Drop Down MenusCSS Drop Down MenuPure CSS Dropdown Menu




26 Kasım 2014 Çarşamba

Bu aralar / Sorgulamalar

Bazen sadece buraya yazmak bile rahatlatıyor beni, sonra taslaklara kaydediyorum yazdıklarımı ve yayınlamıyorum :) word belgesi açsam da aynı şey aslında ama blogumu seviyorum hem de çok. (Bu yazıyı da yayınlamazsam taslaklar "e bir yeter artık" diyecek.
Bu aralar bir takım sorgulamalar halindeyim. Hani ergenlik zamanı olur ya "kimim ben, hayattan ne istiyorum" vb. Şimdi aklımdakiler bunlara benziyor. Karşılaştığım birçok konuya eleştirel yaklaşmaya başladım.
"Çocuk eğitimi" bunların en başında elbette ki. "Mükemmel anne" olmaya çalışmıyorum çünkü zihnimde de öyle bir anne yok. Kendi annem gibi olmaya çalışmıyorum. Ama bazen fark ediyorum ki kendi annem gibi "olmamaya" çalışıyorum. Bu çaba da beni ikilemde bırakıyor haliyle. Yani doğrusu annemin yaptığı gibi onu biliyorum ama sanki o hareketi yaparsam anneme benzeyecekmişim gibi geliyor. Dün belki de ilk defa anneme"bizi gerçekten çok iyi yetiştirmişsin" dedim, güldü o da. Düşündüklerimle söylediğim şey zıt gibi görünse de tam olarak öyle değil. Annem kendi şartlarında ve kendi bildikleriyle bizi en iyi şekilde yetiştirdi,ona şüphem yok. Yoksa bu kadar harika insanlar olmazdık :) * Harika'dan kastım canım kardeşim aslında, benimle ilgisi yok harikalığın. Şaka bir tarafa, Elifle baş başa kaldığımız an'larda hep bunu düşünüyorum. "Onu ben yetiştiriyorum" diyorum. Ki benim aklımda olan ve hep istediğim bir şeydi, çocuğumun hamurunu kendim yoğurmam. Elbette ki gözden kaçırılmaması gereken en önemli nokta çocuğumuzun bizim bir uzantımız/devamımız olmadığını görebilmek. Ayrı bir birey olduğu algısı. Sağolsun Elif de şimdiden bunu pek iyi hissettiriyor. Hiç ben gibi değil. Sevmediyse "sevmiş gibi" yapmıyor, sevmediğini söylüyor. Açık ve net. Gelelim annemle ilgili olan kısma. Daha önce çok kez yazmışımdır, annem 41 yıl çalışmış çocukları çok seven bir emekli öğretmen. 17 yaşında atanmış, çalışabilmek için yaşını büyütmüş. Ve geçtiğimiz 24 Kasım'da inanamadığım kadar çok öğrencisi aradı. Hani abartmıyorum o gün telefon en az 50-60 defa çaldı. Annem kendini tanıtırken de soyadını söylemezdi, "Gönül Öğretmen" derdi :) Ama çok sağlam bir Başak burcu aynı zamanda. İşte bu iki özellik benim gibi rahatına düşkün bir Balık burcu için zaman zaman sıkıcı olabiliyordu. Öğretmenlerimin çoğu annemin arkadaşıydı ya da annem okula gelir ve benimle ilgili bilgileri hep güncel tutardı. Tüm bunları iyi niyetle yaptığını biliyorum ve bugün bir yere geldiysem (madden değil elbette manevi olarak, yani bu satırları bile yazıyorsam) onun emeği sayesinde. Hakkını cidden ödeyemem. Diğer taraftan da acaba az daha gevşek mi bıraksaydı bizi dediğim zamanlar olmuyor değil. Ki bu da normal sanırım. "Mutlu anne, mutlu bebek" lafı var ya; işte orada yazan "bebek" 29 yaşına da gelse annesinden etkileniyor sahiden. Annem 1 hafta bizimle kaldı ve bolllca Elifi sevdi, pardon "balım sultan"ı sevdi :) Yüzüne baktım hep gülüyor, torun sahiden başkaymış :)
İnstagram konusunda çok fazla gel-git yaşadığım bir dönemdeyim. Sosyal medyanın sadece blog kısmını kullanmaya dönmek istiyorum sanırım. Facebook zaten varlığını unuttuğum bir mecra. Twitter nadiren kullandığım bir mavi kuş. İnstagramı ise çok seviyordum. Ta ki bir aydınlanma yaşayana kadar. Tüm sosyal medyada var olan şu "beğen" butonuna iyice sinir olmaya başladım. Bir şeyler paylaşmak güzel ancak o "beğenme" hali de nedir? Yani hep bir rakamsal işlemler. Takipçi sayısı, beğenme sayısı... İnstagramı kullanırken bu sayıları hiç önemsemesem de varlıkları bile beni rahatsız etmeye başladı. "Görüp geçmek" ya da "varsa bir söyleyeceğimiz yorum yazmak" da yeterli benim için. Sevmediğim diğer bir tarafı da insanların kavgaya tutuşması. O nasıl bir şey ki? Çok sade bir fotoğraf paylaşılıyor ve altına gelen yorumlarda "ooo paranız var geziyorsunuz, giyiniyorsunuz" vs. yazılıyor. Benim başıma hiç gelmedi ama okuduklarımdan sonra iyice uzaklaştım. Hava atma mecrası olarak da kullanılıyor, onu da yazmadan geçmeyeyim. Okunan kitaplar, gidilen konserler vs. Paylaşmak güzel bir şey ama sanki onun da bir ayarı olmamalı mı? yani kuafördeki saç boyanırkenki fotoğraf ya da banyo lavobosundaki kılların da paylaşılmasına gerek var mı? Ben bir şeylerin karar merci değilim elbette, en çok söylenen laf "beğenmezsen takip etme" :) Peki, etmem.
Bir de kendi içimde de "ya ben şimdi bu fotoğrafı neden paylaşıyorumki, amacım ne?" dediğim öyle çok an oldu ki... Benim asıl dünyam blogda yazdıklarım. Ancak blogumu duymayan/bilmeyen ya da yazdıklarımı okumayanlar instagramdaki "o an"lık fotoğrafımı beğense ne olur ki? hayatıma dahil mi olur? Bence olmaz. Fotoğrafların altındaki yorumları bile okumadan geçenler var. Kişi belki sadece çiçek fotoğrafı koymuş ama altına bir dolu güzel şey ya da anısı olan bir şeyler yazmış, belki de bir yakınını kaybetmiş... Refleks olarak "kalp" ile beğenmemiz ne kadar samimi?
Bu blogun eski adı: kahvenin yanında :)
Aklıma takılan bir diğer konu da elbette ki arkadaşlık. geçen gün de yazmıştım aslında biraz. Orada takılıp kaldığımdan değil ama bazen şunu da düşünüyorum. Sosyal medya ya da cep telefonlarıyla birbirimize yakınlaştık mı yoksa birbirimizden uzaklaştık mı? Sanki yakınlaşırken uzaklaştık... Çok kısa sürede birbirimizden haberdar olmamız birbirimize olan ilgimizi arttırmadı sanki. Herkes biraz kendi kabuğunda kendi hayatında yaşar oldu. Çok "gündelik" olduk, "nasılsın, iyiyim canım, sen nasılsın" :) hayatımızın özeti bu kadar mı?

