Drop Down MenusCSS Drop Down MenuPure CSS Dropdown Menu




18 Temmuz 2013 Perşembe

Kitaplık Kurdu 3. Yazı: Zaman Çok ve Zaman Yok :)

Aklımdan bir dolu konu geçiyor, notlar alıyorum, planlar yapıyorum, bunları blogda yazayım diyorum ama "zamanım yok" :)
Hayallere dalıyorum, okunacak kitaplarımı diziyorum, kahve koyuyorum kendime; "zaman çok" :)
Zaman çok mudur yoksa yok mudur tartışmaları sürer gider..
Ben bu kitabı da "zamanım yok"ken okudum ve yazdım(bu nasıl bir ironidir yahu :)
Bloga bir şeyler yazmak bana çok keyif veriyor ama her zaman aklımdakileri de yazamıyorum :( Size de oluyor mu öyle?

Bu kitabı okuyun,sonra yine konuşalım, ne de olsa "zaman çok" :)


Devamını oku »

17 Temmuz 2013 Çarşamba

İnsan İlişkileri : Kapalı Kutuda Açık Saha Maçı Mı?

Biri bir şey söylediğinde gözlerinizden alev, kulaklarınızdan duman çıkar da ağzınızdan 1 şey çıkmaz da "çıkmak istenen" yutulur ya; ben öyleyim-çoğu zaman-
İnsan ilişkilerinde zorlandığımı görebiliyorum.
Zaman zaman Semracan karikatürü gibiyim; iki lafı bir arayı getiremediğim çok oluyor. O yüzden de yazıyorum zaten :)
İnsan ilişkilerinin başlıkta da yer aldığı gibi "kapalı kutuda açık saha maç"" olduğunu düşünüyorum. Yani başlıkta soru gibi sorduğum şeyin aslında benim için çoktan verilmiş bir cevabı var.
Doyasıya bir mücadele, paslaşmalar, kazanan/kaybeden vs. var sanki; ki sanırım benim zorlandığım kısım da bu.
Paslaşmalar ve "mücadele" yalnızca "dostluk maçı" olarak kalsa istiyorum herhalde.
Ya da nedir bu mücadele, anlayamıyorum.
Çıkarlar çatışmadığı müddetçe herkes birbiriyle lokum gibi, ancak tersi bir durumda saklanan tüm sopalar ortaya dökülüyor.
Kendimi de ne lokumların ne de sopaların dışında tutamam, tutmam da.
Sadece ben kendimi konuşarak çok iyi ifade edemediğimi düşündüğümden olsa gerek - herkese de mektup yazacak halim yok :) - içime kapanıp duruyorum.
İş yerinde sıklıkla yaşadığım bu durum neticesinde keyifli öğle aralarım var ama bazen öyle durumlar oluyor ki ne diyeceğimi bilemediğimden herhalde kendi sesimi duymadan geçiyor gün (telefonlar hariç)
Bugün niyetim çok tatlı, çok gezgin bir kitabı paylaşmaktı ama aklım "açık saha maç"ta kalmış, belli.
Ben de sütten çıkma ak kaşık değilim ama bazı insan davranışlarına o kadar sinir oluyorum ki:
- Güven zedeleyen: Bir ilişkide "güven" temelde ise seninle paylaştığım bir konuyu neden koşarak başkalarıyla paylaşıyorsun? Hakikaten neden?
- Cümlesini çoğunlukla "anladın mı?" diye bitirenler size sesleniyorum; neden bu soruyu sorup onay beklediğinizi cidden anlayamıyorum.
- Benimle konuşmayıp dolaylı yoldan haber gönderenler: Tamam bazen çok alıngan ve sinirli olabiliyorum ama şimdiye kadar kimseyi yemedim, seni de yemem -herhalde-
- Okuduğum kitaplarla dalga geçenler; size zaten gülmekten başka bir şey yapamıyorum.
- Sürekli özel sorular sorup bunaltanlar; ben de sizi tenhada yakalayıp ıcık cıcık sormaz mıyım... (sormam ama olsun bu tehdit bile yeter :)
- Kendisiyle övünen tanıdıklarım; ne olur siz kendinizi övmeyin de bir izin verin başkaları sizi övsün.
- Bana "sen hep sakin misin?" diyenler; "değilim.. benim de dişlerim, tırnaklarım var sadece kullanmayı beceremiyorum)
- Ortak yaşam alanlarında sigara içmeye devam edip içmeyenleri de zehirleyenler; size diyecek lafım yok yani henüz bulamadım, kelimelerim kifayetsiz kaldı..

Ben biraz dolmuşum sanki :) Canım sıkkın da değil aslında ama yazınca ne kadar çok şeye takılıp, zorlanıyormuşum ortaya döküldü..
İnce bir çizgide galiba "insan ilişkileri",
hatta o kadar ince ki ben bazen göremiyorum, üzerine basabiliyorum.

Bu yazı da böyle olsun.
Keşke Rose gibi "Ben, can sıkıştırıcılar tarafından canımın sıkıştırılmasından hiç hoşlanmam, dolayısıyla bağırdım: 'Çakılın! Yoksa arka yastıklarınıza tekmeyi basarım!" diyebilsem..
Ne güzel olurdu :)

Kaynak: deviantart
***Unutmadan, hakkını yemeyeyim, kırmızı kapaklı kitabı bulma "etkinliği" gibi insan ilişkilerini çok seviyorum. Yine yeniden teşekkürler herkese...
Devamını oku »

16 Temmuz 2013 Salı

3 Bilinmeyenli Bir Denklem: Kırmızı Kapaklı 1 Kitap :)

Bir süredir bir kitap arıyorum.
Bulamıyorum.
Neden mi?
Kitabın adını hatırlamıyorum.
Yazarın adını hatırlamıyorum.
Yayınevini hiç bilmiyorum.
Peki ben nasıl bir kitap arıyorum?
Kırmızı kapaklı :)
Bulamamam sanırım normal..

Kaynak: burada (orijinalininde oynama yapmak zorunda kaldım)
Geçen gün Sahaf Kitap'ta George Orwell'in bir kitabının tanıtım yazısına denk gelmiştim.
Orada yer alan son cümle sanırım beni anlatıyordu.
Sadece ben o kadar yaşlı değildim :)
"Sahafta çalışırken -eğer sahafta çalışmıyorsanız bu mekanı kafanızda çekici yaşlı beyefendilerin uçsuz bucaksız deri ciltli kitap sayfalarının arasında gezindiği bir tür cennet olarak canlandırmanız ne kadar da kolay- beni en çok etkileyen şey gerçek kitapseverlerin az bulunurluğu olmuştu. İlk baskı züppeleri, edebiyat sevdalılarından daha fazlaydı; ucuz ders kitapları için pazarlık yapan doğulu öğrenciler onlardan da çoktu; ama en çok yeğenleri için doğum günü hediyesi arayan kafası karışık kadınlar geliyordu. Örneğin 1897'de çok hoş bir kitap okumuş olan, kendisi için o kitabın bir nüshasını bulup bulamayacağınızı soran sevgili yaşlı hanımefendi. Ne yazık ki kitabın adını ya da yazarını hatırlamıyor, tıpkı hangi konuyla ilgili olduğunu da hatırlamadığı gibi; fakat kırmızı bir kapağının olduğunu unutmamış."

