Drop Down MenusCSS Drop Down MenuPure CSS Dropdown Menu




12 Eylül 2013 Perşembe

Arkadaşım Eşşek :)

"Uzun kulaklarını son bir kez salla,
Seni çok çok özledim arkadaşım eşşek" :)
Barış Manço'yu rahmetle andım bugün. Özel bir sebebi falan da yok. Arkadaşım Eşek şarkısını söylerken uyandım neredeyse ve aklıma TRT'deki çocuk programı geldi. Her bölümünü büyük bir heyecan ve keyifle izlerdim. Gözlerimi kooocaman yaptığımı hatırlıyorum, aman bir şeyler kaçırmayayım diye. Oradaki çocukların yerinde hayal ederdim kendimi. Her soruya ben de cevap verirdim. En çok da sonunda ne hediye verdiklerini merak ederdim. Bir gün annemlere "ben de bu programa katılamaz mıyım?" dediğimi hatırlıyorum. "uzak" demişlerdi..tabii bu durum benim için "vaaay be ne ulaşılmaz bir yerde" gibi bir anlam yaratmıştı. Küçüktüm gidemezdim tek başıma ama büyüyünce gidebilirdim. Tek sorun, acaba benim büyümüş halimi Barış Abi yine de ister miydi programında :)
Sabah sabah aklıma geldi.
Hatırlayanınız var mı bilmiyorum bahsettiğim programı, sanırım vardır.
Adam Olacak Çocuk :) Oradaki merdivenleri çıkmayı istemiştim hep, biraz saçma belki ama :)


Şarkıyı da yeniden dinlemek isteyenlere:

Devamını oku »

10 Eylül 2013 Salı

"Annemin Çantası" :)

Kadınların çantası hem çok özeldir hem de oldukça ağır. İçerisinden nelerin çıkabileceğini kimse tahmin edemez. Bazen ben de çantamdakileri azaltsam, kas gücümü başka aktivitelerle geliştirsem daha iyi olmaz mı diyorum ama bu dileğim hiç gerçekleşemiyor. Tabii bu hususta çanta seçimi de oldukça önemli. Avuç içi çantalarla gün geçirebilenlere hayran olsam da yapamayacağım bir şey için başkasına özenmek de yersiz kalıyor.
Çantanın olmazsa olmazları diye bir sıralama yapacak olursak:
- Su
- Güneş Gözlüğü
- Peçete, ıslak mendil
- Kalem, kağıt
- Ajanda, not defteri, günlük benzeri defterler
- En az 1 kitap (gidilecek yere göre sayısı 4'e kadar çıkabilir)
- Anahtarlar
- Atıştırmalıklar (çubuk kraker vb.)
- Özel eşyaların olduğu minik çanta
- Cüzdan
- Eşin çantaya verdiği diğer malzemeler :)
Ekstradan:
- Çorap (ne zaman nerede üşüyeceğimi bilemiyorum ama ayaklarım hep üşüyor)
- Fazla poşet
- Sade sodamı açmak için açacak
- metre, mezru vb. bir şey

Bu konuya nereden geldiğimi söylemeden bu yazıyı da bitirmesem iyi olur tabii :) Bizim pek sevgili ablamız Ayşe İnan Alican'ın resimlediği, çok sevdiğimiz Sara Şahinkanat'ın yazdığı (evet tersten söyledim) son kitap YKY'den çıkmış. Adı da "Annemin Çantası" imiş. Henüz okumadığım için yorum yapamam elbette ama konusu hakkında yayınevi şöyle bir ipucu vermiş:
"Kadınların Koca Çantalarının İçinde Neler Var Neler?
Sara Şahinkanat’ın yazdığı, Ayşe İnan Alican’ın muhteşem resimlerle hayat kazandırdığı Annemin Çantası, her zaman alay ya da merak konusu olan bir konuya açıklık getiriyor. Kadınların çantasında neler var neler? Böyle bir kitap, iki duyarlı kadının ortak ürünü olunca, ortaya müthiş bir sonuç çıkıyor. Aslolan çanta değil, çantalarında taşıdıkları “hayat”la kadınlar çünkü… Bir çocuğun gözünden kaleme alınan Annemin Çantası, yazar ile çizerin ortak kitapları Beyoğlu Macerası – Bilgi Avcıları Gizli Görevde ve Üç Kedi, Bir Dilek kitapları gibi, yine çok sevilecek." 
Annemin çantasının içerisinde neler var-dı bilmiyorum, hatırlamıyorum ama onun çantasının da büyük olduğunu ve neye ihtiyacım olsa oradan çıktığını hatırlıyorum :)

Sizin çantanızda size özel neler var?
Devamını oku »

8 Eylül 2013 Pazar

Bir Dolap Kitap (BDK) ile Nasıl Tanıştık, Neden Konuşamadık ve Bir Dolu Hikaye :)

Bir Dolap Kitap ile tanışıklığımız neredeyse 2 yılı buldu. Tanışmamıza vesile olan neydi, yolumuz nasıl kesişti çok romantik bir dille anlatmak istiyorum ama balık hafızam buna izin vermiyor çünkü yolumuzun BDK ile nasıl kesiştiğini hatırlamıyorum(z)


Sonra günlerden bir gün çocuklarınızı kitaplarıyla fotoğraflayın ve bize gönderin, Banu'dan pek sevimli bir kitap kaazanın diyorlardı. Lokum'un fotoğrafını çekip göndermiştik :) Kazanamadık ama pek eğlendik.
Ben ara ara aklıma bir şeyler takıldıkça onlara mail gönderdim, onlar da uzuuun uzun cevap verdiler.
Ve günlerden bir gün onunla karşılaştım. Bir afiş. Çok cazip bir teklifi vardı: Geçen senenin Kitap Fuarı etkinliğiydi. Konu, çocuk kitaplarıydı ve BDK da konuşmacı olarak katılacaktı. Hatta Yıldıray'ın "Şuşu ve Üç Tekeri" kitabının etkinliği bile vardı. Çok sevindim. Tek bir sorun vardı: biz Ankara'daydık. Konuk yazarlara bakınca İstanbul çok da uzak gelmedi ve hazır gitmişken pek sevgili Deniz ile de görüşebileceğimize karar verdik. Ancak durumda 1 terslik vardı. Fuara 2 gün birden gidemezdik ve Behiç Ak'ın etkinliği cumartesi günüydü. (burada kötü bir kıyaslama yaparsam affola) Behiç Ak'ın Ankara'ya gelme ihtimalinin BDK'dan daha çok olacağına kanaat getirdik ve Yıldıray'a mail attık:
"Merhaba, biz şu şu şu.. Hani şu konularda görüşmüştük. Hani Lokum da vardı falan. İşte biz fuarda sizi görmek, söyleşiye katılmak istiyoruz ama kesin olarak orada olacak mısınız? Biz birazcık Ankara'dan geleceğiz de..." Yıldıray'ın şaşkınlığı mailden bile anlaşılıyordu ve fuarda o gün o saatte olacağını yazmıştı.
Buradan sonra fuardaki tanışmada benim BDK ile pek koyu bir sohbet içine girmiş olduğumu düşünenler henüz Semracan karikatürlerinde kendimi benzettiğim, heyecanlanınca "Aaa merhaba, ha evet, siz, tamam, hoşçakalın"dan öte bir şey söyleyemediğimi unutmuş olanlardır :)
Ben sadece 1 imza alıp olay mahalinden uzaklaştım.. Söyleşide de soracağım ne varsa sor(a)madım.
Bu olaydan dolayı kendime hiç kızmadım çünkü orada olmaktan mutluluk duyduğumu biliyordum.
Tabii benim bu "şahane" halime muhtemelen "gerçekten" Ankara'dan geldiğime inanamamış olan Yıldıray da pek anlam verememiştir.
Aylaaar öncesinden "orada mısınız" diye mail atıp, sonra da "ehem kem bir de küm" diyip uzaklaşan başkası yoktur herhalde :)
Hatırlamak isteyenler için Kitap Fuarı yazısı da burada.
Bir Dolap Kitap'a bir zaman sonra "Tayga" isimli bir dolap çekmecesi de katıldı, onu da pek sevdik :)
yalnız ilk zamanlarda birazcık yaramazlık yapınca BDK'daki kitaplar biraz eksildi.