Bu ara burnumu sızlatan diğer bir konu da Lokum. Şu alerji işinin bir çözümü olsa ve karabalık o tedaviden olsa bebek-kıl-tüy demeden Lokum'u geri alırdım. Bu arada Lokum cidden iyi,.(Tangül, burada lafım sana, o hala benim kedim, çok sahiplenme, ne oluyor öyle birlikte uyumalar falan :)
Lokum hep hayatımda olacak diye düşünmüştüm ben. Yani nereye gitsek ve ne yapsak o hep bizimle olacak. "2 Balık 1 Kedi 1 Elif" olarak... Kısmet değilmiş diyeyim, lafı daha uzatırsam laptop da yıkanacak :/

Geçen gün eski fotoğraflara baktım. Sonra da ağladım. Eski fotoğraflar insanı neden ağlatır hiç bilmiyorum. O günleri özledim desem, ki olabilir. Çok şükür bugünlerimizden de memnunum. Yani o an'ı yaşamak daha güzel değil midir? (Gece, yine sana selam gönderiyorum buradan) Ama arada fotoğraflara bakıp kaçamak da yapılabilir sanırım.

Bir diğer konu"ne yapmak istiyorum". Aslında şu ara Elifle "iyi vakit geçirici" olmaktan o kadar mutluyum ki. Her gün bloguma da bir şeyler eklesem, kitap okusam ve yarının yemeğini yapıp yatsam oh değmeyin keyfime. daha ne olsun zaten değil mi :) Benim hiçbir zaman "daha daha daha fazlası"nda gözüm olmadı. İşe girerken de şöyle dua etmiştim. "Sevdiğim iş olmayacağını biliyorum ama en azından kira, faturalar vs. dışında kitap,cd alacak kadar param kalsın." :) Sevdiğim iş olmayacağını nereden biliyordum??? Hmmmmm, cevap önceki yazılarımda olabilir.

Kendimle ilgili sevmediğim bir özelliğim de çok ama çok alıngan olmam. Yani sanki biri çok basit bir şey söylese o cümleden kendime nem kapacak bir şeyler cımbızla çekiyorum. Neden böyle oluyor hiç bilmiyorum. En azından bunun farkına varmam bile beni arada rahatlatıyor :) Belki bir gün bu satırları daha da açarım, kim bilir. Ne de olsa her insan bir deniz :)

"Kardeşlerin ayrı şehirlerde yaşamaları yasaklanmalı ve bu yasak hemen bugün uygulanmalı" diyorum. Kimler bana katılıyor? Zaten hepi topu 1 tane kardeşim var. O da uzakta :/ Teyze olacağım inşallah, yeğenim beni tanıyamadan büyüyecek :/ Bu duruma canım sıkılıyor. Neyse ben kendimi hiç özletmem, fırsatını bulur hemen koşarım onların yanına.

Döndüm dolaştım, yine annelik konusuna geldim. geçen günlerde çok fena birkaç aydınlanma oldu ve ben o meşhur annelik vicdan azabıyla tanıştım. kendisi hala içimde bir yerlerde ve hala beni kaşımaya devam ediyor. Ne kadar üzülsem de ondan kurtulamayacağım sanırım, bu konuyu da ayrıca anlatmak istiyorum. Konu başlığımız uyku... Evet şu meşhur mesele.

Siz de çocuğunuzun geleceğinden kaygı duyuyor musunuz? Elbette ki dediğinizi duyar gibi oldum. Ya da benim kulaklar paslandı :) Haberleri hiç izlemesem de -ciddi anlamda şu an Dünya ve Türkiye gündeminden uzağım, bir ara baktığımda Kenan Işık başını çarpmıştı, üzüldüm, daha da baktım, umarım iyileşmiştir- ülkenin malum gidişatından haberdarım. Bu konuya canı sıkılmayan var mı bilmiyorum. Tek anlamadığım silik hafızamız. Allah korusun yarın bir gün kötü bir şey olsa-olduğunda- ooo hemen celalleniriz, asar keseriz, suçlarız hatta sosyal medyada bununla ilgili paylaşım yapmazsak ayıplanırız ama hiçbirimiz de yarın için bugünden bir şeyler yapmaya çalışmaz. (yapan istisna insanları dışarıda tutayım ama ben onlardan değilim maalesef) Hal böyleyken de "bak ya adamların yaptığına" demek kuru laftan ibaret kalıyor. Düşünüyorum bazen adamlar onu yaptı da sen ne yaptın acaba onu değiştirmek için diye? Haberleri izlememek bir çözüm mü mesela? Değil elbette ki ama 7,5 aylık bir bebeğe günde 10-12 saat tek başına bakınca moralinin yüksek olmasının önemini biliyorum. Sahiden canımı sıkmak istemiyorum. Bu kadar açık ve net. Bencillikse de bencillik olsun adı. Elif'in geleceği ile ilgili kaygı duymamak da zorlaşıyor. Çok kurmuyorum aslında ama daha şimdiden bunların aklıma gelmiş olması bile yeterince vahim sanki. Yani neden vakti gelince gider bir devlet okuluna diyemiyoruz? Sahi bilmiyorum siz diyebiliyor musunuz? Ben özel okulda sadece ilkokuldayken 3 sene okudum ve aradaki farkı az çok biliyorum. Gönlüm kesinlikle devlet okulundan yana. Ama şöyle bir durup bakınca genel gidişata ve sosyo kültürel yapılara. Kaygılarım artıyor. Hep ben mi koruyacağım ki onu diyorum mesela. Hangi durumda ve şartta olursa olsun kendini koruyabilmeli Elif. "meli/malı"... Bunlar bir cevap mı peki? Ya da şöyle düşünüyorum. Bizim maddi durumumuz başka şeylerden kasmadan sıkmadan Elif'i tüm öğrenim hayatı boyunca özel okulda okutacak boyutta değil. Ortalama ailelerden gelen ortalama geliri olan sade ve sıradan iki insanız neticede. Çocuğumuz özel okulda okusun diye tüm şartları zorlamalı mıyız? Geldiğimiz durum bu mudur? Biliyorum bunları düşünmek için erken ama en temel basamak kreş/anaokulunu düşündüm geçenlerde. İnşallah kızımı belli bir yaşa/aya gelene kadar kendim büyütmek istiyorum ama sonrası malum kreşe gidecek. Aklımdaki okullar ne yazık ki yurtdışındaki devlet okullarında var :) Türkiyedeki özel okulların sosyallik adı altında yazdıkları şeyler beni hiç cezbetmiyor. Satrancı, yabancı dili, ata binmeyi, tiyatroyu çocuğumla hafta sonu ben de yapabilirim. Ve hala neden o çok para verilen okullarda kimsenin tavsiye etmediği kutu meyve sularından verilir, onu da anlayamıyorum. Dedim ya bu ara anlamlandıramadığım şeyler var diye.