Yalnız olmadığıma sevinsem de bu yazının amacı size aklımda kalan birkaç parça anekdot ile birlikte kitabı tanıyıp tanımadığınızı sormak.
Şimdiye kadar bir dolu kitabevinde ve internette aradığımı sanırım söylememe gerek yok.
Aklıma gelen son şey ise bu kitabın sadece bir arayışta kalacağı ve gerçekten hatırlamaya çalıştığım kitabı bulamayacağım :)

Aklımda kalanlar:
- Kitabı okumadım.
- Kitabı geçen sene - muhtemelen yaz ayları gibi- kitap eklerinde görmüştüm (belki de kıştı)
- Polisiye/macera tarzında olduğunu anımsıyorum.
- İstanbul'da İstiklalde geçiyordu-sanırım-
- Baş karakter M. miydi Z. miydi sanırım öyle bir adı vardı(karıştırıyor olabilirim)
- Yazarı Türk'tü ve bir dolu kitabı yoktu -galiba-
- Kapağı kırmızıydı kesin.(ama artık bu bilgiden bile şüpheliyim)

Geçen senenin kitap eklerine, bu tarzdaki kitapların yer aldığı raflara ve hatta kırmızı kapaklı neredeyse tüm kitaplara baktım(Murat Menteş vb.)
Yok, bulamadım.

Hakikaten böyle bir kitap mı yok acaba :)

Ben bu kitabı neden arıyorum?
Ben bu tarz kitapları okumayı pek tercih etmem ancak kitap tanıtımlarında beni çeken birkaç nokta olmuştu(ki ne olduklarını da hatırlamıyorum) ve bu tarz (polisiye/macera vb.) kitapları seven bir arkadaşıma doğum günü hediyesi olarak verecektim. Ki doğum günü de geçen hafta geçti; ancak sonrasında da hediye edebilirim.

Bu çok bilinmeyenli denklemde kafasında bir şeyler canlanan, beni bir isme/yazara/kitaba yönlendirebilecek olan varsa lütfen yorum bıraksın ya da 2balik1kedi@gmail.com adresimize mail atsın.

Teşekkürler :)
Devamını oku »

15 Temmuz 2013 Pazartesi

Rose :)

Birazdan o kadar güzel bir kitaptan ve o kitapta yer alan olmadıkolağanüstü tatlı bir kızdan bahsedeceğim ki sanırım önce sırıtmamı engellemem ve duygularımı bir kenara bırakıp düşüncelerimden de bahsetmem gerek-ki bu biraz zor :)
Colas Gutman ile daha önce "Çocuk" kitabıyla tanışmıştım ve üslubunu çok sevmiştim.
Rose ile de Dünya Kitap Eki'nde "Çocuk Gözü" köşesinin sahibi Sevgili Ayfer Gürdal Ünal sayesinde tanışmış ve BDK ile bu tanışıklık daha da bir meraka sarmıştı beni.
( O dönem yaptığım kitap siparişinde Rose'yi sipariş vermek isterken "Olga"yı istemişim. İnsan bazen bazı şeyleri karıştırabiliyor değil mi?*Bu da başka bir yazının konusu)
Neticede eve gelen siparişlerden kendini apayrı bir yere koyan bir Rose vardı karşımda. Bu "farklılık" benim onu daha da çok sevmemi sağlamıştı.
Kaynak: burada
             Rose, konuşma bozukluğu çektiği için sık sık okul değiştirmek zorunda kalıyor. Anne (vakum) ve babası (patates) ona anlayışlı davransalar da aslında bazen Rose'nin sağır olmadığını unutup onun hakkında dert yanabiliyorlar. Rose da onlar için ayakkabı bağcığından (ayak bağı) başka bir şey olmadığını düşünüyor.
Hatta "gulbayani bir söylenti, bense yaşayan bir efsaneyim" diyor.
             Daha önce anaokuluna ve kreşe neden gitmediğimi anlatmıştım. Ben de ilkokulu 3 sene bir okulda okuyup sonra daha kalabalık olan başka bir okula geçmiştim. Orada özellikle ilk senede yaşadıklarım, konuşma bozukluğu çekmesem de Rose'ninkinden farksız değildi. Okulda hayat gerçekten çok acımasızdı. Biri bana "tenefüste ip zıplayalım mı ya da istersen kutulu köprüde sıçrayabiliriz (seksek oynamak)" dese hemen kabul edebilirdim çünkü kovalamaca oynarken ayağıma çengel takan çocuklardan bıkmıştım.
           Sokak lambaları (yetişkinler) ve yarım sokak lambalarından (büyük sınıflar) uzak durmak gerektiğini bilse de "yalnızlar duvarı"na tek başına yaslanıp küçük sınıfların (bifteği) şefi olmayı engelleyemiyor.
"Ben, can sıkıştırıcılar tarafından canımın sıkıştırılmasından hiç hoşlanmam, dolayısıyla bağırdım: 'Çakılın! Yoksa arka yastıklarınıza tekmeyi basarım!" Okuldaki yarım sokak lambaları ile baş edebilmek için "Yalnızlar" grubunu kuruyorlar çünkü "yalnızlarla insan hiç yalnız kalmaz" :)
           Yarım sokak lambası- Hugo ya da Thomas- ile karşılaşınca fokur fokur kaynar ve mutluluktan içi dışına çıkar(içi içine sığamaz). Kendi kendine acaba kaşık (aşık) mıyım diye sormadan edemez.
           Yeni okulunda da yaşadığı sorunlar sebebiyle acaba yeniden taptışınacaklar (taşınacaklar) mıdır? Steve Rico, Helene ve Momo onunla gerçekten arkadaş olmuş mudur ya da insan gerçekten yalnızlar grubuyla hiç yalnız kalmaz mı?
                                                                         ***
            Kitap, yaklaşık 80 sayfası ile oldukça akıcı, eğlenceli, yer yer düşündürücü. Rose'nin ya da "farklı" özellikte olan bir çocuğun yerinde olsaydık bu kitabı yine böyle güle oynaya yazabilir miydik, bilmiyorum. Dramatik olabilecek bir olayı insanların yüzüne çaktırmadan vurabilen bir yanı var. Çünkü "farklılık" sadece küçükken zorlanılan bir durum değil. İnsan büyüyünce "farklılık"larından bir çırpıda kurtulmuyor ve sokak lambaları da bir anda hoşgörüye bürünmüyor ne yazık ki.
           Böyle bir kitabın çevirisi nasıl olur diye uzun uzun düşündüm; bulamadım. Ama sanırım Tuvana Gülcan bulmuş; kendisini ayrıca tebrik etmek istedim.
           Kitabın içinde şahane diyaloglar var; bizce kaçırmayın :)
           "O zaman size iyi güle; siz sağ biz alamet" :) 
Künye:
Rose
Özgün adı: Rose
Yazan: Colas Gutman
Çeviren: Tuvana Gülcan
Yaş grubu: 7+
İletişim Yayınevi,2012,76sayfa,karton kapak

HERKESE KENDİ FARKLILIĞINDA HOŞBEŞLER DİLERİZ :)

* Rose "keşke hiç bitmese" diyeceğiniz türde bir kitap 
Devamını oku »

Günün Şarkısı: Black Cadillac-No Blues :)

Herkese Kocaman güzel, neşeli, eğlenceli, deniz kokulu günler ve haftalar dilerken bir süredir Joy Fm'de dinlerken keyif aldığımız bir şarkıyı paylaşmak istedik:


HERKESE MUTLU GÜNLER & BOL GÜNEŞLER :)
Devamını oku »

14 Temmuz 2013 Pazar

Dikkat Dağınıklığı & Unutkanlık: Ne Yapma(ma)lı :)