Taaa ki...
Geçen gün "Biz geri dönüyoruuuuz" mesajını gönderinceye kadar.
Ben hala inanamasam da BDK kanlı canlı bir yerde bulunacakmış bundan sonra ve 2014'ten itibaren gerçekleşecek ancak bizimle henüz paylaşmadıkları olmadıkolağanüstü şahane bir de projeleri varmış; yuppiii :)
Bir Dolap Kitap'ı bir de kendi dillerinden okumak isterseniz buraya bakabilirsiniz.
BDK'da bulduklarımız & sevdiklerimiz & görmeyi istediklerimiz :
- Çocuk kitaplarını ne çok sevdiğimizi sanırım anlamışsınızdır ve bir o kadar da seçici olduğumuzu. BDK'da okumayı gönlüm çekmese de merak ettiğim kitaplar hakkında fikir sahibi olmayı seviyorum.
- Biiiiir dolu etkinlikleri arasında - bazen hangisine bakacağımı şaşırsam da- gezinmeyi seviyorum.
- Kitap eleştirilerini soğuk bir dille değil de kendi başlarından geçen hikayelerle anlatmalarını seviyorum.
- Yıldıray'ın "Şuşu ve Üç Tekeri" kitabı, Banu'nun "Kediler Hep Dört Ayak Üstüne Mi Düşer" kitaplarını canım sıkıldıkça "Şuşu ne yapıyor" diyerek ya da Lokum için  tiyolar almayı seviyorum.
- Tayga neler yapmış, daktilo ile arasında nasıl bir bağ kurmuş, yoksa o da yeni bir kitaba mı başlamış diye heyecanla son gelişmeleri okumayı seviyorum.
- Hep İstanbul'da olmalarını ve güzide şehrimiz Ankara'ya pek uğramamalarını sevmiyorum.
-  Her hafta kitap çekilişi yapıyorlar; o da pek keyifli oluyor :)
- Devam etmemelerine çok üzüldüğüm dergi projeleri var-dı.
- Pazar sabahları saat 10.00'da Açık Radyo'da keyifli bir vapur seyahati sonrası gerçekleştirdikleri programı dinlemeyi seviyorum. (Not: program bazen açılıyor bazen de açılmıyor, neden böyle oluyor bilmiyorum :/ )



Sevgili Bir Dolap Kitap,
Dilerim daha uzuuun uzuuun yıllar çocuk kitaplarından bahseder, Felaket Henry iyi kitaptı, Behiç Ak ne iyi yazardı diye sohbet ederiz.
Sohbet dediysem, elbette benim "kem" ve "küm"lerimden anlam çıkartmak kolay olmuyor kabul :)

Lokum'dan Tayga'ya kooocaman -sevgi dolu- patiler,
Bizden de size kooocaman kitaplı ve mutlu günler :)

Devamını oku »

"Üç Kedi Bir Dilek", Pek Tatlı Bir "Ada" ile Buluştu :)

Çekilişler her zaman keyiflidir, eğlencelidir, heyecanlıdır.
"1 Kitap 1 Mektup" etkinliği de biraz bu yüzden başladı sanırım.
Sorduğumuz sorulara gelen cevaplara, kazanan yeni biriyle olan iletişimimize de çok alıştık.
Bu kez "Üç Kedi Bir Dilek" kitabının çekilişi vardı ve kazanan da tatlı bir "Ada" oldu.



Katılan herkese koooocaman teşekkürler.
Yepyeni ve bambaşka bir konu ve konuk ile pek yakında yine 1 çekiliş heyecanı yaşayacağız.

Sevgili Ada ile Hayat,
Size mail gönderdik,umarım en kısa zamanda iletişim bilgilerinizi bizimle paylaşırsınız :)
Devamını oku »

2 Eylül 2013 Pazartesi

Sosyal Medya Taktikleri :)

Bir süredir fark ettim ki hayatımızda -neredeyse- olmazsa olmaz bir kavram olmuş; sosyal medya. O kadar deniz derya ki tam 1 tanesine üye oluyorsunuz ve dilini anlamaya çalışıyorsunuz pat başka bir mecra bitiveriyor. Bu kadar çeşitliliği aynı anda kaldırabilenlere de ayrıca hayranım.
Ben de hatta biz de 2 Balık ve 1 Kedi olarak (zira bazı paylaşımlarda Lokum bizden daha meşhur :) "nedir bu sosyal medya", şöyle bir düşünelim dedik :)
- Daha belki adını bile duymadığımız bir dolu mecradan sanırım en ünlüsü Facebook ve Twitter (ki ben hala ısrarla Tweeter diye yazıyorum, sanki Tweety gibi :)
- "Facebook arkadaşı" olarak tanımlanabilecek bir "arkadaş"lık varken bunun aslında sadece "tanışıklık" olarak değiştirilmesi daha doğru olmaz mıydı acaba :)
- Facebook (kısaca FB deniyor galiba bazı yerlerde görmüştüm) hesabında ne kadar arkadaşın, beğenin vs. varsa o kadar "sosyal" birisin :)
- Bir müddet FB (!) kullanmış, sonra uzuuun süre hesabını kapatarak mutluluktan ve huzurdan dört köşe olmuş biri olarak kendime -sanırım böyle olmalı- işkence çektirmek istediğim bir ara yeniden açmıştım hesabımı. Ve fark ettim ki değişen bir şey yok. O kadar içi boş şeyler paylaşılıyor ancak sen o kadar kendini sayfana bakmaya bağımlı hissediyorsun ki mutsuzluk da kendiliğinden geliveriyor - ki bu da tehlikeli bir durum- İşte bu durumda yapmam gereken en mantıklı hareketi yaparak hesabımı yeniden kapattım.(ki zaten tamamen kapatılamıyormuş, sadece dondurulabiliyormuş...)
- Bazen o kadar güzel paylaşımlarla ya da haberlerle karşılaşıyor ki insan sosyal medyanın süper iyi bir şey olduğunu düşünüp kendini avutuyor.
- O zaman da akıllara şu soru geliyor; televizyonun sığlığından uzaklaşmaya çalışan zihniyet, neden kendini "sosyal medya"da boğar? Bilmiyorum tabii ki.
- Blogger bir sosyal medya ise az önce söylediklerimi de afiyetle yedim tabii :) Yok aslında tam olarak öyle değil. Beni rahatsız eden şey farkında olmadan bağımlı olduklarımız.
- Kim,nerde, ne zaman ne yapmış'tan öteye gitmeyen bir akış varsa sanırım orası biraz sıkıntılı.
- Bazen de öyle güzel paylaşımlar oluyor ki..çoğunluğu fotoğraf oluyor zaten, insan bakmaya doyamıyor :)
- Bu mecrada "sanal" da olsa tanışıp arkadaş olduklarımız, çooook sevdiklerimiz de var. Onlara buradan yeniden selam :)
- Çooook özelin paylaşılmaması taraftarıyım ama tabii bu da kişilere göre değişebilen bir kavram galiba. Mesela 2 Balık'ın hiç fotoğrafını koymadık. Belki aranızda bizi merak edenler de vardır :) Ama bazı arkadaşlarımızın paylaştığı fotoğraflara bakınca ya da internetteki fotoğrafların başına neler gelebildiğini gördükçe/okudukça insanın basit bir fotoğrafını bile paylaşası gelmiyor bazen...
- Blog tutmak eğer bir sosyal medya faaliyeti ise ben kendisini çok seviyorum :) Burada bir şeyler paylaşmak, okuyanların yorum yazması (dönütler) ya da hiçbir şey yazmaması (yine dönütler) gerçekten keyifli oluyor.
- İnsan o an yaşadığı bir şeyi tweeterda :) paylaşmayı niye ister; mesela "işyerinden yangın vaaaar diye koşarak çıkasım var!" , " dişçi koltuğuna oturunca aklıma dişimi fırçalamadığım zamanlar geliyor, kendime kızıyorum." , "şu an okuduğum kitap inanılmaz güzel." gibi... İnsan kendini o an yalnız mı hissetmek istemez ya da mutluluğunu başkalarıyla mı paylaşmak ister, bilmiyorum :) Geçen gün ben de bir arkadaşa düdüklü tencere kullanımıyla ilgili bir tweet atmıştım :)
- Benim sorularıma cevap gelme oranı henüz düşük olsa da tweeterda yardımlaşma da güzel olabiliyor.
- Tamamen tercih meselesi olan kendini ifşa etme ve bir gizem perdesinin arkasından seslenme durumu da var :) Cidden var. (bizimki daha çok 2. yazdığıma giriyor galiba)
- Hepsinin de kendine göre bir "racon"u, yazılı olmayan görgü kuralları var.
- "Beni takip edeni takip ederim" gibi oldukça komik paylaşımlar da var :)
- Niye paylaşıyoruz hayatımızı böyle ulu orta :) bilmiyorum ama herkes kendini rahat ve mutlu hissettiği ölçüde sorun yok galiba.
- Bir de Iphone telefonu olanların kullandığı ama bizim gibi Android işlemcili telefon kullananların telefonunda sadece kutucuk olarak görünen karakterler, simgeler var. Arkadaşlar inanın o kutucuğun anlamını görebilsem ben de bir cevap vereceğim ama..
- Simgelerin önemli olduğunu - ki ben ":)" haricinde pek kullanmıyordum da bilmiyordum da, asıl şoku sonunda "3" olan bir simgenin çoook sonra "kalp" demek olduğunu öğrenince yaşadım :)
- Bu yazıda aslında taktik falan yoktu sadece kendimce analiz vardı, kandırdıııım :)