Bir diğeri; sosyalleşme. Beni bilenler bilir ki kalabalıktan hiç hoşlanmam, kalabalıklarda hep içime kapanırım, neredeyse hiç konuşmam. Daha önce anlattığım gibi de çok fazla arkadaşım yok. Bu durum da beni rahatsız etmiyor. Sosyal medya aracılığıyla tanıştığım, görüştüğüm, sevdiğim insanlar var. Tek tek yazsam yazamam, hepsini ayrı ayrı çok seviyorum. (Yeri gelmişken, kalbimde apayrı olan sevgili Esen haaarika bir çekiliş hazırlamış, yanlış çok kişiye duyurmadan sessizce gidin ya da hiç gitmeyin çünkü kesin biz kazanacağız Elifle :)
Komşularımdan bahsetmedim sanırım burada. Yaşı en küçük olan benim. Çoğunluğu da çalışmıyor. Kafa yapılarımız çok uymasa da tabak alışverişimiz, arada "nasılsın" diye zile basmışlığımız var. Ben çoğunu yeni yeni tanıyorum, çalıştığım zamanlarda sadece asansörde görüp selamlaşıyordum çünkü. Önyargılarımdan utandıklarım da oldu ama bana kendimi kötü hissettirenler de. Mesela neden her karşılaşmamızda aynı komşum bana "kilo almışsın, saçın beyazlaşmış, cildin kötü" vs. diyor, bunu anlayamıyorum. Doğum kilolarımın hepsini veremediğim gibi öncekine eklenen şahane bir göbeğim olduğunu gizlemiyorum zaten. Bir de ciddi anlamda barışık olduğum beyaz saçlarım var. Onları da gizlemeye ya da boyatmaya çalışmıyorum. Ergenliğimden beri yüzümde sivilce var-dı, şimdi sadece izleri var. Ama ben mutluyum halimden. "Ya niye böyle" dediğim zamanlar da oldu ama sanki hayat bu kadarcık şeyleri kafaya takacak kadar uzun değilmiş gibi geldi ve ben de rahatladım. Bir de şu malum "üşüteceksin çocuğu" lafı var. "Dışarı mı çıkıyorsun? Ama hava soğuk" diye beni korkutan komşuma "biliyorum hava soğuk, biz de temiz hava almaya çıkıyoruz zaten" dedim. Tamam kabul mesela bugün cidden çok soğuktu ve rüzgarlıydı. Elif değilse de ben çok üşüdüm hatta parmakları kesik eldiven giydiğim için kendime kızdım. Ama 15 dakika da olsa rahatladık, bence bu da önemli. Bir de şu da var ben sana soruyor muyum tüm gün çocuğun televizyon başında, aslında o çocuğa daha zararlı diye? Sormuyorum.

Bu kadar şeyi yazacağıma yarına yemek yapar hatta üstüne kek bile pişirirdim ama hiçbiri bu kadar şeyi yazdığımda hissettiğim rahatlamayı vermezdi.
Okuduklarımdan da bir şey anlamamaya başladım, sanırım bir "es" vakti benim için. Son okuduğum 2 kitap da beni çok etkiledi aslında. Biri "sıradan bir çocuk", diğeri de "benim adım hiçkimse". İkisinin hakkında da yazmalıyım mutlaka. Sırada yazılmayı bekleyen bir dolu kitabım var. Konularını, karakterlerini birbirine karıştırdım neredeyse ama bende bıraktığı duyguları unutmamışım. Ben de onlardan bahsederim fena mı :)
Yılbaşı ve çekiliş demişken katılanlar kaç kişi oldu sayamadım ama bugünlerde listeli olarak yayınlayacağım ki eksik kalmasın çünkü sahiden çekilişi Elif'e yaptıracağım, minik parmaklarıyla tutsun bakalım kağıtları. Paşabahçenin bir sloganı var ya paketlerin üzerine yapıştırıyor: "Hayat en güzel hediye" diye. Kesinlikle katılıyorum. Ama hayattan sonraki en güzel hediye kitap, benim için de tabii ki çocuk kitapları :)

Buraya kadar -sıkılarak da olsa- okumayı başarabilenler varsa 1 şarkı paylaşayım sizinle, çok sevdiğim bir şarkı: Dont worry Be Happy. Hayatın özeti aslında :)


Devamını oku »

21 Kasım 2014 Cuma

Araba Kullan(ama)ma :)

Araba kullanmayı çok severim.
Tabii ki çarpışan arabaları :)
Diğerleriyle pek aram yok hatta hiç yok.
Büyük şehirde ve uzakta yaşamıyor olsak ve arabaya binmesek çok rahatlayacağım.
Sırf bunun için bile sahil kasabasına taşınabilirim(diğer tüm sebepleri yazsam blog error verir :))
İlk arabam malum "Maviş"ti, kliması bile yoktu ama çok seviyordum onu. Minicik mavi bir araba. Derken bir gün onunla kaza yaptım, başka bir arabaya çarptım ve o günden sonra bende trafik korkusu başladı. Kimseye bir şey olmadı aslında sadece maddi hasarlıydı hatta öteki araba daha da suçluydu ama o anki ruh halimi hatırlıyorum, o kadar dalgındım ki...
Benim esas sorunum bu: aşırı dalgın olmak.
Bence arabaya sticker olarak yapıştırmalıyım bunu: "Aşırı dalgın şoför geliyor, yoldan çekilin!" şeklinde :)
Tüm bunları otomatik arabayla yaptım bir de.
Sahi ben buraya ehliyeti nasıl aldığımı yazmadım değil mi?
Ben olsam bana asla ehliyet vermezdim :)
Uygulamalı olan sınavda vites değiştirmeyi unutup 1. vitesle kamyon sollamaya çalıştım. Araba bildiğin tekleyerek ilerliyor, hoca arkada bana kızgınca bakıyor, sınav görevlisi de "acaba vites mi değiştirseniz" diyordu ki kamyon şoförünün bana "ne yapıyorsun ya sen" anlamına sahip el kol hareketi yaptığını gördüm. O an hala zihnimde. Muhtemelen vücudumdan çıkan terle arabayı yıkayabilirdik :) Tabii ki o sınavdan kaldım. Hatta sadece ben kaldığım için sürücü kursu ve hoca bana kızdılar. Derken 2. sınava girdim ve girerken elime yazdım: "Vites değiştir!" Sanki tek sorun buymuş gibi :) O kadar yavaş gitmişim ki "biraz gaza basabilirsin" diyerek yine uyardılar. Hoca da arkadan şu cümleyi kurdu: "İkinci defa giriyor"... yani anlamı şu: "bir zahmet geçirin şu kızı yoksa elimde kalacak" :) neyse geçtim ama hala inanamıyorum. Bir daha da manuel araba kullanmadım hatta koltuğuna bile oturmadım. Bizim arabamız olmadı hiç. Dolayısıyla araba kültürüm de yoktu zaten.
Gelelim bugünlere...
Nicedir arabayı karabalık kullanır ve ben hep "yavaş!" şeklinde ikaz ederim 70le de gitse :) (* Esen burada sana sevgilerimi gönderiyorum, benden olduğunu bildiğim için :)
Hatta geçenlerde taksiye bindik Elifle şoföre "bizim acelemiz yok" dedim hani yavaşlasın diye, "abla zaten 60'la gidiyorum hem ben usta şoförüm" dedi. Aman yahu herkes de çok biliyor... Korkuyorsam korkuyorum arkadaş ne yapayım :)
Gelelim bugüne...
Annem ve karabalık (aaa buraya yazmayı unuttum bak annem geldi 1 haftalığına) anlaşmışçasına "arabayı kullanman lazım" deyip duruyorlar. Beni geceden aldı mı stres. Elif'i aile hekimliğine götüreceğiz boy-kilo takibi için. Bana kalsa o dik yokuşa rağmen bebek arabasıyla giderdim. Elif'i arkada birinin zapt etmesi şart yoksa katiyen durmuyor. Neyse annem var, iyi güzel.
Ben elimde arabanın anahtarı düştüm yola. Bindik arabaya. Arabayı çalıştırıyorum ama araba gitmiyor (manuel değil bu arada :) karabalığı aradım. "El frenini çektin mi?" dedi. "E heralde" dedim hava atarak. "Yalnız hangisi fren hangisi gazdı, onu karıştırdım" :)) Annem hemen "istersen yürüyerek gidelim" dedi. Beni aldı mı gülme. Arabaya binene kadar "aslansın kızım yaparsın" diyen kadın, halimi görünce vazgeçti :) Teyzem de yukarıdan dua ediyor bize :) Sonra ben dedim ki telefonda "n" ile gidilmiyor muydu? meğerse o arabayı boşa alıyormuş, d yani "drive" ile gidiliyoruş. "E peki hangisi gaz" dedim. "basınca anlarsın" dedi :) Gaza bir anda basıp öne doğru atılınca anladık zaten de yüreğimiz ağzımıza geldi. Annem "İstersen hala yürüyebiliriz" diyor. Bak sen... "Yok yok, zorluk buraya kadardı, götürürüm şimdi" dedim. Hakikaten de götürdüm. Aile hekimliğinden ayrılırken annem "sen dönüşü yap, biz arabaya öyle binelim" dedi :) "İyi peki"...
Neyse gittik ve geldik sağlimen, çok şükür.
Hala düşünüyorum bana o ehliyeti nasıl verdiler acaba?
Bu arada kazadan önce o kadar rahat araba kullanıyordum ki (Ankarayı bilenler için söylüyorum) Bahçelievler 7. caddeye paralel dar caddelerde geri geri yüzlerce metre gitmişliğim var :) Hem de başka bir arabaya çarpmadan!
Rüyalarımda da sıklıkla araba kullanırım ama rahatımdır hatta fazla rahat.
Karabalığa göre ben ondan daha iyi araba kullanıyormuşum.
Duy da inanma :)
Ne dersiniz, ara ara alıştırma yapıp trafiğe çıkmalı mı yoksa hepimizin sıhhati için araba sevdasını rüyalara mı devretmeli?
Tavşandan sürüş dersleri mi alsam :) Benden daha havalı duruyor, orası kesin :)