Daha önce de bahsetmiştim sanırım yıllardır hatta kendimi bildim bileli şiddetli bir dikkat dağınıklığı ve unutkanlık halinde olduğumu.
Bu durumun sadece bana özgü olmadığını kafası bir dolu yerde olan çok fazla insanın benzer şikayetler yaşadığını düşünüyorum.
Peki, ne yapmalı?
Biliyorum başlığı görünce bi dolu çözüm önerisi getireceğimi sandınız.
Kelin ilacı olsa kendi başına sürermiş misali, inanın mucize yöntemler bilmiyorum ben de..
Sadece belki yaşadıklarımdan birkaç tavsiye verebilirim; hani ucundan kıyısından da olsa yardımı olur mu diye (size mi bu yardım bana mı olacak acaba :)
1. Bocalama evresinden sonra kabullendim ortada yolunda gitmeyen bir şeyin olduğunu
2. Bir uzmanla görüştüm ve tasdik etti bu "durum"u
3. Kişi kendinin uzmanıdır diye düşünüp, kendi uzmanlığımda devam ettim :)
4. Not defterleri, post-itler ve kalemlerle yani aldığım notlarla dost oldum (unutkanlık için)
5. Dikkatimi dağıtan şey çoğu kez sevmediğim bir işi yapmak ya da sevmediğim bir ortamda bulunmaksa -elimden geldiğince- yaptığım işi bıraktım ya da ortamı terk ettim.
6. "Aman ayaıp olur"u bir kenara koydum, yoksa bana ayıp olmaya başlamıştı :)
7. Origami, puzzle, maket, el işi vb. şeyleri yaparken çok keyif almak üzereyken çok sıkıldığımı fark edip onları da olduğu kadarıyla bırakıp yeniden başlayana kadar bıraktım. (anaokulu, kreş gibi yerlere gitmeyip küçük kaslarını geliştirmeyenlerin bu tarz aktivitelerde de iyi olmadığını kanıtladım-bu benim tezim tabii)
8. Girdiğim ortamlarda insanları önceden uyardım ve bir süre sonra da herkes alıştı bu halime, ben de rahatladım onlar da :)
9. Kalabalıklarda duramadım (hala da duramıyorum) biraz saklandım biraz kaçtım
10. "Şıpsevdilik"ten, daldan dala atlamaktan kendime düz bir çizgi çizemedim ama fark ettim ki ben zaten ne tek ne de düz çizgi peşindeydim; ben sadece zigzagda olsa o yolda eğlenmeliydim :)
11. Dikkat gerektiren bir işte çalışıyor olmanın zorluğunu yaşadım, yaşıyorum. sık aralar vererek toparlamaya çalışıyorum, başka da önerim yok :)
12. Bazı eşyaları her zaman aynı yere koymak unutkanlığın önüne geçmek için faydalı bir yöntem. (anahtarlar ya da kimlikler şu cepte gibi)
13. Şu an sıkılmadan yaptığım nadir şeylerden biri de kitap okumak hele ki çocuk kitapları. Bu an'ın tadını çıkarmaya doyamıyorum elbette ki. O yüzden de kahvemle kitaba gömülüp bir süre orada kalmak istiyorum-hala ve ısrarla-
14. Yürüyüş iyi geliyor aslında ama farkında olmadan arabanın önüne atlamış bulmayın kendinizi; ben yaptım siz yapmayın :)
15. Dikkat dağınıklığı ve unutkanlık dünyanın sonu hiç değil; hatta bazen daha önce yaşadığın şeyi yeniden farklı hislerle yaşamak hoş bile oluyor; o yüzden en mantıklısı ve güzeli an'ın tadına odaklanmak :)
16. Dikkatim dağınık ya da unutuyorum diye benimle bozuşmayacak arkadaşlarım var; o da önemli..
17. Kendime dertleşecek bir uğur böceği buldum; her gün yolda rastlıyorum ona :)

Bu amatör balık çizimi bana ait :)
Geçen gün kütüphanede uzun zamandır aradığım bir kitabı buldum ve sevinçle getirdim eve onu. Okumaya başladım lakin altını çizmek istediğim o kadar çok yer vardı ki... Kitabı satın alırım, devam etmeyeyim diyerek masama bıraktığımda kitaplığımda aynı kitabı gördüm. Şaşırdım önce yanlış gördüm sandım. Elime alıp sayfaları karıştırınca daha önceden okuduğumu fark ettim. Uzun zamandır aradığım ve kütüphanede bulunca sevindiğim kitap meğerse evdeki kitaplığımda okunanlar rafındaymış :)

Belki sizin de bana önerebileceğiniz hususlar vardır ve paylaşmak istersiniz belki; kim bilir :)
Devamını oku »

12 Temmuz 2013 Cuma

1 Hikaye: Tilki ve Leylek

Biraz sonra size anlatacağım hikayedeki beyaz yavru tilki ve beyaz leylek hiç tanışmamış olmalarına rağmen bizce çok iyi arkadaşlar; bu hikayeyi de bu bilgiyi hatırlayarak okuyun olur mu :)
           Dün gece yani bugün sabaha karşı yani oldukça karanlık bir saatte misafirlerimizi havaalanına götürmek üzere arabamız ile yola çıkmıştık. Bir müddet sonra - ki bu demek oluyor ki ben aslında hala uyuyorum- önümüzdeki arabanın dörtlüleri açarak kenara çektiğini fark ettik. Çok hızlı gitmediğimizden biz de her ihtimale karşı yavaşlamıştık. Sonra ben yani biz yolun sol tarafında kendi etrafında dönen beyaz bir şey gördük ama ilk anda ne olduğunu anlayamadık. Kedi, tavşan vs. bir boyuttaydı ama kar gibi beyazdı ve kooocaman kuyruğu vardı. Ya da aslında ben hala uyuyordum ve rüya görüyordum. Ancak arabadakiler de beni onaylayınca silkelendim ve kendi etrafında dönen "şey"e odaklandım. Amanın bu bir tilkiydi. Hatta daha da ötesi tilki yavrusuydu... Kendi etrafında dönüyordu çünkü sanırım önümüzdeki araba ona çarpmıştı ve o da sersemlemişti. Havaalanı, misafirler,araba, yol derken içgüdüsel olarak arabadan inmeye niyetlendik. Ve o an tilki yolunu bulup ya da korkup kaçtı. İnsek ve yanına gitsek ne yapardık bilmiyorum. "Korkma, sana yardım etmeye geldik." diyebilir miydik? Şaşkınlık ve üzüntüyle yolumuza devam ettik ama aklım yavru tilkide kalmıştı; ne de tatlı kuyruğu vardı :)
            Dönüş yolunda iken hava oldukça aydınlanmıştı. Gecenin gizemi falan da kalmamıştı :) Biz de tini mini ilerlerken önümüze yine beyaz bir "şey" çıktı ancak bu seferki uçuyordu. Bence o bir martıydı çünkü minicikti ve beyazdı. Martılara dair pek fazla anım olmasa ve İstanbul martıları kadar simit yemiş gibi şişmiş durmasa da 1 martıyı poposundan tanıyabilirdim herhalde. Ancak eşim ısrarla onun bir leylek olduğunu söyledi. Ben de -ki hala uyanamamış olduğum buradan da anlaşılabilir- leyleklerin daha kooocaman olduğunu hatta pembe ağızlı olduğunu falan söyledim (tamam sadece aklımdan geçti).Galiba o an gözümde canlanan  bir flamingoydu :) Neticede biz yaklaştıkça uçan beyaz popo daha da büyüdü ve ağzında yiyecek taşıdığı çok belli olan bir leylek olarak karşımıza çıktı.(neyse ki iddiaya girmemiştik :)
Leylek, tilkiye doğru uçuyordu.
Belki de onu çok iyi tanıyordu.
Yok yok kesin çok iyi arkadaştılar.
Hatta leylek onun zor durumda olduğunu anlamış,ona yiyecek götürüyordu :)

Bu hikayenin sonunda leylek tilkiyi kurtardı,
Benim hayvanları hiç tanımadığım ortaya çıktı,
Neyse ki arabayı benim kullanmadığıma şükredildi,
Bu hikaye bir düş müydü, o da okuyanlara kaldı :)

               
Kaynak: burada
               
HERKESE HAVADA GÖRÜLEN LEYLEKLERE EŞLİK EDEN TATLI TATİLLER DİLERİZ :)





Devamını oku »

Bugün Adım Kaktüs Benim :)

Her zaman "papatya" değiliz sanırım; bazen "kahkahaçiçeği" bazen "küstümotu" bazen de "kaktüs" oluruz :)
Çiçek'in hikayesini okurken aklıma kendi çocukluğum geldi.
Nasıl gelmesin ki; ben de -hatırladığım kadarıyla- en az 1 gün "papatya" isem diğer gün "kaktüs" olabiliyordum :)
Büyüyünce unutuyoruz aslında küçükken neler yaşadığımızı ve hissettiklerimizi.
Bize ne kadar da önemli gelen bazı şeylerin büyükler tarafından pek de önemsenmediğini,
Sonra biz büyüyoruz ve biz önemsememeye başlıyoruz "küçük"leri...
Bu kitapta aslında önemsenmeyen bir çocuktan bahsedilmiyor yani sizi giriş kısmıyla biraz kandırdım :)
Aslında tam da kandırmış sayılmam çünkü bu kitabı okurken aklıma bunlar gelmişti.
Çiçek, yeni abla olmuş ve büyümesini yüzünde çıkacak sivilceye bağlayan, en yakın arkadaşı Defne ile tartışan tatlı mı tatlı bir kız.

