Drop Down MenusCSS Drop Down MenuPure CSS Dropdown Menu




kitap etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
kitap etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

2 Ağustos 2013 Cuma

Postacının Aşkı :)

Gürgen Sokağı'nda balığı Bill ile birlikte yaşayan Bilodo yürümekten, kaçıp gitmekten, temiz havayı ciğerlerine doldurup kimse başında dikilip ne yapacağını söylemeksizin sabah saatlerinde yeni bir günü renklendiren kokuların tadını çıkarmaktan keyif alıyor.
Bilodo, mahalle hayatının bir parçası olduğunu, dikkat çekmeyen ama hayati bir rol oynayan bir işi olduğunu düşünüyordu çünkü o 5 yıldır postacıydı. Milyonlar verseler bile kimseyle yer değiştirmek istemezdi; belki ancak başka bir postacıyla :)


Sıra dışı ve çalışkan bir postacıydı  ama 1 kusuru vardı; fazla meraklıydı ve gelen mektupları sahiplerine ulaştırmadan önce okuyor, kendine fotokopisini alıp renkli dosyalarına onları sıralıyordu. Kendisi hiç mektup almadığı için üzülse de yalnızlığını kaligrafi ile uğraşarak ve hayallere dalarak geçiriyordu. Sanırım en çok da Segolene'den gelen mektuplarla heyecanlanıyor, genç kadın ile sanki kendi mektuplaşıyor gibi onun mektuplarını bekliyordu. Yalnız bu mektupların içerisinde öyle uzun uzun anlatılan hikayeler yoktu, sadece 3 satırlık şiirler vardı. Bu 3 satırlık şiirler onu alıp bambaşka diyarlara götürmeye yetiyordu. Ta ki bir gün Segolene ile mektuplaşan Gaston Grandpe Bilodo'nun gözlerinin önünde trafik kazasında ölene dek.
O günden sonra Bilodo'nun hayatında yepyeni bir dönem açılır çünkü Segolene'den mektup almaya devam etmek ister ancak Grandpe'nin ona ne yazdığını bilmemektedir. Bu üç satırlık mektuplar da nedir? Bilodo çok geçmeden Haiku ile tanışır ve Segolene'i hayal kırıklığına uğratmamak için araştırmalar yapar, izleri sürmeye çalışır.
Ancak Haiku hakkında bilgi sahibi olmak Haiku yazabilmek için yeterli midir?
Mavi gökyüzü
Küskünlüğüdür
Bembeyaz bulutların
Doğan güneşcik
Esniyor balkonumda
Camlara doğru

Sert bir kayaya
Çarpan su gibi
        Kendine döner zaman*(kitaptan)

Sanırım daha önce Haiku ile nasıl tanıştığımdan ve ilk Haiku denememden bahsetmiştim :)
Geçen haftalarda bir kitap ekinde Postacının Aşkı'nın tanıtım yazısını okuyunca kitap dikkatimi çekmişti. Her ne kadar ben yukarıda kitaptan cımbızla bahsetmiş olsam da aslında kitabın içinde yani o minicik 126 sayfada bir dolu olay var.
İçinde Haiku olmasaydı böyle bir hikaye ilgimi çeker miydi bilmiyorum ama Enso, Tanka, Başo gibi isimler ve ustalar ile tanışma imkanım oldu.
Kitabın orijinal adı yani "The Postman's Round" sanki daha uygun bir isimmiş; "Postacının Aşkı" kitabın içeriğine biraz hafif kalmış gibi geldi.
İnanılmaz keyifliydi diyemem çünkü keyfin yerinde heyecan vardı; "Aaaa şimdi ne olacak"larım çoktu ama bir daha kitap eklerindeki kitap tanıtım yazılarını tüm detayı ile okumamaya da özen göstereceğim yoksa heyecan dozu azalabiliyor.
Sırada Şengül Karaca'nın Haiku adlı Can Çocuk yayınlarından çıkan kitabı var.
Siz hiç okudunuz mu Haiku ile ilgili kitaplar?
Bu yazıyı bitirmeden ben de 1 deneme yapayım :)