Kaynak: burada

Bu konuya ben nereden geldim, bu yazının amacı neydi şimdilik unuttuğum için yazıyı burada sonlandırıyorum.


HERKESE KENDİ FB'SİNDE, TWEETIRINDA, PİN'İNDE, INSTAGRAMINDA KEYİFLİ, EĞLENCELİ PAYLAŞIMLAR DİLERİİİİZ :)

Devamını oku »

28 Ağustos 2013 Çarşamba

Her Mevsimin Tadı Başka :)

Ağustos geldi ve gidiyor. Ankara bugünlerde oldukça sıcak. Birkaç güne kadar hava "mevsim normalleri"ne dönecekmiş galiba.
Mevsimlerle ilgili söyleyecek ne söz varmış, düşündükçe aklıma geldi. Acaba aklıma gelenler satırlara dökülebilecek mi ben onları yazmayı unutmadan :) Bir bakalım:
- Çocukluğumuzda gerçekten 4 mevsim yaşardık ancak son zamanlarda 2 mevsime düştük sanki: yaz ve kış. Malum küresel ısınma...
- Her mevsimin 1 seveni ve en az 1 sevmeyeni vardır; müptelası olanı da elbette :)
- Yaz geldiğinde soğukları, kış geldiğinde sıcakları özleriz. (özlemez miyiz?)
- Kıyafetlerin dolaptaki yeri mevsime göre değişir ve hemen her sezonda evden bazı "eskimeyen" kıyafetler yeni sahiplerine doğru yola çıkar ve bu da bizi mutlu eder.
- Yaz demek tatil demekse, kış demek kısa günler uzun geceler olabilir.
- Yazın meyveyi bolca yemek güzeldir de kışın kestanenin de tadı bambaşkadır.
- Okullar tatil olunca büyük şehirlerde trafikte ciddi bir azalma meydana gelir.
- "Deniz, kum, güneş" üçlüsünü yaşayamayan bazen kendini eksik kalmış gibi hissedebilir.(acaba kim :)
- Güneşe alerjisi olanlar için yaz ayları daha çok krem, şapka hatta bazen şemsiye demektir. (o da kim ola ki :)
- Bahar yorgunluğu diye bir şey vardır ki kendisi bitmek bilmeyen Pazartesi sendromuna da benzeyebilir.
- Bahar ayları fotoğraf çekmek için -bence- en uygun mevsimlerdir.
- Kış aylarında insanlar eskiden daha samimi olurlarmış, ısınmak için, tek odada soba yakarlarmış :)
- Sonbahar demek kimine göre dökülen yapraklara hışırtıyla basmak ve bundan çok acayip keyif almakmış :) (bu da kimmmm :)
- Aramızda duygusal bağ bulunan aylar vardır bir de. Mart ayı Balık Burcu ayıdır mesela :)
Sanırım her mevsimin tadı ayrı güzel :)

Şimdilik aklıma bunlar geldi.
Bana soruyorsanız yaz sıkıcıdır, kış kasvetli çoğu zaman da kısıtlayıcıdır... O yüzden ben baharları severim. Yorgunluğu da olsa yeşillenen yeni ağaçlar umut verir, dökülen yaprakları kovalamak eğlendirir :)
Peki ya sizin sevdiğiniz mevsimin tadı tuzu nesi?

Kaynak: Google amca
Devamını oku »

23 Ağustos 2013 Cuma

Kitaplık Kurdu Yazıları: Kocakulak Şehirde, Üç Kedi Bir Dilek ve Kılkuyruk Popi :)

Kitaplık Kurdu'na her hafta 1 yazı gönderiyorum ama burada ondan bahsetmeyi unutuyorum.
Az önce fark ettim de tam 3 adet çooook sevdiğim kitabı yazmayı atlamışım.
Kocakulak Şehirde kitabıyla, sevgili Hint Cevizi'nin yazısı sayesinde tanışmıştım. Gerçekten severek ve eğlenerek okudum. Diğer kitaplarını da listeye yazdım :) Kitapla ilgili yazdıklarım tam olarak burada

Bayram şekerleri bunlar :)
Üç Kedi Bir Dilek hakkında acaba ne söylesem?
Durup durup okuduğumu söylesem yeterli olur mu acaba :)
Çizimleri de fena değil desem :) Ayşe Ablamız bize kızar mı acaba :)
Masal Battaniyesi ve Üç Kedi Bir Dilek, insanlara,canlılara, dostluğa, arkadaşlığa güveniniz sarsıldığında "hala iyi yüreklerin de olduğunu" hissettirecek dönüm noktası kitapları bence :)
Bu güzel kitapla ilgili de düşüncelerim tam olarak burada

Evet, Lokum da çok seviyor :)
Veeee gelelim son kitaba: Kılkuyruk Popiiii, ne de sevimli :)
Kılkuyruk Popi ve Turti'nin başından geçenler, güzellik kavramı, eğlenme...
İşte burada tanıtım yazısı, burada da pek güzel şarkısı var :)


HERKESE MUTLU OKUMALAR :)

Devamını oku »

20 Ağustos 2013 Salı

Hangi Kitapta Ayraç Durmaz :)