Sevinince "Şıkıdım kere şıkıdım" deyişi var ki; ben gülmekten kırıldım.
Hikayesini de kendisi anlattığı için oldukça doğal bir anlatımı var.
1. tekil şahıstan yazılan çocuk hikayelerini/romanlarını daha çok sevsem de yazarın "usta"sı sanırım burada biraz daha fazla kendini belli ediyor.
Nitekim etrafta gördüğü her şeyi bir çocuğun gözünden bakarak yazmak sanırım kolay olmasa gerek.
Hikaye kısa bir zaman diliminde gün içerisinde Çiçek'in yaşadıklarını ve çevresindekilere olan duygusal tepkilerini anlatıyor.
Kardeşini kıskanıyorama aynı zamanda kardeşi hastalanınca dünyası başına yıkılıyor,
Dedesiyle "büyüme" üzerine parkta sohbet ediyor,
Evdeki (H)ediye Abla'ya takılıyor,
Anne ve babasını özlüyor,
Düşler kuruyor,
At koşturuyor,
Defne ile küsüyor ama sonra dayanamayıp barışıyor,
Hemen her gün de farklı bir "çiçek" oluyor,
Hatta gün geliyor, derdini "banyo dolabı"na kilitliyor :)
Günışığı Kitaplığı'ndan çıkan Hacer Kılcıoğlu'nun yazdığı "Bugün Adım Kaktüs Benim" tatlı bir kızın hikayesini anlatıyor.
Sürekli iyilik yapıp etrafa gülücükler saçan karakterler ne kadar yapmacık geliyorsa Çiçek gibi bazen "kaktüs" de oluveren karakterler bana o kadar "sıcak" geliyor.


*Kitabın adını ısrarla "Bugün Kaktüs Benim Adım" şeklinde söylüyorum; sonra aklıma takıldı acaba benim gibi yanlış söyleyenler oluyor mudur diye :)
** Yazarın "Perşembeleri çok severim" kitabını da merak ediyorum; umarım yakında yollarımız kesişir.
*** Radikal KABORÜKO da Çiçek ile tanışmış :)
Künye:
Bugün Adım Kaktüs Benim
Yazan: Hacer Kılcıoğlu
Editör: Müren Beykan
Yaş grubu: 8+
Günışığı Kitaplığı, 2011, 123 sayfa

HERKESE GÜNEŞLİ, ÇİÇEKLİ, KEYİFLİ HAFTA SONLARI :)
Devamını oku »

11 Temmuz 2013 Perşembe

Kitaplık Kurdu 2. Yazı: Masal Battaniyesi :)

Çok çok çok uzun zamandır çok  çok çok severek ve defalarca okuduğum bir kitap; Masal Battaniyesi.
Kitaplık Kurdu'ndaki ilk yazım "Çocuk" üzerineydi.
İkinci yazı da sıcacık Masal Battaniyesi ile ilgili.
Yeniden teşekkürler Kitaplık Kurdu :)


* Masal Battaniyesi ile ilgili Bir Kitap Lütfen'in ve BDK Yıldıray'ın yazılarını da okumak isteyebilirsiniz :)
Devamını oku »

Yazarı Tanımadan

"Daha az bilgi daha çok mutluluk mu?"
Bazen bu soruyu düşünüyorum.
Biri bana sorduğundan değil; sadece an gelir kendime sorarım bunu.
Bazen "bilmek" sizi daha mutlu yapmaz hatta tersine mutsuzluğa sürükleyebilir.
"Daha az bilgi"den kastım "daha az düşünmek" hiç değil.
Sadece bazen bir konuyu çok kurcalarız, hakkında her şeyi bilmek/duymak/görmek isteriz ama sonuca varmadan yaşanılan hayal kırıklığı bizi pek bir yere götürmez.
Niye bu kadar uzun bir giriş yaptım bir fikrim yok ama galiba ben uzun girişleri ve lafı dolandırarak söylemeyi seviyorum.
Bu blogda yazarken kendimle ilgili 1 şey daha keşfettim.. (diğerlerini de aklıma geldikçe yazayım)
Beni bu yazıyı yazmaya iten sebep; yani hakkında daha çok bilgiye sahip olup da beni hayal kırıklığına sürükleyen şey; yazarlar...
Kaynak: burada
Ben sadece basit bir okuyucuyum neticede ve herkesin hayatı da elbette ki kendine...
Ancak kitaplarını okuyup çokça sevip bağrıma bastığım yazarların sosyal medyada yer alan paylaşımlarındaki "farklılık/gariplik" beni düşündürüyor.
Neticede herkesin bir özel alanı olmalı ve sosyal paylaşımları da yazarın özel alanı yani "yazar alanı" değil, bunun farkındayım.
Ancak gel gelelim hayal kırıklığını engelleyemiyorum.
Bir kısmını bu yüzden takip etmiyorum/edemiyorum çünkü kitaplarını okumaya devam edebilmek istiyorum.
Bu durumda da ortaya "görelilik" kavramı çıkıyor. (ya da o hep orada duruyor bilmiyorum)
Çünkü yazdıkları ya da paylaşımları "bana göre" "farklı" ya da "garip"...
Elbette, yazar şunu yapar, oraya gider, bunu giyer, şöyle düşünür diyemeyiz, dememeliyiz, demeyiz :)
Yani niyetim kimseyi ayıplamak  değil, hatta hiç değil...
Sadece ben böyle bir şey hissediyorum, acaba sizde de benzer duygular oluşuyor mu onu merak ediyorum.
Çünkü bahsettiğim şey siyaset falan değil, bu konuyu özellikle yazmak istedim.
Hani okuduğunuz yazarı gözünüzde KOOOOOCAMAAAAAAN düşünürsünüz ancak onu "kitabın dışında" görünce "1 garip" olursunuz ya, işte tam da ondan bahsediyorum...
Bazen de tam tersi yazarla yapılan bir röportajı okursunuz ve onu daha da seversiniz.
Sanırım ben fazla duygusal yaklaşıyorum.
Yazar; yazar...
Ben okur olarak sadece okurum...
Sevme ya da sevmeme gibi duygusal bir bağa gerek yok (heralde)
Tam çözememişim bu ilişkiyi :)
Dediğim gibi ben basit bir okuyucuyum ve kimseyi eleştirmek haddim değil ya da kimseyi incitmek/kırmak hiç istemem...
Sadece merak ettim; 1 ben miyim böyle garip hisseden?
"Yazarı tanımadan" kitabını okumak daha mı mutlu eder bizi?
Ne dersiniz?
* Aklıma takıldığı için sordum öylesine, umarım kimseyi kırmamıştır bu yazı :)





Devamını oku »

9 Temmuz 2013 Salı

"Herkes Bir Şeylerden Korkar" : Cesaret ve Korku :)