Heyecanlı bir kitaptı
Postacının Aşkı
Elimden bırakamadığım :)
HERKESE KENDİ HAİKU'SUNDA PES ETMEYEN TAVUK HİLDA AZMİNDE KOCAMAN MUTLU HAFTA SONLARI :)
Devamını oku »

1 Ağustos 2013 Perşembe

Pes Etmeyen Tavuk : Hilda :)

Ben küçükken damda -teras falan denmez bizim oralarda :) - kümesimiz vardı ve ben sabahları taze yumurtayı oradaki tavuklardan alırdım. Kaç taneydiler hatırlamıyorum ama her gün en az 1 yumurtamız olurdu ve üzerine de benim adım yazılırdı çünkü evin en küçüğü bendim :)
Civcivleri,tavukları ve horozları da hep çok sevdim o yüzden de benimle bir süredir bakışıp duran Hilda'ya daha fazla kayıtsız kalamadım ve "pes etmeyen tavuk" nasıl olurmuş merakla okumaya başladım.


Hilda, Az Toprak köyündeki Biddik Çiftliği'nde yaşayan küçük, kahverengi, çilli bir tavuk. Çok Tepe çiftliğinde yaşayan teyzesini görmeyi çok istiyor çünkü onun daha yeni 5 civcivi olmuş. Ancak aradaki mesafe Hilda'nın yürüyebileceği bir mesafe değil. O da oraya nasıl gideceğini çalı çitin dibindeki her zamanki yerine oturup arpacı kumrusu gibi düşünerek bulmaya çalışıyor.
Onu oraya götürecek bir araç bulması gerekecek ama nasıl? Ana caddeye çıkıyor ve kendini bulduğu ilk aracın içine atıyor. Aman o da ne! Bu bir çöp kamyonu... Ama pes etmek yok!
Ertesi gün kahvaltısını bitirir bitirmez yola koyuluyor ve büyük kırmızı aracın merdivenlerinde yeni bir maceraya atılıyor. Aman o da ne! Bu bir itfaiye aracı ve merdivenin başındaki Hilda'nın kızarmış tavuk olmasına az kaldı.  İtfaiyeci onu son anda fark etti ve evine kadar bıraktı da "itfaiye aracıyla evine kadar bırakılan tavuğa" rastlanılmadığından arkadaşlarına küçük bir hava bile attı :)
Diğer gün yola asfalt döşeyen dozer ile seyahat etmeye kalkışınca kendini asfalta yapışmış buldu. Bu sefer de şoförün yardımıyla yapıştığı yerden kurtuldu ancak eve kötü bir kokuyla gitmek zorunda kaldı.
Az Toprak Okulu öğretmenlerinden Bayan Smith küçük kırmızı, beyaz bir motorsiklet ile selesinde davetsiz bir misafir olduğundan habersiz bir şekilde yola çıktığında Hilda da selenin altında yazan "acemi sürücü" yazısının ne anlama geldiğini düşünmektedir :) Bu keyifli yolculuk da Hilda teyzesine ulaşamadan sonlanır ancak Bayan Smith Hilda'ya nasıl otostop çekeceğini öğretir.