Eskiden değildim ama şu an kitaplar konusunda çok seçiciyim. Ve ne yazık ki sevmediğim bir kitabı ite kaka okuyorum, bitirmeye kendimi mecbur bırakıyorum sonra kitaptan soğuyarak kendime bir mola verip ayracıyla birlikte "yarım kalanlar" rafına yerleştiriyorum. Evet öyle bir raf var kitaplığımda. O rafın önünden geçerken de göz ucuyla oradakileri kessem de aslında bir garip suçluluk duygusuyla detaylı bakamıyorum.
Bir dolu tür bir dolu yazar ve kitap var ama bizi sadece bazıları cezbediyor.
Bu gerçekten neden oluyor, üzerinde biraz düşündüm.
Eleme yöntemiyle gittim daha çok.
Ben ne tarz kitapları okuyamıyorum/sıkılıyorum/devam ettiremiyorum diye:
- Bir dolu karakterin yer aldığı kitaplar (aklımda tutamıyorum, Agatha abla sağolsun kitaplarının girişinde kimin ne olduğunu yazmış ama ben yine de unutuyorum. Marquez amca çok güzel yazmış ama o isimlerden ben "yüzyıllık yalnızlığı" okuyamıyorum..)
- bir dolu cümle kurup aslında özünde "an"ı yaşayın diyen kişisel gelişim kitaplarından. (zamanında çok okudum ve gördüm ki özeti 1 cümle: hayat senin, aradığın güç içinde)
- içerisinde korku, gerilim vb. ögeler taşıyan kitaplar.(okuyanlara saygım sonsuz ama ben okuyamıyorum, adamakıllı korkuyorum çünkü :)
- sade cümleler yerine edebi cümlelere yer veren yazarları da okuyamıyorum.
Kaynak: burada
Geriye neler kaldı 1 de ona bakalım:
- En sevdiğim, caaaanıııım dediğim çocuk kitaplarını çok seviyorum ama didaktik olanlarını okuyamıyorum. sanki karşımda bir öğretmen var ve bana ders vermeye çalışıyormuş gibi olanları aslında neredeyse kapağından ve çizimlerinden bile anlamak mümkün ama çok da önyargılı olmamaya çalışıyorum.
- Yaşasaydı peşini hiç bırakmazdım dediğim ve şimdi de hiç bırakmadığım 1 insan 1 yazar: Orhan Kemal :) Memleketin suyu mu çekiyor nedir :)
- NTV yayınlarının önücülük ettiği ve sonra bir dolu yayınevinin seri halinde çıkardığı eğlenceli bilim kitapları.
- Semracan'ın başrolde olduğu karikatürler :) Fıçı ve Miço bizim evde çok sevilir :)
- Sandman serisi de güzel ancak ara ara okuyabiliyorum.
- Klasiklerin hepsini sevmesem de Suç ve Ceza'yı epey ayrı seviyorum. "Aman bir Tolstoy"um geldi ya da "Kaç zamandır Dostoyevski okumadım" da demiyorum.
- Kafka seviyorum Dönüşüm'de sanki ben de bir dönüşüyorum.
- Zweig seviyorum, Satranç kitabı ile ilgili minik anımı da unutmazsam sonra anlatayım.
- Yeni öykücüleri (benim için yeni) öyküleri arka arkaya okuyamıyorum. biri bitse de diğerine geçince geride kalan karakterler peşimi bırakmıyor sanki :)
- Şimdi aklıma gelmeyip de aklıma geldikçe ara ara yazabileceklerim için de bu satırı ayırıyorum :)

Kitap okumak son derece bireysel bir tercih. Özünde kimin hangi kitabı okuduğu, hangi yazarı sevdiği sadece kişiyi ilgilendirebilecekken bazen değişik eleştirilere de maruz kalınabiliyor.
"Aaa çocuk kitabı mı okuyorsun, büyü artık biraz.."
" Korku kitapları mı okuyorsun, rüyana girmiyor mu?" (bak bu cümle benim ama genelde içimde tutuyorum, çaktırmayın :)
" Kişisel gelişim kitaplarının içi hep aynı, boşa para veriyorsun.." (tanıdık bir cümle ama en azından ben okudum da söylüyorum..)

Araya kendimi de katarak bir öz-eleştiri yapsam da hepimiz aynı şeyin peşinde değil miyiz,onu düşünüyorum.
"Kitap okumak istiyoruz."
Bu kadar basit.
Bu kadar net.

Bu arada "Hangi Kitapta Ayraç Durmaz?" sorusuna da son zamanlarda okuduğum en en en eğlenceli kitap olan Hilda'yı örnek vereyim. "Benim şimdi okumaya vaktim yok" gibi cümleleri "oldu canım" diyerek geçiştiren ve ne oluyorsa 1 solukta okunan kitaplara biz kendi aramızda "ayraç tutmayan kitaplar" diyoruz :)
Onları okudukça da mutlu oluyor, "devamı yok mu" diyoruz :)

Kaynak: burada

Devamını oku »

14 Ağustos 2013 Çarşamba

"1 Kitap 1 Mektup" Etkinliğinde Çooook Sevdiğimiz Bir İllüstratör "Ayşe İnan Alican" var ve tabii 3 Kedi 1 Dilek :)


Nerde kalmıştık :) "1 Kitap 1 Mektup" etkinliğinin 3.sünü bayramdan sonra yapacağımızı duyurmuştuk sanırım. Bayram öncesi pes etmeyen tavuk Hilda ile tanışmıştık,o hala aklımda :)
Şimdi sırada 3. etkinlik ve çoooook sevdiğimiz illüstratör Ayşe Abla ile (Lokum'un deyişiyle) röportaj var :)
Bir de tabii 3 Kedi ile 1 Dilek :)

Sevgili Ayşe İnan Alican,
İstanbul Kitap Fuarı’nda tanışmıştık sizinle ve Lokum adına kitap imzalayıp çizmiştiniz. O günden sonra da çizimlerinizin takipçisi olduk ve şimdi de blogumuzdaki “1 Kitap 1 Mektup” etkinliğine katılarak bizi çok mutlu ettiniz.
Hemen belirteyim ki merak ettiğimiz bir dolu soru var;
Öncelikle yaptığınız işin adı illüstratör/çizer/grafiker mi? Bu meslek adlarını birbirlerinin yerine kullanmak doğru mu yanlış mı?
Bir metni veya iletilmek istenen mesajı canlandırıyor ve yorumluyorum, resimle aktarıyorum bu yüzden, illüstratörüm. Gazetede karikatür çizerken karikatürist veya çizerdim, reklam sektöründe tasarım yaparken grafik tasarımcı.
Kaynak: http://www.cizeriz.biz/iletisim.php
Daha çok çocuklara yönelik çizimler yapmanızın bir nedeni var mı?
Masal düşkünlüğümün yanı sıra resimli kitapların çocukluğumdan beri beni büyülemesi, çocukların sıcak ve sahici dünyalarında resimlerle buluşuyoruz duygusu, bir çeşit oyun oynuyorum aslında, onlarla. Yaptığım işin kalıcılığı da iyi yanlarından.

Bildiğimiz kadarıyla Hacettepe Üniversitesi Grafik Ana Sanat Dalı’ndan mezunsunuz. Mezun olduktan sonra önünüzde hangi kapılar açıldı ve sizi şu an bulunduğunuz yere nasıl getirdi?
H.Ü. mezuniyet tezi olarak tutkumun ilk parçası olan “Elma Kelebeği” adlı öyküyü resimlemiştim. Tesadüfen görülen eskiz defterimle mezun olur olmaz günlük bir gazetede karikatür çizerek ardından da 9 yıl ders kitabı resimleyerek geçirdiğim zaman asıl yapmak istediğim şeyi geç de olsa hatırlattı. Serbest çalışmaya tezimin tasarımını da yaparak büyük bir heyecanla başladım. Bu uzun süreci bir yandan da dergi, afiş, ambalaj, takvim, bilimsel ve teknik illüstrasyon ve tasarım çalışmaları takip etti. Bu arada “Elma Kelebeği” de basıldı. Fakat her detayını yazar ve editörle paylaştığım benim için ilk diyebileceğim “Kim Korkar Kırmızı Başlıklı Kız’dan” adlı resimli kitapla hayalim başlamış oldu.