"Herkes Bir Şeylerden Korkar"...
Herhangi bir şeyden korkmayan var mıdır, bilmiyorum.
Henüz denk gelmedim.
Ben de korkak tiplerden biriy(miş)im, itiraf edeyim.
Brigitte ablayı zaten çok severdim, bu kitaptan sonra daha da bir kanım kaynadı.
"Çıtır Çıtır Felsefe" serisini okurken karşımda beni olumsuz yönlerimle de kabullenmiş, anlamaya/dinlemeye çalışan, kafama takılanlara cevaplar bulmasa da bana doğru sorular soran 1 abla canlanıyor gözümde; bu Brigitte Abla tabii ki :)
Serinin bazı kitaplarını çok önceden okumuş, unutmuş, yeniden okumuştum.
Bu kitabını da okuduysam da hatırlamadığımdan kütüphaneden geçen gün sevinerek aldım.
Niye sevindim bilmiyorum; çıtır çıtır felesefe insana bunu yapıyor sanırım :)
Yanlış hatırlamıyorsam toplamda 23 kitaplık bir seri, zaten herhangi birini okuyunca diğerleri de sizi mıknatıs gibi kendine çekiyor. ( Bu da demek oluyor ki Brigitte Abla sık sık konuğumuz olacak :)

Kapak resmini çok sevdim :)
                                                                     ***
"Herkes bir şeylerden korkar" diye başlar kitap ve örnekler veriyor; ölüm, örümcek, karanlıkta uyuyamama, sevilmeme, dönmedolaba binme, bir kızı/oğlanı öpme, büyüme korkusu vs.
Kitapta kanlı canlı örnekler var; dolayısıyla bahsedilen örneklerdeki Sonya ya da Ali siz de olabilirsiniz. Ya da bu kitabı okuyan her kimse.
Benim de isim vermeyeyim bazı örneklerle birebir benzerliğim var.
Ancak kitaptan sonra -hatta kitabı okurken de- uzun süre düşündüm ben nelerden korkuyorum diye.
Biliyorum okuyunca bazılarına güleceksiniz ama ben yine de az özel olanlarından paylaşmak istedim; belki benzer şeyleri hissedenler vardır ve kendilerini yalnız hissetmezler :)
- Ormanda kaybolmak (biliyorum kırmızı başlıklı kız değilim her gün ormanda anneanneme yemek götürmüyorum:)
- Denizde iken kocaman bir balık tarafından ısırılmak (2 balık'ız dedik ama büyük balık ısırıklarından korkmayız demedik :)
- Trafikte "gerçek" araba kullandığını unutmak (çarpışan arabaları çok seviyorum ve bazen insanın gerçek trafikte de kafası karışabiliyor.)
- Sevdiğim/sevmediğim hatta tanıdığım/tanımadığım birini kırmaktan/üzmekten çok korkarım. (iyi kalpli olduğumdan falan değil ya bencillikten tamamen onun vicdan azabını düşünürüm yani :)
- Karınca ezmek... (küçükken -çok acayip küçükken-  karıncaların "canlı" olduğunu düşünmez,özellikle üzerlerine basardım; şimdiyse onun vicdan azabıyla, değil üzerline basmak yollarını şaşırtmayayım diye ödüm kopuyor.
- Teknoloji kazığı yemek: Bilgisayarın, telefonun bozulması ve içindeki evraklarıma ulaşamamak
- Birinden bir şey istemek: Kalemini isteyecek olsam sanki kolunu bacağını istiyormuşum gibi geliyor bazen.
- Birine bir şey sormak: Korkmak değil de belki çekinmek denebilir; kimsenin özel alanına girmek istemem.
Kitapta " Korkunun çocukları", "anne, ışığı açık bırak", "ben korkağın tekiyim", "dolapta biri var", "cesur insanlar korkar","korkuyla oynamak" gibi başlıklara ayrılmış toplam 21 mini bölüm var. Hepsinde de korkan kişinin neler hissedebileceği üzerine örnekler var.
"Dolapta biri var" bölümü çok keyifliydi; Kaan uyuyamıyor, tuhaf gıcırtılar duyuyor. Odasındaki dolabın içinde birilerinin olduğundan emin. Babasını çağırıyor. Babası Kaanla dalga geçmek yerine Kaan'ın oyuncak kutusundan aldığı kılıç ile dolabın kapağını yavaşça açıyor ve canavar olmadığını görüyorlar; Kaan kendini güvende hissederek uyuyor.

"Başkalarının korkularımıza saygı duyması ve bize salakmışız gibi davranmaması ne kadar da rahatlatıcıdır." :)
Korku bazen- ne yazık ki- bulaşıcı da olabiliyor. Etrafa yayılan 1 haber ile herkes korkuya kapılabiliyor...
:)
"Başkalarının korkuları önümüzü tıkayabilir. Kendimize olan güvenimizi yitirmemize neden olur ve sonunda da, bizi yeteneksiz olduğumuza inandırır."

Benim hoşuma giden diğer bir bölüm de;


 "Cesur olmak, bütün "rağmen"lere rağmen harekete geçmektir." :)

Kitap küçük cesaret alıştırmaları ile bitiyor.
"Cesaret olduğu sürece korkuların gerekli olduğu" cümlesi kalıyor aklınızda.
                                                                                ***

Anaokulu ve kreşe "korku" yüzünden gitmemiş, 5.5 yaşında okula başlamış ve derslerde uyuyakalmış biriyim. Anaokulunun ilk günü gerçekten çok kocaman bir kız vardı ve beni köşeye sıkıştırmıştı, çok korkmuştum. Anaokuluna gitmekten böylelikle kurtuldum derken ilkokulda daha ezeli bir düşmanla, matematikle, karşılaşacağımı bilmiyordum, orada da pes etmiştim.
Bizim zamanımızda olsaydı Çıtır Çıtır Felsefe serisi ben o kocaman kızı cesaretimle döver, matematikte çarpım tablosunu elimle toplama yapmadan çözebilirdim :)
Ama siz geç kalmadınız,
Çocuğunuz veya siz (itiraf edin bu kitapları ilk önce kendinize düşündünüz:) Brigitte abla ile tanışın ve tüm "rağmen"lere rağmen harekete geçin :)

Künye:
“Çıtır Çıtır Felsefe” dizisi
“Cesaret ve Korku”
Yazan: Brigitte Labbe
Resimleyen: Jacques Azam
Editör: Müren Beykan
Çeviren:Azade Aslan
Yaş grubu: 8+
Günışığı Kitaplığı, 2008, 40 sayfa

HERKESE KENDİ KORKULARINDA BOĞULMADAN 
MAVİ DENİZLERDE YÜZME CESARETİ DİLERİZ* :)
*Büyük balıklara aman dikkat :)

Devamını oku »

7 Temmuz 2013 Pazar

Çubuk Makarna Düğümü :)

Biz makarnayı pek severiz. Çubuğu, fiyonklusu, burgusu arasında pek seçim de yapmayız.
Makarna; makarnadır.
Hele bir de domates soslu olursa :)
Onun adı ezelden beri: DM'dir; Domatesli Makarna :)
Belki kurtarıcı bir yemektir bilmiyorum ama makarnanın bizim evde yeri apayrıdır.
Kütüphanede iken "Çubuk Makarna Düğümü" ile kısa sürede tanışmam ve evimize konuk olması da bu sebepten.