Devamını oku »

20 Kasım 2014 Perşembe

Yılbaşı Kitap & Kart Çekilişi :)

Bu sene için aklımda sevdiğim insanlara kart göndermek var yeni yılda, daha önce söylemiştim.
Birkaç farklı mecrada da kitap çekilişine katılmıştım ki...
Aklıma geldi; ben niye burada "yılbaşı kitap & kart çekilişi" etkinliği yapmıyorum diye?
(1 tane bıdıkla koşturduğum için olabilir mi acaba? Mümkün tabii...)
Neyse ben bahane üretmeyeyim de keyifli bir şeyler yapayım istedim.
Yılbaşı yaklaşınca benim de içim kıpır kıpır oluyor.
Katılmak isteyenler bilgilerini 2balik1kedi@gmail.com adresine göndersinler ve son tarih de 30 Kasım olsun, ne dersiniz?
Aralık ayının hemen başında ben Elifle beraber oturayım ve çekilişi yapayım(onsuz olmaz tabii ki) ve herkese kime çıktığını mail atayım.
Umarım karışık anlatmamışımdır ve de yapabilirim bu işi :)
*Benden kaynaklanan gecikmeler için şimdiden özür dileyeyim peşin peşin.

Aslında sadece çocuk kitapları olsun istemiştim ama karabalık hatırlattı; herkes çocuk kitapları sevmeyebilir, okumayabilir diye. Mantıklı tabii.
Kısacası güzel bir çekiliş olsun, keyifli vakit geçirelim ve birbirimize kitap hediye edelim (yanında kart da olsa fena olmaz sanki)
Maillerinizi bekliyorum(z), çekilişi de minik parmaklarıyla Elif yapsın bence, o nasıl olur :)

Devamını oku »

18 Kasım 2014 Salı

1 Kitap 1 Mektup : Delal Arya: Pera Günlükleri & Yedi Denizlerde :)

Daha önce Delal Arya'dan bahsetmiştim. (şurada ve burada) Kitaplarını merak ediyordum ancak henüz okumamıştım sevgili arkadaşım bana imzalı getirmişti tüm kitapları. Elifle ilk günlerimizdi ve ben büyüük bir heyecanla bu maceraya atılmıştım. Lakin aklımda yine bir dolu soru vardı. Sevgili Delal Arya da beni kırmayıp sorularımı "1 Kitap 1 Mektup" etkinliğinde yanıtladı, çok teşekkür ederim kendisine :)
Kaynak: burada
Öncelikle “Pera Günlükleri” ve “Yedi Denizlerde” serisi kaç kitapta bitecek; bunu çok merak ediyorum, heyecandan kalbim pır pır okudum çünkü. (Ve yeni kitaplarla ne zaman buluşacağız?)
Pera Günlükleri 6 kitap, Yedi Denizlerde 5 kitap olacak.

Kitapta yer alan hikayenin ne kadarı gerçek ne kadarı hayal ürünü? Acaba bu kısmı biz mi doldurmalıyız?
Büyük kısmı hayal ürünü. Ama hayali kuran kişinin o hayal hakkında bir şeyler biliyor olması lazım. Yedi Denizlerde’yi, çocukken gemilerde dolaşırken kurduğum hayallerden yola çıkarak yazdım.

Her kitapta bir önceki hikayenin minik bir hatırlatması yer alıyor. Seri kitaplarda bu biraz gerekli oluyor sanki değil mi?
Evet. Çünkü olay örgüsü birbirine eklemlenerek büyüyor. Dolayısıyla okuyucuya önceden olanları hatırlatmak gerekiyor.

“Pera Günlükleri” sahiden de 1 kurt ile mi başladı?
Hayır. Pera Günlükleri bir arkeolojik kazı evinde dinlenmek için yattığım ranzanın ikinci katında uzanmış yağmuru izlerken başladı. Bir otelin önünde durmuş zili çalmaya korkan iki tane çocuk gördüm önce. Ellerinde bavulları, yepyeni bir hayata başlıyorlardı. Kurt bambaşka bir hikaye. O benim İstanbul’umun koruyucu ruhu.

Belki saçma olacak ama “Renda” siz misiniz :)
Renda biraz benim, biraz da benim gibi çocukken gemilerle dolaşan ablam. evet. Ama o daha çok benim bu dünyaya uygun gördüğüm çocuk tipi. Bütün dünyası bir gemi olan, ama o gemiyle tüm dünyayı dolaşan, cesur, meraklı, heyecanlı, kafası özgür çalışan bir kız. Dünyanın bir ruhu olsa o Renda gibi olurdu diye düşünüyorum.

Pera Günlükleri ve Yedi Denizlerde film olarak çekilsin ister miydiniz? (Buna çok uygun bir hikaye çünkü)
Kitaplarımın filme çekilmesini isterim.

“Yedi Denizlerde” serisi gemi yolculuğunda yazıldı sanırım. Hikayenin başlangıcı o gemi yolculuğu muydu yoksa?
Serinin ikinci kitabını İspanya’dan Afrika’nın Gine Körfezi’ne inen bir konteynır gemisinde yazdım. Ama hikayenin asıl ilham kaynağı çocukken babamın kaptanlık yaptığı yük gemilerindeki seyahatlerim. Yük gemileri benim için uzayda dolaşan gezegenlere benziyor ve ben kendimi bildim bileli hep bir gemide yaşama hayali kurmuşumdur. Dünya bir gemiyle dolaşarak yaşanacak bir yer, çünkü keşfedecek karalar olduğu kadar denizler de var.

Karakterlerin isimleri çok güzel. Bu isimler mitoloji kaynaklı mı?
Renda ismini şu anda ikinci kaptanlık yapan ama çok yakında süvari olacak genç bir kadın zabitten alıyor. Lusin ve Ran ise benim arkadaşlarımın isimleri.

Aklınızda olan başka hikayeler de var mı?
Evet. Ormanların derinliklerinde geçen, daha masalsı bir hikaye üzerinde çalışıyorum.