Önünüze gelen yeni bir projeden bahsedecek olursak, hangi kriterlere göre o projeye dahil olmayı kabul ediyorsunuz?
İlk okuduğumdaki duyduğum heyecan en etkili seçim nedenim. Özgün, yaratıcı, evrensel, sahici, çocuğu erken büyütmeyen, çocuğun bir dahi olduğunu düşünerek yazılan metinler beni büyülüyor ve çocuksu bir coşkuyla projeye dahil oluyorum.

Muhtemelen birçok değişkeni var ama bir kitabın çizimi ne kadar sürede tamamlanıyor?
Ortalama 5 ayda orijinaller bitmiş oluyor. “Beyoğlu Macerası” istisna diyelim. Resimlemesi 8 ay sürdü.

Okuduğunuz bir metinden hangi parçalara çizim yapılması gerektiğine nasıl karar veriyorsunuz? Çünkü gerçekten iyi bir resimli kitapta –sanırım- yazıları okumadan hikayeyi anlayabilmek gerekiyor.
Metindeki duyguları, dildeki renkleri, oyunları en iyi yansıtabilecek kareyi seçerken; acemi karalamalardan emin olana kadar devam ediyorum. Çocukları içine çekebilecek sahne ve detaylar eklemeden de yapamıyorum.
Çocuğun düş gücünü kısıtlayan tüm ipuçlarını veren resimler iyidir dersek yanlış ve eksik olur sanırım. 
Resmin metindeki duyguyu verebilmesi, çocuğa canlandırılan dünyaya katılma hissi vermesi ve bu sayede metni okumak istemesi daha iyi diye düşünüyorum.

Karakterlerin ne giyeceği, bakışlarının nasıl olacağı vs. eğer ki metinde yazmıyorsa nasıl belirliyorsunuz?
Metindeki duygu ön planda olarak defalarca çizerken bunca zamandır biriktirdiğim görsel ve düşsel hafızamdan karaladığım karakterlerden birisiymiş bakışıyla, minik çizgi hareketlerinin bazen tesadüf dercesine birleşmesiyle ortaya çıkıyor.

Metnin yazarına hangi aşamalarda çizimlerden gösteriyorsunuz? Ya da tüm çizimler bitince mi yazar da görebiliyor :)
Eskizler bittiğinde yazar ve editör ile tüm detayları gözden geçiriyoruz. Metni aynı dilde renk ve oyunlarla yansıtmaya çalışırken kurduğunuz dostluk, kimya, sihir ve paylaşım çok önemli.

Çizim –en azından bizim için- oldukça zor bir iş. Gerçekten yetenek midir bu işin temeli yoksa asıl eğitim mi büyük ölçüde şekillendirir kişiyi?
Biraz görsel belleği konusunda yeteneği olanlar.Ustalaşmak yoktur aslında, arzunuza biraz daha ulaşmak     çabası, daima acemi bir ruhla bu alanda meraklı, araştırmacı, sabırlı, kararlı çaba sarf etmek.

Önünüzde bembeyaz bir sayfa varken –ya da bilgisayar/tablet ekranı- hayal gücünüz ne ile beslenir?
Genellikle çocuk yüzleri, özellikle gözleri, merak, arzu, heyecan, mutluluk, mutsuzluk, sevinç ya da üzüntü ifadesinin dolaysız hallerini yansıtıyorlar ve ipucu veriyorlar. İmge düzeyinde hala canlı kalan çocukluğumdan, bitmez tükenmez doğa düşkünlüğümden, yaşadığım çirkin ya da güzel olan her şeyden etkilenerek doğadaki doku ve desenlerle cisimlere, kağıda, boyaya bulaşarak bembeyaz kağıdı kirletiyorum.

Her çizerin yaptığı çizimin şekli bir çeşit imza mıdır? Çünkü bir süre sonra isme bakmadan da –özellikle de Bilim Çocuk dergisinde- “bu çizim Ayşe İnan Alican’ın,aa şu çizim Pino’nun ya da Bengi Gençer’in” diyebiliyoruz.
Renk ve desenleri kullanırken sizi besleyen unsurları kullanmaktaki tercihleriniz, oyunlarınız ister istemez ele verir kendini.

Sizi sosyal medyada çok fazla göremiyoruz ya da biz bulamadık :) Bu tercihin özel bir nedeni var mıdır?
Beni nasıl buldunuz :) E-posta yoluyla bu alanla ilgili tüm soruları cevaplandırmaya çalışıyorum. Çocuklarla yaptığım gibi birebir paylaşımlar ve etkinlikler öncelikli tercihlerimden. 7 yaşındaki kızım, etkinlikler, dergiler ve kitaplar...güne biraz zor sığıyor.

Yabancı çizerlerden kimleri seviyorsunuz ve yaptıkları çizimleri nasıl takip ediyorsunuz?
Yerli , yabancı Sarah Dyer,  Peter McCarty, Shaun Tan, Celia Chauffrey, Colin Thompson, Eugenia Nobati, Gustavo Aimar, Holly Clifton, Can Göknil, Behiç Ak, Ferudun Oral, Selçuk Demirel, Gürbüz Doğan Ekşioğlu, Mustafa Delioğlu ... birçok usta sanatçı var. Zaman bulursam web sitelerinden fakat daha çok basılı kitaplarını tercih ediyorum.

Çok sevdiğiniz çocuk kitapları hangileri?
André Neves - Bulutların Arasında
Simla Sunay- Çeşme ve Rüzgar son zamanlarda sevdiklerimden.

Çalışırken “olmazsa olmaz”larınız var mı? Çay, kahve,ışık, kalem vs.?
Hayal gücü.

Son soru da Lokum’dan; siz olsaydınız “3 kedi 1 dilek”teki bir hikayede ne dilek tutardınız :)
Soru Lokum’dansa çatısında dolaşabildiği binalar, mahallenin balıkçısı- kasabı- bakkalı, sokakta- parklarda oynayabilen çocuklarıyla yemyeşil mahalleleri eksik olmasın”’ı dilerdim.
Lokum’a ve Çilli’ye kucak dolusu sevgilerimle...

Sevgili Ayşe İnan Alican, biz sizi pek sevdik, hele ki Lokum :)
Etkinliğimize katıldığınız ve bu keyifli röportajda aklımızdaki bir dolu soruya cevap verdiğiniz için çok teşekkürler.Başarılarınızın devamını dileriz.

Ev'cek çoooook sevdiğimiz ve durup durup okuduğumuz bir kitap var: 3 Kedi 1 Dilek. İnanılmaz keyifli hikayesi için Sara Şahinkanat'a, çokça gülümseten ve iç ısıtan çizimler için de Ayşe Ablamıza kocaman teşekkürler :)
Bir de Lokum, Yağmur'a çooook selam & sevgi gönderiyormuş :)

7 Eylül 2013 tarihine kadar "1 Dilek hakkınız olsaydı; ne dilerdiniz?"  sorusunu yanıtlayarak bu yazının altına yorum bırakanlar arasında yapacağımız çekilişle 1 kişiye Lokum'un seçimiyle 
"3 Kedi 1 Dilek " kitabını ve 1 mektubu göndereceğiz.