Kitap; "Bir zamanlar hiç makarna yememiş iki çocuk vardı" diye başlıyor.
Bu ancak masallarda olabilir diye düşünüyorum çünkü daha önce böyle bir "durum"la hiç karşılaşmamıştım.
Tom ve kızkardeşi Niki teyzeleri Rebeka ile yaşamaktadır çünkü anne babaları yanardağ araştırmaları için çok uzaktadırlar. Rebeka teyze de iyi biridir ancak biraz gariptir de. Karşısında biri varmış gibi salonun ortasında dans etmekte ve sürekli çiğ soğan yemektedir. (benim için garipten de öte "ıyyy" bir durum :)
Aslında daha çok suyosunu ve lahana yemekte ve sağlıklı beslenmeye çalışmaktadır ancak Tom ve Niki bu durumdan pek de memnun değildir.
Hayatlarında ilk defa makarna yedikleri yer bir lokantadır; çünkü paraları sadece ona yeter.
Derken bir gün gazetede Pipelli Makarna Fabrikası'nın "makarna sosları" ile ilgili yarışmasına katılırlar ve Bay Pipelli ile tanışırlar.
Orada geçirdikleri günün sonunda eve zeytinyağına bulanmış, çubuk makarnaya dolanmış halde dönünce Rebeka Teyze bu duruma sinirlenir ve Makarna Fabrikasına gider; orada hiç beklemediği bir durumla karşılaşır:
Bay Pipelli'nin kıvırcık siyah saçları, ışıldayan gözleri ve yüzünü ikiye bölen gülümsemesi vardır :)
                                                                             ***
Detaya girmeyeyim derken neredeyse tüm hikayeyi anlattım :)
Günışığı Kitaplığı'ndan çıkan bu kitap, "Abur Cubur Peşinde" serisinden bir kitap.
Diğer kitapları da okumak için sabırsızlanıyorum.
Bay Pipelli karakterini çok sevdim.
Keşke gerçek hayatta da böyle yüzünü ikiye bölen gülümsemesi olan insanlar -hele ki makarna fabrikası olanlar- olsa ve bizi makarna yemeye davet edip önümüze 6 çeşit makarna koysa...
Hepsini yerim ki ben :)
Size tavsiyem "Çubuk Makarna Düğümü"nü okuduktan hemen sonra uyumayın yoksa rüyanızda kendinizi Bay Pipelli'nin fabrikasında midye makarna yaparken bulabilir, Rebeka Teyze kızmasın diye de yanına sebze yemeği yapmak zorunda kalabilirsiniz :)

"Çubuk Makarna Düğümü"nü okuduktan hemen sonra :)
* Abur Cubur Serisi ile ilgili Hint Cevizi'nin  ve BDK'nın yazılarını da okuyabilirsiniz :)

Künye:
“Abur Cubur Peşinde” dizisi
“Çubuk Makarna Düğümü”
Özgün Adı: The Spaghetti Tangle
Yazan: Alexander McCall Smith
Resimleyen: Ian Bilbey
Çeviren:Nazlı Tancı
Yaş grubu: 7+
Günışığı Kitaplığı, 2009, karton kapak,80 sayfa

HERKESE KENDİ ÇUBUK MAKARNASINDA DOMATES SOSLU YEMEKLER, 
LEZİZ TARİFLER DİLERİZ :)

Devamını oku »

6 Temmuz 2013 Cumartesi

Kitaplık Kurdu'nda 1 "Çocuk" :)

"Kitaplık Kurdu"ndaki yazıyı ve devamında yazacağım yazıları "reklam" olmadan nasıl "haber" yapabilirim diye düşündüm, bulamadım.
Takip ettiğim ve keyif aldığım bloglardan biri Leylak Dalı,yanlış hatırlamıyorsam Ocak ayı gibi yeni bir blogun haberini yapmışlardı: Kitaplık Kurdu.
"Acaba ben de yazı gönderebilir miyim?", "Ne zaman yazsam?", "Ne göndersem?" vb. soruların arasında aylar geçti.
Ta ki geçenlerde Kitaplık Kurdu ile haberleşene kadar.
İlk yazım geçen gün yayınlandı, tekrardan teşekkürler Leylak Dalı ve Kitaplık Kurdu (ekibi).
Devamının da geleceğini (inş. diyeyim ben yine de :) yüzümde kocaman bir mutlulukla müjdelemek isterim :)
Okumak isterseniz "Çocuk" burada.
Sahi, çocuk olmak ne işe yarar :)


Konuşacak çok şeyim yok belki ama yazacak çok şeyim var :) Beklerim, her zaman..
Devamını oku »

5 Temmuz 2013 Cuma

"1 Kitap 1 Mektup" Etkinliğinde Bu Kez Konuğumuz; ÇAĞLA ENES: Tatlı Bir Yüzücüyle Keyifli Bir Sohbet & Sofie'nin Dünyası :)

Bu yazı  da zorlandığım yazılardan biri oldu çünkü Çağla benim kuzenim.
Teknik ve biyolojik olarak kuzen çocuğu olsa da yaşlarımız yakın olduğundan (14-28) bence biz kuzen sayılmalıyız :) 
Çağla neredeyse doğduğundan beri anne ve babasının desteği ve azmi ile yüzüyor.
Sıklıkla antrenman yapıyor ve emek sarf ediyor.
Geçen ay yapılan Kaş-Meis maratonunda da bu emeklerin karşılığını aldı ve Çağla 1. oldu :)
Biz de yakından tanık olduğumuz spor faaliyetleri/yüzme sürecine dair Çağla ile keyifli bir sohbet yaptık.
Sonucu hemen söyleyeyim; çocuğunuzu en az 1 spora yönlendiriniz :)
Gelelim sohbetimize;
Sevgili Çağla,
Küçüklüğünden beri yüzdüğünü, antrenmanlar arası koştuğunu, yüzmeyi çok sevdiğini, yarışlara katıldığını biliyorum ama bugün senden “yüzme” konusunda daha detaylı bilgiler öğrenmeye niyetim var :) Başlayalım o zaman :)


Çağla ve Kahve :)
Yüzmeye kaç yaşında ve nasıl başladın, seni kim yönlendirdi?
Kuzenlerim yüzücü, dayım da antrenörüm. Küçükken onlar antrenmana giderken ben de onlarla havuza gelir ve onları izlerdim. Bu sayede yüzmeyle tanışmış oldum. Onların yönlendirmeleriyle de yüzmeye başladım ve çok sevdim. Bunların ben kaç yaşımdayken gerçekleştiğini bilmiyorum ama sekiz yaşımdayken takımla beraber çalışmaya başladığımı hatırlıyorum.

Kaç yıldır yüzüyorsun?
On dört yaşımda olduğumu düşünürsek tam altı yıl olmuş.

Haftada kaç gün yüzüyorsun? Kaç antrenman yapıyorsun?
Sezon arası tatillerimiz dışında haftanın her günü yüzüyorum. Yakında önemli bir yarış varsa ve sezon ortasındaysak bazı günler çift antrenman yapıyorum. Çift antrenman yaptığım zamanlarda haftada on iki antrenmanım oluyor.

Antrenmanlara yetişmek, bazen sabahın köründe uyanmak zor olmuyor mu?
İlk başlarda tabii ki alışmak ve zamanında kalkmak zor oluyor ama alışıyorsun. Ama sonuçta bu benim sorumluluğum ve bunu isteyerek ve severek yapıyorum.



Sporcu beslenmesi diye bir şey uyguluyor musun? Ya da yediğine içtiğine dikkat ediyor musun?
Tabii ki uyguluyorum. Bunu hem sağlığım hem de performansım için yapıyorum. Çünkü antrenmanlarda harcadığım enerjiyi sağlayabilmem için bazı şeyleri daha çok yemem ya da daha az yemem gerekiyor. Aynı şekilde vücudumun antrenmanlardan kötü etkilenmemesi için de yeme içmeme dikkat etmem gerekiyor.

Sence yüzme zor bir spor mu, neden?
Yüzmenin zor bir spor olduğunu düşünüyorum. Çünkü diğer sporlara göre daha çok kondisyon ve çalışma gerektiriyor. Bir sporda iyi yerlere gelebilmek için örneğin beş antrenman yapman gerekiyorsa yüzmede on antrenman yapman gerekiyor. Bireysel bir spor olmasının da zorlukları da var. Çünkü tek başına yarışıyorsun ve asıl o mücadeleyi kendinle veriyorsun. Bu büyük ölçüde de özgüven gerektiriyor.

Yüzerken aklından neler geçiyor ya da ne hissediyorsun?
Yarış yüzerken sadece yarışı düşünüyorum. Yorgunluğumu düşünmeyip kendimi biraz daha zorlamaya çalışıyorum. Antrenmanlarda ise yüzdüğüme göre düşüncelerim de değişiyor. Örneğin uzun mesafe yüzüyorsam tempomu ve nefesimi ayarladıktan sonra içimden şarkı söylüyorum, o gün yaptıklarımı falan düşünüyorum.