Fuarlarda belki çocuklarla karşılaşmışsınızdır. Okuyuculardan dönüşler nasıl?
Genelde kitaplarda neleri beğendiklerini soruyorum. Gerçeklere dayanan olağanüstü şeyleri sevdiklerini söylüyorlar. Yani orada bir Pera Palas var gerçekten ve bu çocuk okuyucuyu heyecanlandırıyor.

Sizin sevdiğiniz çocuk kitapları hangileri hatta “keşke ben yazsaydım” dediğiniz hikayeler var mı?
F.H.Burnett’in Gizli Bahçe adlı kitabı.

İtalyancadan çevirdiğiniz çocuk kitapları da var. Çeviri konusunda nelere dikkat etmek gerekiyor daha çok?
Çocuğu heyecanlandıran bir dil tutturmak gerekiyor. Cümle geçişleri hareketli olmalı. Mesela İtalyanca’dan dosdoğru Türkçe’ye çevirdiğinizde çok tıkanık bir anlatım elde ediyorsunuz. Orijinalinde sorun yok, ama Türkçesi biraz durgun oluyor. Onu hareketlendirmeli ve çocuğu sayfaları yiyecek kadar çok heyecanlandırmalısınız.

O kadar büyük bir iştahla okumuştum ki kitapları serinin devamı için neredeyse gün sayıyorum (tam tarihini bilmesem de :) 
*BDK'nın "Pera Günlükleri" ile ilgili radyo yayını dinlemek isteyebilir, Bianet.org'daki ve Radikal'deki röportajları da okumak isteyebilirsiniz.

Sizce "Pera Günlükleri'nde nasıl bir macera yaşanmış olabilir?"   
Aklınıza gelen tüm fikirleri bu yazının altına 7 Aralık 2014 tarihine kadar yorum bırakın.
Yapacağımız çekilişle 1 kişiye "Pera Günlükleri" kitabını (ve 1 mektubu) gönderelim :)

Devamını oku »

17 Kasım 2014 Pazartesi

Anne(lik) Sohbetleri: Berna & Ekin

Berna'yı "ekinvebiz" olarak BDK sayesinde tanıdım. Aslında itiraf etmem gerekirse Berna'dan daha çok Ekin ve çizimleri/okudukları ilgimi çekmişti :) Bir de maşallah o hep gülümseyen yüzü. Elif daha 7 aylık ama nedense Ekin'i Elif'e, Elif'i de Ekin'e benzetiyorum. Belki de hayalimdeki Elif, Ekin'dir kim bilir :) O zaman hayalimdeki anneliği de Berna ile konuşmam lazım :)

Berna Merhaba,
Sana ilk sorum tabii ki çocuk kitaplarıyla ilgili olacak. Ekin’den önce de okur muydun çocuk kitaplarını yoksa bu dünyaya Ekinle mi girdin?
Doğrusu, her zaman kitap okumayı severdim ama çocuk kitapları Ekin’le birlikte hayatıma girdi, daha doğrusu ben o dünyaya giriş yaptım J Hem şunu da belirtmem gerek, Ekin 8 yıl önce doğdu ve o zamandan bu zamana çocuk kitapları çok daha arttı ve çeşitlendi, ne mutlu ki ;)

Annelik maceran nasıl başladı?
Genellikle hisleriyle hareket eden biriyimdir, içimden geldiği gibi davranır, aşırı plan programı hiç sevmem. Ama bir bebek dünyaya getirmek konusunda hiç öyle değildim J  Yani Ekin’e ne zaman hamile kalayım, ne zaman doğurayım, hepsini aklımda planlamıştım. Önce jinekoloğuma gittim, “biz bebek istiyoruz, bedenim hazır mı, sağlıklı mıyım, hangi kontrolleri, testleri yaptırmam gerek” diye sordum. Bana bir liste verdi, kan testleri, hormon testleri, ne varsa hepsini yaptırdım. Demir eksikliğimi demir iğneleriyle telafi edip depoları doldurdum (bu arada 5 kilo aldım, iyi de oldu), folik asitlerimi aldım. Troid hormonlarımda küçük bir sıkıntı oldu, tüm hamileliğim boyunca her ay kontrol ettirdim, hormon takviyesi aldım. Ve ilk denemede Ekin bize katılmak için hevesli olduğunu gösterdi bize ve tam istediğim tarihte (sonbaharda eylül-ekim gibi doğursam ne iyi olur demiştim hamile kalmadan önce) 2 ekimde dünyaya, dünyamıza geldi, iyi ki de geldi J Bu konuda çok komik bir anımız var, onu anlatayım; ben ilk denemeden sonra Ahmet’e “hissediyorum, kesin hamileyim” dedim. Ahmet benim her konudaki aşırı heyecanımı ve sabırsızlığımı bildiği için “abartma canım, daha yeni başladık denemeye, hemen heyecan yapma” dedi. Ben reglim birkaç gün gecikince hemen test aldım, Ahmet bu arada sürekli telkin halinde, heyecan yapmamı önlemeye çalışıyor. Test sonucu tahminim doğru, evet, hamileyim! Ahmet şok oldu tabi, hala inanamayarak “istersen kan testi de yaptıralım, bunlar kesin sonuç vermiyordur, sen yine de kaptırma kendini” falan demişti J Galiba heyecanımın boş çıkmasından etkilenmemen içindi bunlar. Hatırladıkça çok gülerim J


Doğum hikayeni anlatabilir misin?
Doğumum genel olarak çok rahat ve kısa bir doğum oldu diyebilirim. Ekin 38. hafta bittikten sonra, daha fazla bekleyemeyeceğim diyerek dünyaya gelmeye karar verdi, 2 hafta daha içerde kalacağını düşünen anne babasını yanıltarak J. Yorgun bir günün sonunda (bütün gün ayaktaydım ve hep yürümüştüm)  saat 23.00’te başlayan bel ağrısı, saat 01.00’de doktorumu aramam (bu nedir diye, çünkü hala doğumun başladığını anlamamıştım) hastaneye gidiş, 04.20’de Ekin’i doğurmam, yani toplamda 4-5 saatlik bir maceraydı, bu sürecin bir kısmını evde yaşamış olmam da güzel tarafı tabi J. 2 Ekim 2006’da sabaha karşı 04.20’de normal doğumla Ekin’imiz aramıza katıldı J

İlk günlerde yanında birileri var mıydı?
Babamın sağlık sorunları nedeniyle annem yanımda olamadı. Bu hala beni üzen bir konudur, o yüzden hayatta olursam eğer, ileride kızımı bu süreçte yalnız bırakmamak, yanında olup destek olmak istiyorum, umarım yapabilirim bunu. İlk zamanlar kayınvalidem vardı yanımda, ama çok çok kısa bir süre. Sonrasında hep Ekin’le yalnızdım, elbette eşimin desteği büyüktü, ama yükü de büyüktü. Biz meslektaşız, mimarız ikimiz de. Birlikte çalışıyorduk, ben ofisteki işleri yürütüyordum, eşim üniversitede de görev yapıyor, doktorasını hazırlıyordu. Hatta Ekin’in doğumundan sonra bitirdi doktora tezini. Ben Ekin’i büyütmek için işime ara verdim, eşim okuldaki görevinden ayrılıp ofisteki tüm işleri yüklendi. Zor ve yorucu bir süreçti ve yalnızdık. Birbirimize destek olmaya çalıştık. Ekin’in büyüme sürecinde ailelerimden ve dışarıdan hiç destek almadık, bir süre sonra aslında bunun yorucu ama çok avantajlı bir durum olduğunun farkına vardığımı söylemeliyim. Çekirdek aile olarak çok bağlı ve güçlü yaptı bu bizi. Kalabalık ortamda çocuk büyütmenin anneye kolaylık olduğu kesin ama bebeğinizle baş başa olma duygusunu yaşayamıyorsunuz. Bence bu bağ çok önemli ve bunun uğruna her türlü zorluğu yaşamaya değer J


