyor.
"İyi günler" dedi bana çıkmadan, ben de "İyi günler" dedim.
Gülümsemesine bakınca o da benden bir hikaye yazacakmış/yazmış gibi hissettim.
Hatta sanki yine yeniden görüşecekmişiz gibi...
Camdan dışarı bakınca, paltosunun kumaş olduğunu gördüm (çok ıslanmasa bari), çantasında da güzel kitaplar varmış gibi geldi, çanta şeffaf oldu içini gördüm desem yeridir :)
Çekincelerden sonra emin adımlarla yağmura karşı yürümeye başladı.
Ben de toparlanıp üzerimi giyip tam çıkmak üzereyken gördüm onu:

Sarı Şemsiye!
Kimindi bilmiyorum ama HIMYM'daki sarı şemsiye olduğunu düşünüp gülümsedim. Grano'ya "Hoşçakal" deyip çıktım.
Şemsiyem yoktu.
Yağmur sağanak veya ahmak ıslatan değildi.
Ama rüzgar vardı. Kafamı öyle güzel kapattım ki bu sene 4. sezonunu tamamlayacak olan paltomu tanıyan olmasa içindekinin ben olduğumu anlaması mümkün değildi.
Rüzgarla beraber yüzüme çarpan yağmur beni hiç rahatsız etmedi.
Aksine kendimi mutlu ve daha da önemlisi ÖZGÜR hissettim.
Yağmur da yağsa dışarı çıkıp yalnız başıma dilediğimce ve hatta 32 dişimi göstererek yürüyebilirim.
İşte bu benim.

Görsel buradan


Devamını oku »