Çağla ve Kahve :)
Yüzmüyor olsaydın hangi sporu tercih ederdin?
Voleybolu tercih ederdim gibi geliyor. Çünkü solak olmam ve boyum bana büyük bir avantaj sağlardı.

Gelelim yarışlara… Birlikte antrenman yaptığın arkadaşların da yarışlarda rakibin olabiliyor sanırım. Bu biraz garip oluyor mu ya da birbirinize kızma/küsme durumlarınız oluyor mu :)
Bence bu garip bir olay değil. Yüzme bireysel bir spor olduğundan takım arkadaşlarınla rakip olman fazlasıyla normal. Yarışa girip çıktıkça buna da alışıyorsun. Zaten depar taşına çıktığında öyle bir psikoloji içerisinde oluyorsun ki yanındaki kardeşin bile olsan tanımazsın ve gerçek bir sporcuysan tanımaman gerekir :) Kızma küsme olayları da olmuyor değil. ( ne kadar olmaması gereken bir şey olsa da ). Böyle davrananlar sporun bir kuralı olan kazanmayı ve kaybetmeyi öğrenememiş kişiler.

Hangi stilde yüzmeyi daha çok seviyorsun? Ya da öyle bir tercih yapma şansınız var mı?
Bir yüzücü her stili yüzmeyi bilir ve yüzer. Ama hangi stilde daha iyiyse yarışlarda çoğunlukla o sitili yüzer. Kendi tercihine göre değil. Ama en iyi yüzdüğün stil en sevdiğin stil oluyor zaten :)

Yarışlarda uzun mesafe yüzmek mi daha zor kısa mesafe mi?
Bu yüzücüden yüzücüye göre değişir. Bazı yüzücüler kısa mesafeci bazıları da uzun mesafecidir. Yani kimisi kısa mesafeyi kimisi uzun mesafeyi daha kolay yüzer. Ben uzun mesafeciyim ve uzun mesafeyi daha rahat yüzüyorum.

Kaş-Meis maratonuna ilk defa mı katılıyorsun? 
Evet ilk kez katıldım.

Geçtiğimiz ay yapılan Kaş- Meis maratonunda 1. oldun :) Bu sonuca şaşırdın mı, sevindin mi ya da neler hissettin?
Kendimden böyle bir sonuç beklemiyordum. Açıkçası oldukça şaşırdım. Ama tabii ki sevindim de. Uzun zamandır ağır bir şekilde antrenman yapıyordum ve bu antrenmanların hakkını almak beni mutlu etti.


Kaş-Meis Maratonu :)
Maraton süreci ne zaman/nasıl başlıyor? Kimler katılabiliyor?
Maraton tam olarak ne zaman başladı hatırlamıyorum :) Ama sabah sekiz ya da dokuzdu. İlk olarak bütün maratona katılacak olan bütün sporcular belirli bir yerde toplandı. Sonra görevli hakemler bütün sporcuların kollarına numaralarını yazdılar. Herkes teknelere bindi ve teknelerle Meis adasına doğru yol almaya başladık. Adada bizlere vazelin ve güneş kremi sürmemiz için biraz zaman verildi ( vazelin suda üşümememize yarıyor ). Sonra hepimiz oradaki marinadan denize girdik ve start verilmesini bekledik. Start verilmeden önce de hepimize rotamızı ayarlayabilmemiz için nereye yüzeceğimize dair bilgi verildi. Sonra start verildi ve yarış başladı :) Ve bu yarışa on beş yaş ve üzerindeki insanlar katılabiliyor. Ama en küçük olarak ben 14 yaşındayken veli izni ile katılarak 15-19 yaş kategorisinde yüzdüm. Yaş dışında bildiğim kadarıyla başka bir sınırlama da yok.

Sen bu maratona katılmaya nasıl karar verdin?
Kuzenlerim  her sene bu maratonlara katılıyorlar. Geçen sene onları izlemeye ben de gitmiştim. Onları izlerken bunun eğlenceli bir şey olduğunu ve yapabileceğim bir şey olduğunu düşündüm. Sonraki sene ben de katılırım diye düşündüm.

Yüzmeye başlamak için sence kaç yaş daha uygun?
Küçük yaşta kurslara gitmekle bir başlangıç yapılabilir. Ama profesyonel yüzücülüğe başlamak için sekiz ya da dokuz yaş bence en uygun yaş.

Sadece amatör olarak yüzmek isteyen ama yaşının çok ilerlediğini düşünenlere tavsiyen var mı? Su gerçekten  ne yaparsak yapalım- bizi kaldırır mı :)
Onlara yüzmeye devam edin derim. Amatör olarak yüzmek istiyorlarsa hiçbir yaş geç değildir. Ama profesyonel olarak yüzmek belirli bir yaştan sonra gerçekleştirilmesi gerçekten çok zor bir durum. Bu arada suyun biz ne yaparsak yapalım bizi kaldıracağını sanmıyorum :)

Asıl bomba soruyu sona saklamıştık; havuzda ya da denizde boğulan birini görsen (mesela beni :) hemen suya atlayıp kurtarır mısın :)
Tabii ki kurtarmaya çalışırım. Ama ben birinin boğulduğunu görene ya da fark edene kadar çoktan başkaları onu kurtarır bile :)

Biraz da genel sorulara geçelim:
Dinlerken acayip mutlu olduğun şarkı/şarkıcılar var mı?
Michael Jackson ve Bruno Mars dinlerken çok zevk aldığım şarkıcılar ve onları dinlerken gerçekten mutlu oluyorum.
Unutamadığın bir çocuk kitabı ya da kitap var mı?
Isabel Allende’nin "Canavarlar Kenti" adlı kitabını gerçekten severek okumuştum. Hayatımda okurken en çok eğlendiğim kitaplardan biriydi. Aynı zamanda Jostein Gaarder’in "Sofie’nin Dünyası" adlı kitabı da beni çok etkileyen kitaplardan biriydi.
Yüzmeden sonra en çok keyif aldığın aktivite/spor/hobi hangisi?
Sanırım kitap okumak ve arkadaşlarımla vakit geçirmek. Çünkü yalnız kalmayı hiç sevmem ve hep yanımda birileri olsun isterim.

Bizim için keyifli bir sohbet oldu; teşekkürler Çağla …Sana bol yüzmeli, çokça kitaplı, Kahve’li günler dileriz :)

Ben teşekkür ederim; size de Lokum'lu günler :)
* Bazı yazılar kaymış, fark ettik, düzeltemedik, belki yakında düzeltebiliriz :)
                                                                            ***
"1 Kitap 1 Mektup" etkinliğinde 2. konuğumuz sevgili Çağla oldu. Yüzme ile ilgili meğerse ne çok sorumuz varmış. Küçük yaşta en az 1 spor ile tanışmalı ve bu tanışıklık ister hobi ister profesyonel olarak devam ettirilmeli -bizce-. Zira kuzenler bir araya gelince maş. boy konusunda "senin oralarda havalar nasıl?" esprilerine maruz kalabiliyorsunuz :)

26 Temmuz 2013 tarihine kadar "En sevdiğiniz yüzme mekanı (deniz/havuz/koy) neresi?" (böyle bir yer yoksa onu da yazabilirsiniz :)  sorusunu yanıtlayarak bu yazının altına yorum bırakanlar arasında yapacağımız çekilişle 1 kişiye Çağla'nın seçimiyle "Sofie'nin Dünyası" kitabını ve 1 mektubu göndereceğiz.