Ekin şimdi tam 8 yaşında. Bu yaşın da kendine göre zorlukları oluyor mu?
Her yaşın kendine özgü zorlukları oluyor tabi. Her zaman birey olarak saygı gösterdik biz Ekin’e, fikirlerine saygı duyduk. Büyüdükçe bağımsızlığı artıyor, ama bu yaşlarda hem bağımsız, hem size ihtiyacı var. Bu bazen sıkıntı yaratıyor. O yüzden mümkün olduğu kadar bağımsızlığını destekleyerek ama yine de bir adım yanında olduğunuzu hissettirerek hareket etmek gerekiyor. 8 yaşında artık, evdeki yaşamla dışarıda görüp tanık oldukları arasında kıyaslama yapabiliyor, hak-haksızlık, adalet konularında çok duyarlı, mücadeleci, kararlı ve hala çok meraklı bir çocuk. İkna olmak istiyor, anlayana, öğrenene, ikna olana kadar soruyor. Hiçbir şeyi geçiştirmedik şimdiye kadar, hep detaylı ve uzun anlattım/anlattık, anlamaz demedik. Sonuçta büyüdükçe daha çok anlıyorum bunu, yaşadığımız ülkede hayretle karşıladığı, anlayamadığı, anlamlandıramadığı şeyler o kadar çok ki ve üzgünüm giderek artacak gibi. Bizim için de aynı şey geçerli tabi, maalesef…


Ekin nasıl bir bebekti; uykuyu sever miydi, iştahı iyi miydi?
Ekin meme konusunda çok iştahlı bir bebekti, 31 ay sınırsız meme hizmetinden faydalandı kendisi J)))) Genel olarak iştahlıydı, hiçbir zaman yemek sorunlu bir çocuk olmadı. Yemek seçmezdi, hala da öyledir. Mantar hariç (ki onu da bol bol yedi zamanında, birkaç yıldır yemiyor) her şeyi yer. Sebze çok sever, meyve ayırt etmez, et de çok sever bunun yanında. Bir İzmirli olarak, balık ve otlar (cibez, deniz börülcesi vs) vazgeçilmezidir. Salatasız yemeği eksik bulur, alışkanlık tabi J Bizim beslenme şeklimize adapte oldu kolayca, dengeli ve her gruptan besin olur soframızda. Ek gıdaya ilk geçtiği dönem hariç, Ekin’e ayrı yemek pişmedi hiçbir zaman. Hep sofrada bizimle, biz ne yersek onu yedi ve yiyor J

Uyku konusunda da ilk aylar, hatta emzirme olayı bitene kadar, yani 31 ay, ben uyku nedir bilmedim pek. Hep uyandı, hep emzirdim, koyun koyuna uyuduk. Emzirme sona erince kendi kendine ve kolaylıkla uyudu. Geçiş çok rahat oldu, o yüzden bu konuda biraz esnek olmalı, stres yapmamalı. Ben eşim ertesi gün erkenden işe gittiği için, geceleri de Ekin’le ilgilendim, biliyorum, çok zor ve yorucu. Ama inanın geçiyor, hatta bu süreçte hep kucağımda, koynumda olduğu için Ekin, daha rahat geçiş yaptığını bile söyleyebilirim, evet J Şimdi de akşamları 9, en geç 9.30’da uyur. Sabahları okul yoksa, sabah uykusuna da bayılır J
Bu arada not: uyku eğitimi falan yapmadım, kendi çapımda karşıyım “uyku eğitimi” lafına da J Sadece “çocuğumu” iyi gözlemledim, uyku saatlerine göre hayatımızı düzenledim. Ona sıkıntı yaratmayacak çözümlere yöneldim, mesela benimle rahat uyuyordu, göğsümde, bunu verdim ona. Yat yerine bensiz demedim J)) Çok yorucu, kabul. Ama bebeğim mutluydu, huzurluydu, benim için önemli olan bu. Bence Ekin’in uykuyla problemi olmamasının temelinde bu ihtiyacının karşılanması yatıyor, ben öyle düşünüyorum J

Ekin’e okuduğun ilk kitabı hatırlıyor musun?
Ekin bebekliğinden beri kitaplarla iç içe. Tabi o zaman bu kadar çok kitap yoktu, kaynaklar sınırlıydı.  İlk kitaplarını babası aldı Ekin’e, hediye paketleriyle getirirdi mutlaka J O paketler açılır, içinden Ekin’in şaşkın bebek bakışları arasında kitaplar çıkardı J Daha oturamıyorken bile, birkaç aylık bebekken yani, babasının getirdiği bir sürü çocuk kitabıyla haşır neşir oluyordu. Ama sanırım ilk kitabı, şu kumaş kitaplardandı. Hala saklıyorum onu. Hem yiyor, tadına bakıyor, hem de benim resimlerden uydurduğum hikayeleri dinliyordu. Sonra da nesneler, renkler vs gibi küçük kitaplara geçti. Okumaya başlayana kadar hep ben okudum ona kitapları, artık 3 yıldır kendi okuyor J
Bu fotoğraf benim favorim :)
 İzmir, çocuk büyütmek için ideal bir şehir sanırım değil mi?
İzmir bu ülkede yaşayabileceğim tek şehir, kendi adıma söylüyorum. Ekin’in bir kız çocuğu olarak İzmir’de büyümesinden son derece memnunum J

Eve bir kitap girdiğinde Ekin’den önce sen mi okuyorsun; itiraf et J
Esra’cığım, o eskidendi J)) Çünkü artık onun kitaplarını ondan önce okumama izin yok J Önce Ekin okuyor, sonra sıra bana geliyor. Eve her kitap aldığımızda heyecandan deliriyorum ama beklemek zorundayım J Arada kaçamak yapmaya çalışıyorum ama anlıyor o zaman da. Çünkü dayanamayıp anlatıyorum J))

Biz  1 kere gittik ama Mordoğan’ı çok sevmiştik. Siz tüm yaz oradaydınız. Çocuklar denizi, sahili, taşı, toprağı seviyor değil mi?
Elbette J Mordoğan’da köyde bir taş evimiz var. İşimiz restorasyon olduğu için bu eski taş evi alıp restorasyonunu kendimiz yaptık. Bu konuda eşimin hakkını vermem gerek, harika bir iş çıkardı ;) Ekin yazları orada köy hayatı yaşıyor. Bahçemiz var, salatalık, domates, roka, semizotu ektik bu yıl. Çıplak ayak çimde oynuyoruz. Her gün denize girip yüzüyoruz, kumlarla oynuyoruz. Ekin keçiler, tavuklar, köpeklerle ilgilenmeye bayılıyor. Tavuk koromuz var, bazen şarkı söylüyorlar, ya da biz öyle hayal edip gülüyoruz. Çeşitli böcekleri takip edip, inceliyoruz, Ekin’in müthiş keşifleri oldu bu yıl. Müthiş sesler var doğada. Oradaki evimizde TV yok, almadık. Uyanırken doğanın sesini duyuyoruz. Herhangi bir an, mesela bir eşek anırması duyup kahkahalarla gülüyoruz. Değişik bir ses duyup bahçeye fırlıyoruz, ses nereden geliyor diye inceleme yapıyoruz. Sürekli takip ettiğimiz bir yavru baykuşumuz var mesela. Ben ilk kez baykuş sesi duydum Mordoğan’da. Yani birkaç ayımız doğayla iç içe geçiyor ve biz çok mutluyuz bu durumdan J