* Bu çekiliş haberini kendi blogunda/facebook ve twitter hesabında duyurmak zorunlu değil; sadece gönüllüdür :)


HERKESE PİTİ, PATİ VE PUS'UN SICACIK ARKADAŞLIĞINDAN LOKUM TADINDA OKUMALAR DİLERİZ :)
Devamını oku »

2 Ağustos 2013 Cuma

Postacının Aşkı :)

Gürgen Sokağı'nda balığı Bill ile birlikte yaşayan Bilodo yürümekten, kaçıp gitmekten, temiz havayı ciğerlerine doldurup kimse başında dikilip ne yapacağını söylemeksizin sabah saatlerinde yeni bir günü renklendiren kokuların tadını çıkarmaktan keyif alıyor.
Bilodo, mahalle hayatının bir parçası olduğunu, dikkat çekmeyen ama hayati bir rol oynayan bir işi olduğunu düşünüyordu çünkü o 5 yıldır postacıydı. Milyonlar verseler bile kimseyle yer değiştirmek istemezdi; belki ancak başka bir postacıyla :)


Sıra dışı ve çalışkan bir postacıydı  ama 1 kusuru vardı; fazla meraklıydı ve gelen mektupları sahiplerine ulaştırmadan önce okuyor, kendine fotokopisini alıp renkli dosyalarına onları sıralıyordu. Kendisi hiç mektup almadığı için üzülse de yalnızlığını kaligrafi ile uğraşarak ve hayallere dalarak geçiriyordu. Sanırım en çok da Segolene'den gelen mektuplarla heyecanlanıyor, genç kadın ile sanki kendi mektuplaşıyor gibi onun mektuplarını bekliyordu. Yalnız bu mektupların içerisinde öyle uzun uzun anlatılan hikayeler yoktu, sadece 3 satırlık şiirler vardı. Bu 3 satırlık şiirler onu alıp bambaşka diyarlara götürmeye yetiyordu. Ta ki bir gün Segolene ile mektuplaşan Gaston Grandpe Bilodo'nun gözlerinin önünde trafik kazasında ölene dek.
O günden sonra Bilodo'nun hayatında yepyeni bir dönem açılır çünkü Segolene'den mektup almaya devam etmek ister ancak Grandpe'nin ona ne yazdığını bilmemektedir. Bu üç satırlık mektuplar da nedir? Bilodo çok geçmeden Haiku ile tanışır ve Segolene'i hayal kırıklığına uğratmamak için araştırmalar yapar, izleri sürmeye çalışır.
Ancak Haiku hakkında bilgi sahibi olmak Haiku yazabilmek için yeterli midir?
Mavi gökyüzü
Küskünlüğüdür
Bembeyaz bulutların
Doğan güneşcik
Esniyor balkonumda
Camlara doğru

Sert bir kayaya
Çarpan su gibi
        Kendine döner zaman*(kitaptan)

Sanırım daha önce Haiku ile nasıl tanıştığımdan ve ilk Haiku denememden bahsetmiştim :)
Geçen haftalarda bir kitap ekinde Postacının Aşkı'nın tanıtım yazısını okuyunca kitap dikkatimi çekmişti. Her ne kadar ben yukarıda kitaptan cımbızla bahsetmiş olsam da aslında kitabın içinde yani o minicik 126 sayfada bir dolu olay var.
İçinde Haiku olmasaydı böyle bir hikaye ilgimi çeker miydi bilmiyorum ama Enso, Tanka, Başo gibi isimler ve ustalar ile tanışma imkanım oldu.
Kitabın orijinal adı yani "The Postman's Round" sanki daha uygun bir isimmiş; "Postacının Aşkı" kitabın içeriğine biraz hafif kalmış gibi geldi.
İnanılmaz keyifliydi diyemem çünkü keyfin yerinde heyecan vardı; "Aaaa şimdi ne olacak"larım çoktu ama bir daha kitap eklerindeki kitap tanıtım yazılarını tüm detayı ile okumamaya da özen göstereceğim yoksa heyecan dozu azalabiliyor.
Sırada Şengül Karaca'nın Haiku adlı Can Çocuk yayınlarından çıkan kitabı var.
Siz hiç okudunuz mu Haiku ile ilgili kitaplar?
Bu yazıyı bitirmeden ben de 1 deneme yapayım :)

Heyecanlı bir kitaptı
Postacının Aşkı
Elimden bırakamadığım :)
HERKESE KENDİ HAİKU'SUNDA PES ETMEYEN TAVUK HİLDA AZMİNDE KOCAMAN MUTLU HAFTA SONLARI :)
Devamını oku »

1 Ağustos 2013 Perşembe

Pes Etmeyen Tavuk : Hilda :)

Ben küçükken damda -teras falan denmez bizim oralarda :) - kümesimiz vardı ve ben sabahları taze yumurtayı oradaki tavuklardan alırdım. Kaç taneydiler hatırlamıyorum ama her gün en az 1 yumurtamız olurdu ve üzerine de benim adım yazılırdı çünkü evin en küçüğü bendim :)
Civcivleri,tavukları ve horozları da hep çok sevdim o yüzden de benimle bir süredir bakışıp duran Hilda'ya daha fazla kayıtsız kalamadım ve "pes etmeyen tavuk" nasıl olurmuş merakla okumaya başladım.


Hilda, Az Toprak köyündeki Biddik Çiftliği'nde yaşayan küçük, kahverengi, çilli bir tavuk. Çok Tepe çiftliğinde yaşayan teyzesini görmeyi çok istiyor çünkü onun daha yeni 5 civcivi olmuş. Ancak aradaki mesafe Hilda'nın yürüyebileceği bir mesafe değil. O da oraya nasıl gideceğini çalı çitin dibindeki her zamanki yerine oturup arpacı kumrusu gibi düşünerek bulmaya çalışıyor.
Onu oraya götürecek bir araç bulması gerekecek ama nasıl? Ana caddeye çıkıyor ve kendini bulduğu ilk aracın içine atıyor. Aman o da ne! Bu bir çöp kamyonu... Ama pes etmek yok!
Ertesi gün kahvaltısını bitirir bitirmez yola koyuluyor ve büyük kırmızı aracın merdivenlerinde yeni bir maceraya atılıyor. Aman o da ne! Bu bir itfaiye aracı ve merdivenin başındaki Hilda'nın kızarmış tavuk olmasına az kaldı.  İtfaiyeci onu son anda fark etti ve evine kadar bıraktı da "itfaiye aracıyla evine kadar bırakılan tavuğa" rastlanılmadığından arkadaşlarına küçük bir hava bile attı :)
Diğer gün yola asfalt döşeyen dozer ile seyahat etmeye kalkışınca kendini asfalta yapışmış buldu. Bu sefer de şoförün yardımıyla yapıştığı yerden kurtuldu ancak eve kötü bir kokuyla gitmek zorunda kaldı.
Az Toprak Okulu öğretmenlerinden Bayan Smith küçük kırmızı, beyaz bir motorsiklet ile selesinde davetsiz bir misafir olduğundan habersiz bir şekilde yola çıktığında Hilda da selenin altında yazan "acemi sürücü" yazısının ne anlama geldiğini düşünmektedir :) Bu keyifli yolculuk da Hilda teyzesine ulaşamadan sonlanır ancak Bayan Smith Hilda'ya nasıl otostop çekeceğini öğretir.