Kaynak: burada
* Bu çekiliş haberini kendi blogunda/facebook ve twitter hesabında duyurmak zorunlu değil; sadece gönüllüdür :)
**Sevgili Çağla, son sözümüz sana; iyi ki varsın, tatlı sohbetin için teşekkürler :)


HERKESE KENDİ DENİZ KOKUSUNDA MUTLU GÜNLER, SOFİE İLE  TANIŞMA İMKANI DİLERİZ :)

Devamını oku »

4 Temmuz 2013 Perşembe

KOFİ VEYA BAĞIŞLAMA SANATI :)

"Daha önce, kızdığınız birini bağışladınız mı?
Bağışladığınızı fark edebildiniz mi?
Öfkelendiğiniz/kızdığınız kişinin yüzü gözünüzün önünde canlandığında kalbiniz size ne söyledi?"
        Bu ve benzeri cümleleri düşünüyorum birkaç gündür, sebebi de BDK'deki radyo programı oldu.. Klasik bir pazar günü değildi çünkü evde değildim ama programı dinledim ve koşarak uzaklaştım mekandan, en yakın kitapçı bulabilmek için..
      BDK 1 hafta sonra çekilişle armağan ediyormuş falan hiç bekleyemeyecektim çünkü radyodaki çekilişte de adımı duyamamıştım :)Koşuyordum hani en son kitapçıya doğru, işte neyse aldım kitabı, arkadaşımla buluştuk, kuzenler bir araya geldik oldu  mu akşam :) Hayır madem öyle niye koştum :) Bu kitabı da sevdiğim kitaplarda olduğu gibi uzun uzun okudum,notlar aldım, üzerinde düşündüm, bazı yerleri tekrar okudum, ilk okuduğumda anlamadığımı fark ettim falan :) Neticede sevme duygusunun dışında hatta ondan çok daha fazla şeyler buldum kitapta kendim için..
      Bu kitabın bir de şöyle bir anısı var; (daha önce de söylediğim gibi her kitabın en az 1 hikayesi olmalı :) kimselere okuduğum/notlar aldığım kitabımı vermem; gerekirse hediye ederim dediğim günün ertesi günü bu kitabı kendi ellerimle servis arkadaşıma emanet verdim(!) Hakkında hemen yazı yazmak istiyordum ama o bana kitabı ne kadar geç getirebilirdi ki :) Sadece 2 ay sonra :) ( bahsettiğim arkadaşımın bu yazıyı görme ihtimali yok ama olur da denk gelirse kitabıma iyi baktığı için, kitabı geç getirmesine az kızdığımı buradan söyleyebilirim.)
      Başka okuyanlar ne bulur bilmiyorum ama ben bir süredir kendim için kayıp olan halkanın 1 tanesini bulduğumu hissettim..Daha kaç halka vardır bilmiyorum; denk gelir miyiz onlara ya da ne zaman onu da bilmiyorum ama elimde şu an "bağışlama sanatı" var; onu biliyorum..BDK Banu demiş ki; Küçük Prens'in gergedan olarak döndüğünü söyleyenler bile varmış.. Olabilir..Buna şaşırmam doğrusu.
Kaynak: BDK
       Uzun bir girişten sonra kitabın konusundan da bahsetsem fena olmayacak sanırım.
"Kofi öfkelidir. Yüzüne fazla ışık saçan aya, rüzgara, bulutlara, güneşe ve çevresindeki bütün hayvanlara öfke duyar. Ta ki, bir gün büyükbabası gelip, birlikte denize gitmelerini önerinceye kadar..." 
      Var olan bir şeylerin değişeceğini, şimdiye kadar olan düzenin bozulacağının ama aynı zamanda "tamir edilebileceğinin" ifadesi aslında bu öneri. Can Çocuk tarafından yayınlanan bu kitabı "öğretici, sıcak ve çağdaş bir masal" olarak tanımlamış yayınevi.
      Kahramanımız Kofi'nin hemen her şeye duyduğu öfke ile tanışırız önce. Sebebi kendisidir bu açık. Yalnız, "sebep neden kendisidir" ve "bağışlamak mümkün müdür"?
Yolculuk ve değişim hikayelerini hep sevmişimdir.
Yollar uzadıkça ve yolda yaşananlarla birlikte biz de aynı kalmayız.
Hele ki ulaşmaya çalıştığımız bir "yer" varsa; bu, duruma daha da heyecan katar. Aklıma "Balık" geldi ama onu başka zamana bırakıyorum.
                                                                      ***
     Kofi'nin en yakın arkadaşı (Antros) gün gelir ezeli düşmanı olur ve Kofi onun öfkesini içinde taşımaya, bu öfkeyi daha da büyütmeye karar verdiği sırada karşısına büyük baba Meru çıkar ve ona denize gitmeyi teklif eder.
Bu kitap en yalın haliyle Kofi ve Meru'nun denize doğru aldıkları yolun hikayesidir.
Ama  hikaye bu kadar yalın değildir. İyi ki de değildir; çünkü bizi de bu yolculuğa davet eder.
Bu kitapta o kadar çok şey var ki; aklıma Momo'nun geldiği bütün düşleri yürekten emerek alan "düş höpürdeticileri", hayatının en önemli gününe yani yaşadığı güne hazırlanan bir gergedan ve burnunuzu yakan denizin tuz kokusu...
Kitaptan: 
* "Büyük arzuların zamanı vardır", diye yanıtladı Meru usulca.
* "Düşün, bir sonraki dolunayda öleceksin. Öncesinde mutlaka yapmak istediğin şey nedir?"
*- Doğru yoldan söz ediyoruz, en hızlı gidilebilecek olandan değil.
-Peki, doğru olan hangisi? diye sordu Kofi sinirlenerek.
-Kendi yolun tabii.
-Hah, şimdi anladım. Peki, kendi yolumu nasıl bulacağım acaba?
-O yolda yürüyerek. Önceden yok ki o yol. …
* " Ne kadar yavaş, o kadar yoğun yaşanır" ("Ne kadar yavaş, o kadar hızlı"*)
* "Büyük mücadele, kendinle savaşmayı bırakmak anlamına gelir."
* " Eğer rakibin oradaysa ve gerçekten de sana karşı mücadele ediyorsa öfkenin bir anlamı vardır! Kendini savunabilmek için ona ihtiyaç duyarsın. Ama eğer düşmanın sadece kafanda varsa o zaman öfkeni kendine yöneltmiş olursun..."
* "Artık nefret duymadığında, o zaman kendi kendini bağışlamışsındır." (sanırım en sevdiklerimden biri bu cümle)
* "Bağışlamak, kendi yüreğini incitmekten vazgeçmek demektir. Daha fazlası değil."
"Bir parça geriye hareket edildiğinde, bazen sadece ilerlenir." 
"Öfke senin yüreğini yaralıyor, onunkini değil."
     Bağışlamanın gerçekten bir sanat olduğunu düşünüyorum ben de artık. Size (isteyerek/istemeyerek) kötülük yapmış, sizi üzmüş, zarar vermiş birine "seni affediyorum" diyebilmek ne kadar zor. Hele ki bu kişi kendinizse...
     Çok sevdiğim bir kitapla ilgili yazı yazarken bazen zorlanıyorum bazen saçmalıyorum bazen de "aman eksik bir şey bırakmayayım" telaşına kapılıyorum.
Sanırım unutuyorum; her kitabın en az 1 hikayesi olduğunu.
Çünkü bu benim hikayem.
Eksik bir şeyler yazamam çünkü sizdeki hikayeyi -henüz- bilmiyorum...

Sahi, siz bugün kızdığınız kişiyi - kendiniz olsa bile- affetmeye hazır mısınız?

HERKESE KOFİ VE (VEYA DEĞİL!) BAĞIŞLAMA SANATI İLE TANIŞMA İMKANI DİLERİM :)
* "Bir Kitap Lütfen"in "Kofi" hakkındaki yazısını da okumak isteyebilirsiniz.

Künye:Kofi veya Bağışlama Sanatı
Özgün Adı: Yofi oder die Kunst des Verzeihens
Yazan:Oliver Bantle
Çeviren: Saliha Nazlı Kaya
Yaş grubu: 9+
Can Çocuk, 2000, 112 sayfa
Devamını oku »