Ekinle favori kitaplarınız hangileri?
Olamaz! Bu sorulardan çok korkuyorum, çünkü seçmek çok zor. Hatta Ekin’e de sordum. “Hepsi anne hepsi!” dedi J Kitaplığımız gerçekten çok geniş ve Ekin kitapları seri bir şekilde arka arkaya okuyan bir çocuk. Kendi kendine okumaya 6 yaşında başladı. O günden beri yüzlerce kitap okudu, dolayısıyla ben de o kadar çocuk kitabı okudum, şimdi nasıl seçelim? J)))

Sen mimarsın ve kızın harika çizimler yapıyor. Bu genetik bir şey sanırım. Ekin’in çizimlerini kitap haline getirmeyi düşünüyor musunuz? (Ben, ilk alan kişilerden biri olurum kesin J
Ekin sanatsal yönü güçlü bir çocuk. Eline kalem, boya aldığından beri çiziyor, boyuyor. Bu hayatının bir parçası, tıpkı müzik gibi. Yani Ekin’i tanımlayan ana özeliklerden biri. Resim yapmadan, bir yerlere bir şeyler çizmeden duramaz. Duvar, yer, kağıt, lokantadaki servis, peçete, eline geçen her şeyle, her yere resim yapar. Bebekliğinden beri sergilere götürürüm ben Ekin’i. Gezeriz, mümkünse sanatçıyla tanıştırırım. Yapanı, yapılanı görsün diye. Ve evimize gelenler bilirler, evin her yeri resim sergisi gibidir. Koridorda bir askı sistemimiz var, bu sayede sürekli açık bir koridor sergimiz oluyor  J Zaman zaman yenilenir, eski resimler yenilerle yer değiştirir. Bazı resimleri (büyük tuvale yaptıkları) salonda duvarlara asılıdır. Bazıları dosyalanmıştır, çünkü o kadar üretken ki, tarihleyip dosyalamazsam başa çıkamıyorum J Şu anda mesela evde koliler dolusu resim var J Bu konudaki genetik yeteneğini babasından almış Ekin, eşim de resimle ilgilenirdi bir zamanlar. Şimdi vakitsizlikten yapamıyor ama kesinlikle çok yetenekli olduğunu düşünüyorum. İyi resimden de anlar, o nedenle eşimle Ekin’in yaptığı resimler üzerine konuşmayı seviyorum J  Bu arada, hiçbir zaman Ekin’in çizdiği hiçbir şeye sözle ya da başka şekilde müdahale etmedik, bunu çok önemsiyorum. Kendiyle baş başa üretim halinde oldu, bu anların gerçekten önemli anlar olduğunu düşünüyorum. Kitap haline getirmek için benim çok uğraşmam, bu işle ilgilenmem gerek. Bilmem, neden olmasın? J




Bu çizimleri azıcık (ç)aldım  kabul :)
Sence sen nasıl bir annesin? (sabırlı, oyuncu, hoşgörülü, kararlı, tutarlı…)
Bunu Ekin’e soruyorum bazen ben de. Çok objektif yanıtlar veriyor J Ama genellikle eğlenceli bir anne olduğumu söyler, çünkü kızımla iyi vakit geçirmeye çalışıyorum. Onunla kendim ilgileneyim diye işimi bıraktım, okul hayatı başladığından beri onu mutlaka evde ben karşılarım. Yanında olduğumu ve onu sevdiğimi, değer verdiğimi hissettirdim. Sonuçta güçlü bir anne-kız bağımızın oluştuğuna inanıyorum. Onunla bir şeyler yapmaktan hoşlanıyorum ve o da farkında bunun. Birlikte konserlere gideriz, sohbet ederiz, fikirlerimizi paylaşırız, okuduklarımız hakkında konuşuruz, film izleriz, kıkırdarız, kahkaha atarız, kudururuz, eğleniriz, tartışırız. Bunları keyif alarak yaptığımı bildiği için bana sen eğlenceli bir annesin diyor sanırım J Ha, tabi kuralcı bir yanım da vardır, mesela uyku saati konusunda çok esnemem. Sağlıklı beslenme konusu zaten evde kabul görmüş bir konudur, herkes hemfikir bu konuda. Biraz sabırsız ve fazla heyecanlı bir yapım var, e o da bu yaştan sonra pek değişmiyor, beni de böyle kabul ediyorlar sanırım J))))) Ben duygularımı hiç gizlemedim Ekin’den, üzüntümü de bilir, ağladığımı da görür, sevinçten deli deli dans ettiğimde, sokakta zıplayarak yürüdüğümde hep yanımdadır, tanıktır bu hallerime J Sanırım ben içten bir anneyim, normalde neysem öyle yani J

Ekin ileride nasıl biri olduğunda kendini iyi hissedersin?
Şu anda zaten kişiliği ortada. İleride nasıl bir insan olacağına dair bir fikir veriyor J Ben Ekin’in hep vicdanlı bir insan olmasını istedim. Kendi haklarının ve aynı zamanda başka insanların haklarının bilincinde olsun. Sorumluluklarını bilsin ama bunlar uğruna yaşamanın güzelliğinden vazgeçmesin. Tıpkı şu anda olduğu gibi algısı, ilgisi, merakları hayatın güzellikleri üzerine olsun. Müzik yapmaktan (müzik eğitiminde 5.yılı, 3 yıldır recorder çalıyor), resim yapmaktan hiç vazgeçmesin. Sanat hep hayatında olsun. Ve en önemlisi umutları hiç tükenmesin…

Henüz erken ama eğitim sistemimiz çocukları yarışa hatta maratona sokuyor. Bu konu hakkında yani Ekin’in eğitim-öğretim hayatıyla ilgili planların(ız) var mı?
İşte benim bam telim… Bu konu hakkında çok şey yazabilirim. Eğitim sistemi sizi nasıl tek tipleştirmeye çalışıyor, bireyselliklerinizi nasıl önemsizleştiriyor, bakış açınızı nasıl köreltiyor, bunları uzun uzun anlatmaya gerek yok. Bu ülkede yaşayıp çocuğu okula giden herkes aşağı yukarı bunları biliyor. Anaokulundan beri sürekli bir mücadele içindeyim, her ne kadar kafamıza uygun okullar bulduğumuzu düşünsem de, daha gidilecek çok yol olduğu kesin. Yerleşik kalıpların değişmesi çok zor. Eğitim sistemi içinde ufku geniş, bakışı geniş eğitimcilere ihtiyaç var, çok şükür ki bunların bazılarına denk geldik. Ekin’in eğitim hayatı ile ilgili temel prensibim şu, hiçbir zaman kontrolü, denetimi, bağlantıyı, iletişimi bırakmamak. Gözüm sürekli Ekin’in ve okulun üzerinde. Yanlışları da doğruları da beraber gözlemliyoruz Ekin’le. Okul hayatıyla ilgili yaşadığı güzel şeyleri de olumsuzlukları da mutlaka konuşuyoruz anne-baba olarak. Her şeyin fazlasıyla farkında olan bir çocuk. Bazen bunun avantajları yanı sıra dezavantajlarını da yaşıyor haliyle. Ama bu süreçte onu dinleyen ve dikkate alan anne-babası olduğunu biliyor. Gerisi sorun değil, her koşulda çözümlenebilir. Bir şekilde bu sistemin içindeyiz, ama kendimizi korumaya çalışıyoruz. Özetle bunu söyleyebilirim.