Bu yöntem ertesi gün işe yarar ve çilli tavuk kendini teyzesi ve civcivleriyle kovalamaca oynarken bulur.
Biddik Çiftliğine döndüğünde Hilda kendisiyle ilgili yeni bir şey öğrenir; gurk olmuştur yani kendine bir aile kurmak istemektedir. Çiftliğin sahipleri en çok yumurta veren bu kahverengi çilli tavuğun gurk olmasını istemese, ilk yumurtası kek harcına gitse, Hilda ailesi için uygun, güvenli bir yuva henüz bulamasa da sizce pes eder mi?
Bu kitapta mısır gevreğini çokça seven ve insanlara teşekkür etmek için onlara güzel bir yumurta bırakan çilli, kahverengi, sevimli, azimli bir tavuk ve onun pes etmeme hikayesi var.
Ailesini kurmaya çalıştığı bölümler aslında çok daha uzun ama okumak isteyenlerin merakını öldürmek istemem :)
Bazen kafamıza bir şeyi koyarız ancak çevremizdekiler bizimle dalga geçer ya da şartlar bizi o kadar zorlar ki pes ederiz...
Jill Tomlinson'un 1967'de yazdığı bu hikayedeki tavuk yani Hilda ise pes etmiyor, pek çetin ceviz :)
Paul Howard'ın resimleri de otostop çizimleri gibi oldukça keyifli.
Kitabın çevirisini de Bugün Hayal Kuracaktım kitabından tanıdığımız Gökçe Ateş Aytuğ yapmış.

Kitabın tek sevmediğim tarafı özenerek hazırladığım kitap ayracına ihtiyaç bırakmamasıydı :)
Yazara, çizere,çevirene,HayyKitap'a ve tüm ekibe teşekkürler; çok keyifli bir zaman geçirdim Hildayla.

* Jill Tomlinson'un yazdığı küçük hayvanlar kitapları bir seri aslında. Ben daha önce "Karıncanın Ne Olduğunu Bilmeyen Karıncayiyen" ve "Evine Dönmek İsteyen Kedi" kitaplarını okumuştum. Diğerlerine henüz fırsat olmadı ama laf aramızda Hilda'nın kalbimdeki yeri başka :)


HERKESE ÇOK KEYİFLİ OKUMALAR HATTA EN KISA ZAMANDA PES ETMEYEN TAVUK HİLDA İLE TANIŞMA İMKANI DİLERİM :)

Künye:
Pes Etmeyen Tavuk
Yazar: Jill Tomlinson 
Resimleyen: Paul Howard 
İngilizceden çeviren: Gökçe Ateş Aytuğ 
Yayınevi: Hayykitap
Birinci baskı: Haziran 2013
Sayfa sayısı: 112 



Devamını oku »

Kitaplık Kurdu 5. Yazı : Kral ile Deniz

“Her şeye hükmettiğini sanan bir kral, etrafına baktığında dünyanın aslında düşündüğünden farklı bir yer olduğunu görür. Dünya kralı hiç umursamamaktadır.”
21 tane mini mini şiirsel öyküler var bu kitapta.
Kedi var, sincap var, gölge var...
Dahası da Kitaplık Kurdu'ndaki yazıda :)


HERKESE MUTLU GÜNLER & BOL GÜNEŞLER :)
Devamını oku »

26 Temmuz 2013 Cuma

"1 Kitap 1 Mektup" 2. Çekiliş Sonucu :)

Bir dolu güzel paylaşımdan ve açık ara "Kaş" önerisinden sonra güzel denizler keşfettik.
Kaş-Meis maraton 1. si Çağla kuzenime de -ki şu an tatilde olduğu için ayrıca kıskanıyorum onu- sevgiler ve teşekkürler :)
Katılan herkese çok sevgi bol öpücük :)
Kazanan 1 kişi oldu;
O da Hortumsuz Fil :)
Çekiliş aşamaları da burada;





Sevgili "Hortumsuz Fil"e sevgiler,adresini 2balik1kedi@gmail.com adresine en kısa sürede gönderebilirsen,biz de en kısa sürede 1 Kitap ve 1 Mektup'umuzu ulaştırmaya çalışırız :)

3. ETKİNLİK  SÜRPRİZ BİR İSİMLE YANİ ÇOK ÇOK SEVDİĞİNİZ BİR İSİMLE 
DEVAM EDECEK,AZ SONRA PARDON BAYRAMDAN SONRA :)

*Aklımdaki bir dolu güzel yazı şimdilik kaldı ama HERKESE MUTLU HAFTA SONLARI;ÇIKIN GEZİN,EĞLENİN,HAVANIN TADINI ÇIKARIN :)
Devamını oku »

25 Temmuz 2013 Perşembe

Kitaplık Kurdu 4. Yazı: Sakar Cadı Vini Denizin Altında :)

"1 Mektup 1 Kitap" etkinliğindeki ilk hediye kitabımız Sakar Cadı Vini'ydi.
Denizin Altında neler varmış, Vilbur ile neler yapmış bu kez yazıya döktük,Kitaplık Kurdu'ndaki "Çocuk Kitapları" köşesinde yayınlandı.
Yazıya bu linkten ulaşabilirsiniz.

* Kurabiye ve çay de kitaba çok yakışıyor :)

HERKESE MUTLU GÜNLER & BOL GÜNEŞLER :)
Devamını oku »

24 Temmuz 2013 Çarşamba

Paylaştıkça Artan Lezzetler :)

Aslında gün içerisinde farkında olduğumuz/olmadığımız bir dolu güzel şey (de) yaşanıyor.
O kadar "yoğun" geçiyor ki hayat hatta bazen dünya o kadar çok bizim çevremizde dönüyor ki geride kalan her şey bir anda yalan oluveriyor hatta önemsizleşiyor.
Ara ara aklıma gelmişken not aldığım şeyler var;bunlardan biri de "paylaştıkça mutlu olduklarımız" :)


Yağmur yağarken açıktaki yarının ıslanmasını göze alarak 1 şemsiyeye 2 kişi sığmaya çalışmak gibi,

Yemeğin sonu, hele ki açsanız, pek kıymetlidir ve herkes birbirine kibarlık yapar;"sen ye" diye,
Otobüsteyken bileti olmayan birine parasını almadan/alarak bilet vermek,
Küçükken herkesin cebindeki neyi varsa ortaya dökmesi ve onları paylaşmak,

Her gün havaya,suya,güneşe ortak olsak da bunu fark edemeyebiliyoruz elbette :)

Sanırım en keyiflisi de mutluluk ve hüzne ortak olmak.

Hiç tanımasanız da arkadaşınızın çok sevdiği bir şarkıcının konserine bilet bulabilmesi gibi,
Tatile çıkamayan tanıdıklarınız için denizden kum ve deniz suyu getirmek,
Tahlil sonucu istediği gibi olmayan biri için endişelenmek,üzülmek,
...
Aslında gerçekten farkında olmadan ne çok şeyi paylaşıyoruz..
Bunlar benim aklıma gelenler,
Sizin aklınıza neler geliyor :)


* Bir de benim gibi kitaplarını çok da paylaşamayan,birine verince içi gidenler var;gıcık bu tür tabii biraz :)
** Görseller deviantartdan, teşekkürler.



Devamını oku »

23 Temmuz 2013 Salı

İki Diyalog :)

Bugün yine yoğun, karışık, karmaşık bir gün ancak şu iki diyalogdan bahsetmeden geçmek istemedim.
Birine inanılmaz sinir oldum diğerine de çokça gülümsedim :)
1. Sinir Diyalog
Mekan: İşyeri
Saat: Öğleden hemen sonra
Diyalog Şekli: Telefon
Diyalog kurulan kişi: İşle alakalı biri-tanımıyorum-
Bana zaten halihazırda gelmiş olan bir dolu maile bakmaya çalışırken gördüm ki bu amca da aynılarını göndermiş (amcaya sadece bilgisi olsun diye gönderilmiş) dolayısıyla da benim neredeyse kotam dolmuş çifter gelen maillerden. ben de amcayı arayıp "bana zaten geliyor siz niye gönderiyorsunuz,siz sadece bilgi alacaksınız" diyeceğim ama sinirliyim ya çok sert (!) konuşacağım:
Ben: Merhaba Ahmet Beyle mi görüşüyorum?
A: Evet, benim.
Ben: Merhaba ben şu birimden Esra. Bana bir dolu mail göndermişsiniz;sanırım sistemde bir hata oldu (aman yarabbim ne kadar sert sordum;adam kırıldı kesin!!!)
A: Yoo hayır bir yanlışlık yok. O konu sizinle alakalı.
Ben: (gülerek) Yok ben biliyorum zaten konu benimle alakalı. O mailler bana geldi zaten, benim anlamadığım siz niye yeniden bana gönderdiniz,evraklar çifter oldu.
A: Bugün de çok çalışın, ne yapalım Esra Hanım.
Ben: Ha?! (hatta bir daha) Ha?!!! Çalışmak ya da çalışmamak değil benim demek istediğim. Sadece bana fazladan göndermişsiniz.
A: Bu evraklar size gelmemiş ki zaten.
Ben: (bir daha) Haaa??!! Bende var zaten.
A: Beni niye aramıştınız?
Ben: Bana göndermenizin özel bir sebebi var mıydı diye aramıştım.(yalancıı, yalancııı sana kimse inanmaz; güya sinirliydim..)
A: Bugün de böyle idare edin, ben size de geldiğini görmedim.
Ben: Anladım, peki, iyi günler. Yalnız rica etsem bana da geldiğini gördüğünüz evrakları yeniden bana yollamasanız?? (bir de kırıldım yani olaya bak)
A: Görürsem eğer olabilir...
...
Yukarıdaki diyalogtaki ben neden durup durup Semracan karikatürü gibiyim; yazarken fena değilim de (yani buraya da yazabildiğime göre az çok ifade edebiliyorum herhalde kendimi :) konuşurken tutuluveriyorum sanırım herkes anlamıştır :)

2. Gülümseten Diyalog
Mekan: İşyeri
Saat: Öğle-öğleden sonra
Diyalog Şekli: Mail
Diyalog kurulan kişi: Annem :)
Sanırım daha önce annemin maş.41 yıldan sonra emekli olan bir öğretmen olduğundan, Başak burcu olmasından vs. bahsetmiştim. Bizimle görüşebilmek, hava durumuna bakabilmek ve internette, gezmek istediği mekanları önceden araştırabilmek için (Matlisa gibi) bilgisayar kursuna gitti,laptop ve vınn aldı :) Şimdi de mail ile haberleşiyoruz :) Hatta öyle ki tüm imla kurallarına uyuluyor, doğum gününüz mü var yazının altına yıldızlar ve doğum günü pastası resmi falan ekleniyor;öyle şirin :)
Ben de geçenlerde -ki benim blogu hala söylememiş olabilirim,tamamen unutkanlıktan :P- Kitaplık Kurdu'ndaki "Masal Battaniyesi" ile ilgili yazımı göndermiştim, hani denk gelir de okur mu acaba diye,bir de Lokum'u özlemiştir diye :) Annem de bugün bana mail yazmış:
Annem: Lokum battaniyeler içinde hangi masalları anlatıyor doğrusu merak ediyorum...
Ben: ohoooo anne bir dolu masal anlatıyor :) gelince size de anlatsın :)
Annem: İNŞALLAH  görüştüğümüzde masalcı kızımızdan masal dinlemek keyif verir CANCAN....(burada cancan ben oluyorum :)
Ben: Masalcı kız sizi bekliyor o zaman :)

İşte böyle...
Belki çok alakasız bir yazı oldu ama gün ne kadar dolu geçiyor yahu :)
Bir diyalogla insan saç baş yolacak hale gelip bir şey diyemezken diğerinde de mutluluktan kocaman gülümsüyor,çevrendekiler de "hayırdır az önce çok sinirliydin" diyor :)

Siz ne dersiniz?


Kaynak: deviantart.com
* Bugünkü yazım da "taslak" olarak kaldı,iki diyalog o yazının önüne geçti. Neye niyet neye kısmet :)
** Bu arada "amca" hala mailleri göndermeye devam ediyor;halbuki ben çok sert konuşmamış mıydım :)

Devamını oku »

22 Temmuz 2013 Pazartesi

"1 Kitap 1 Mektup" Etkinliğinde 2. Kitap Hediye Çekilişi için Son Gün: 26 Temmuz :)

DUYDUK DUYMADIK DEMEYİİİİN; ÇEKİLİŞİN SON TARİHİ DEĞİŞTİİİİİİ :)

Kaş-Meis maratonunda 1.olan sevgili kuzen Çağla ile röportaj sonrasında "Sofie'nin Dünyası" kitabını hediye etmeye karar vermiştik ve size 1 soru sormuştuk: "En sevdiğiniz yüzme mekanı (deniz/havuz/koy) neresi?" 
Çok eğlenceli cevaplar geldi, biz de mutlu olduk.
Son tarih olarak 1 Ağustos demiştik ama tatil, bayram vs. derken çekiliş heyecanını kaçırmayalım istedik ve son tarihi 26 Temmuz'a çektik.

26 Temmuz 2013 tarihine kadar "En sevdiğiniz yüzme mekanı (deniz/havuz/koy) neresi?" (böyle bir yer yoksa onu da yazabilirsiniz :)  sorusunu yanıtlayarak bu yazının altına yorum bırakanlar arasında yapacağımız çekilişle 1 kişiye Çağla'nın seçimiyle "Sofie'nin Dünyası" kitabını ve 1 mektubu göndereceğiz.*
* Detaylı Bilgi: burada



HERKESE BOL ŞANS, GERİ SAYIM BAŞLADI :)

Devamını oku »

Bozcaada'ya Neden Gitmeli :)

Biraz erken bir yazı oldu farkındayım. İnsanlar tatil planlarını çoktan yaptı. Fotoğraflar geçen seneye ait olsa da "Bozcaada'ya Neden Gitmeli?" sorusuna dolu dolu cevap vereceğini düşündüm.
Uzun uzun notlar almamıştım; o yüzden rehber niteliğinde olmayabilir bu yazı.
Sadece, bu sene ya da önümüzdeki sene kalbi Ege'de atanlara tavsiyem;bir de Bozcaada'yı görün :)

Üzümler, bağcılık ve şarap Bozcaadanın tamamına yayılmış durumda. Sokaklarda gezmek bir o kadar keyifli


Seramik faaliyetleri oldukça yaygın. Bozcaada "boz" değil; yeşil ve mavi aslında :)

Güler Ada Reçellerine mutlaka uğrayın; domates reçellerinden alın :)


Maviyi seviyoruz ve özlüyoruz :)


Eyvah Eyvah-düğün sahnesinin çekildiği alan;inanılmaz güzeldi çünkü heybetli ağaçları vardı :)
Denizin güzel olduğu sahil-adını unuttum
Bu güzel manzaraya sahip birkaç lokanta/cafe var. Şimdi adını hatırlamasam da 1 tanesi -ki bizim de oturduğumuz- Ata Demirer ve eşinin sık uğradığı bir mekanmış dediler;doğru çünkü bizim yan masada köfte yiyorlardı(evet baktım ne yiyorlar diye :)
Doyasıya deniz...



Bunu yapsamak olmazdı:


Sahil kenarında çay bahçesinde mutlaka Türk kahvesi için; tadı harika :)



Benim için santralden öte rüzgar gülü onlar :)
 Ve ayrılma vakti:

Ege'yi, maviyi, yeşili, üzümü, domates reçelini, tarihe tanıklık etmiş 1 yaşayan müzeyi, sahil kenarında sohbet etmeyi,sade kahveyi, gezmeyi, eğlenmeyi seviyorsanız bence hiç durmayın koşun Bozcaada'ya ya da durun bu işte 1 gariplik olmasın, siz en iyisi en yakın feribota atlayın giderken de çay keyfi yapın :)

HERKESE MUTLU, KEYİFLİ, MAVİLİ, DENİZLİ TATİLLER :)

Devamını oku »