Ekin’den “mutlaka ama mutlaka okuyun bu kitapları” listesi alabilir miyim? (Onun zevkini çok beğeniyorum (şurada güzel bir şeyler buldum sanki) 
Ekin bu soruya yanıt vermek istemedi, “hepsini hepsini seviyorum kitaplarımın!” dedi J Ben de Ekin’in zevkini çok beğeniyorum. Uzun zaman ben seçtim kitaplarını, sonra beraber seçtik, şimdi kendisi seçiyor, ama benim önerilerimi de dikkate alıyor. Yine de isim vermem gerekirse, sıkı bir Roald Dahl hayranı Ekin. Ayrıca elbette Pıtırcık serisine bayılıyor, Andrew Clements’i, Ursula K. Le Guin’i çok severek okuyor. Bunları yazdığımı görse kızar bana, şu da vardı bu da vardı diye J Çocuk kitapları gerçekten çok derin, güzelliklerle dolu bir dünya. Hiçbir zaman çocuk kitabı okumayı bırakmayacağım bu yüzden. Ekin’in de bu tadı aldığını biliyorum, bu konuda şanslıyım J Zaman zaman bizden tavsiye isteyen, liste isteyen dostlarımız oluyor, onlarla paylaşıyorum. Ama hep eksik kalıyor, tüh şunu da yazsaydık, hay Allah bu da vardı falan diye J Çocuğu olsun olmasın, herkese tavsiyem, güzel çocuk kitapları okuyun. Gerçekten okumanın eğlenceli ve tatlı bir duygu olduğunu hissedeceksiniz J

Anne adaylarına ve benim gibi acemi annelere neler tavsiye edersin?

Çok tavsiye vermeyi seven biri değilim aslında. Hele söz konusu olan annelikse. Çünkü her anne-çocuk ilişkisi kendine özgü dinamikleriyle var olur. Her biri ayrıdır ve her biri özeldir. Ama kısaca şunu söyleyebilirim, anne olmaktan, bunun getirdiklerinden keyif alıyorsanız, çocuğunuz bunu hissediyor. Çok kasmadan kendimizi, biraz akışına bırakmak gerek. Çocuğumuzu dinlemek çok önemli. Kitabi bilgilere birebir uyacağım derken hırpalamayalım kendimizi. Bilmek, okumak, öğrenmek harika, asla bunlardan vazgeçmem. Ama kesin bir şey var, bana anne olmayı Ekin öğretti. Ekin’dir beni eğiten, gerektiğinde dönüştüren, hatalarımı gösteren, doğrularımı yansıtan… Birlikte büyüyoruz, birlikte öğreniyoruz. Sevildiğini, birey olarak değer verildiğini hisseden çocuk, daima sizinle iletişime açık olacaktır. “Sen bizim ailemizin bir parçasısın, varlığın çok önemli, fikirlerin bizim için değerli” biz bunu hissettirdik Ekin’e hep. Gerçekten Ekin bizim kızımız olduğu için mutluyuz 

Bu sohbetten sonra "hemen yaz gelsin, İzmir'e gidelim yok yok Mordoğan'a gidelim, Ekinle evin bahçesinde beraber kitap okuyalım" gibi bir istek oluştu bende :) Berna'nın annelik tarzını da çok sevdim; pozitif, rahat, ilgili, sabırlı... Kendim için notlar aldım yine bu sohbetten de.
Ekin'in kitaplığını ise hala meraktayım :)
Katıldığınız ve harika fotoğraflarınızı paylaştığınız için çok teşekkürler Berna, Ekin'i saçlarından benim yerime de öper misin :)



Devamını oku »

13 Kasım 2014 Perşembe

Dünya Çocuk Kitapları Haftası Kutlu & Mutlu Olsun :)

Bu haftayı ilk defa kutlayacağımı düşünürken geçen seneki yazıma rastladım. Bir gün sahiden oturup eski yazılarıma bakmak istiyorum. Yazdıklarımı nedense hep unutuyorum.
Geçen sene "nasıl başladı bu sevda" demişim, bu sene de "neden"lerini anlatmak istiyordum ama burnumu çekmekten silmekten bitap düştüm, sadece bu güzel haftayı kutlayıp kaçacağım.
ÇOCUK KİTAPLARI HAFTAMIZ KUTLU OLSUN;  NEŞELİ VE HEP EĞLENCE DOLU GEÇSİN!

Çocuk kitapları okurken ben :
(temsili falan da değil :)
* Görsel kaynak: Google(linki bulamadım, eskiden kaydetmişim)
Devamını oku »

11 Kasım 2014 Salı

Hoş Geldin Kasım & Ankara'nın Kış Mevsimi :)

Geçen sene bu zamanlar Elif karnımdaydı şimdiyse kucağımda.
Her gün yaptığım yürüyüşlerde daha bir üşüdüğümü şimdi şimdi daha iyi hatırlıyorum.
Ama inatla her gün en az 20-30 dakika yürümüştüm.
Elimde kırmızı eldivenlerim ve yanımda mandalinamla.
İş yerinden kaçmak demekti bu an'lar benim için. O yüzden de çok kıymetliydi.
Yakın olduğu için öğle aralarında bazen Milli Kütüphaneye giderdim. Kitaplara dokunmak için diyeceğim ama MK'de kitapları görmüyorsunuz bile. Bana hala ve inatla çok saçma geliyor bu sistem. Kitaplar bizlerin göremediği koocaman duvarların arkasında bir yerlerde. Kitapları böyle mi koruruz yani sistem bu mu? Anlamakta güçlük çekiyorum yani beynimdeki "anlama yetisinden sorumlu kıvrım" söz konusu 'kitaplara dokunamak' olunca işlevini yapmıyor.
Kasım ayı biraz hüzün biraz kış hazırlığı biraz da yeni yıl heyecanı demek olabilir. Bu sene de sevdiğim insanlara kart göndermeyi planlıyorum. Niyetim yine evde bir şeyler yapmak ama bakalım, kısmet. Elif az daha büyüseydi birlikte yapardık heyoo ne de güzel olurdu. Neyse biz şimdinin an'ın tadını çıkaralım (sevgili Gece, tam bunu yazarken aklıma sen geldin :)
Bu sene karın yağması için daha da heyecanlıyım. geçen sene sadece 1 kere yağmıştı ve biz neyse ki dışarı çıkıp karla oynamıştık(Elif izin verdiği ölçüde). Bu sene de kar yağınca Elif'i giydirip dışarı çıkmak istiyorum(z) Eldivenleri yok ama karla tanışmak onun da hoşuna gidecektir sanırım.
Ankara'da sonbahar bence gerçekten güzel. Yaz ayları için Ankara'nın tek çekici tarafı kuru kalabalığın gitmiş ve trafiğin boşalmış olması oluyor. İlkbahar da güzel olabilir. Kış mevsimi de orta güzellikte diyelim ama bence Ankara bir kıyafet giyecek olsa bu gerçekten sonbahar olurdu. Bizim burada kırmızı yaprakların olmamasına sinir oluyorum :/ Ama yine de her yürüyüşte hoşuma giden ya da kendini yerde yalnız hisseden yaprakları topluyorum, evde büyük parti veriyorum sonra onlar için.
Elifle her öğleden sonra yürüyüşe çıktığımızı söylemiştim. Tedbir amaçlı şöyle bir ürün aldık. Biz hala puset kullanıyoruz. Elifle bakışarak ve sohbet ederek yürümek daha keyifli geliyor.
Deniz yok belki ama su kenarlarına kaçılabilir burada (züğürt tesellisi)
Önemli olan nereden baktığın ve ne gördüğün sanırım :)

Devamını oku »