Bu yöntem ertesi gün işe yarar ve çilli tavuk kendini teyzesi ve civcivleriyle kovalamaca oynarken bulur.
Biddik Çiftliğine döndüğünde Hilda kendisiyle ilgili yeni bir şey öğrenir; gurk olmuştur yani kendine bir aile kurmak istemektedir. Çiftliğin sahipleri en çok yumurta veren bu kahverengi çilli tavuğun gurk olmasını istemese, ilk yumurtası kek harcına gitse, Hilda ailesi için uygun, güvenli bir yuva henüz bulamasa da sizce pes eder mi?
Bu kitapta mısır gevreğini çokça seven ve insanlara teşekkür etmek için onlara güzel bir yumurta bırakan çilli, kahverengi, sevimli, azimli bir tavuk ve onun pes etmeme hikayesi var.
Ailesini kurmaya çalıştığı bölümler aslında çok daha uzun ama okumak isteyenlerin merakını öldürmek istemem :)
Bazen kafamıza bir şeyi koyarız ancak çevremizdekiler bizimle dalga geçer ya da şartlar bizi o kadar zorlar ki pes ederiz...
Jill Tomlinson'un 1967'de yazdığı bu hikayedeki tavuk yani Hilda ise pes etmiyor, pek çetin ceviz :)
Paul Howard'ın resimleri de otostop çizimleri gibi oldukça keyifli.
Kitabın çevirisini de Bugün Hayal Kuracaktım kitabından tanıdığımız Gökçe Ateş Aytuğ yapmış.

Kitabın tek sevmediğim tarafı özenerek hazırladığım kitap ayracına ihtiyaç bırakmamasıydı :)
Yazara, çizere,çevirene,HayyKitap'a ve tüm ekibe teşekkürler; çok keyifli bir zaman geçirdim Hildayla.

* Jill Tomlinson'un yazdığı küçük hayvanlar kitapları bir seri aslında. Ben daha önce "Karıncanın Ne Olduğunu Bilmeyen Karıncayiyen" ve "Evine Dönmek İsteyen Kedi" kitaplarını okumuştum. Diğerlerine henüz fırsat olmadı ama laf aramızda Hilda'nın kalbimdeki yeri başka :)


HERKESE ÇOK KEYİFLİ OKUMALAR HATTA EN KISA ZAMANDA PES ETMEYEN TAVUK HİLDA İLE TANIŞMA İMKANI DİLERİM :)

Künye:
Pes Etmeyen Tavuk
Yazar: Jill Tomlinson 
Resimleyen: Paul Howard 
İngilizceden çeviren: Gökçe Ateş Aytuğ 
Yayınevi: Hayykitap
Birinci baskı: Haziran 2013
Sayfa sayısı: 112 



Devamını oku »

Kitaplık Kurdu 5. Yazı : Kral ile Deniz

“Her şeye hükmettiğini sanan bir kral, etrafına baktığında dünyanın aslında düşündüğünden farklı bir yer olduğunu görür. Dünya kralı hiç umursamamaktadır.”
21 tane mini mini şiirsel öyküler var bu kitapta.
Kedi var, sincap var, gölge var...
Dahası da Kitaplık Kurdu'ndaki yazıda :)


HERKESE MUTLU GÜNLER & BOL GÜNEŞLER :)
Devamını oku »

25 Temmuz 2013 Perşembe

Kitaplık Kurdu 4. Yazı: Sakar Cadı Vini Denizin Altında :)

"1 Mektup 1 Kitap" etkinliğindeki ilk hediye kitabımız Sakar Cadı Vini'ydi.
Denizin Altında neler varmış, Vilbur ile neler yapmış bu kez yazıya döktük,Kitaplık Kurdu'ndaki "Çocuk Kitapları" köşesinde yayınlandı.
Yazıya bu linkten ulaşabilirsiniz.

* Kurabiye ve çay de kitaba çok yakışıyor :)

HERKESE MUTLU GÜNLER & BOL GÜNEŞLER :)
Devamını oku »

18 Temmuz 2013 Perşembe

Kitaplık Kurdu 3. Yazı: Zaman Çok ve Zaman Yok :)

Aklımdan bir dolu konu geçiyor, notlar alıyorum, planlar yapıyorum, bunları blogda yazayım diyorum ama "zamanım yok" :)
Hayallere dalıyorum, okunacak kitaplarımı diziyorum, kahve koyuyorum kendime; "zaman çok" :)
Zaman çok mudur yoksa yok mudur tartışmaları sürer gider..
Ben bu kitabı da "zamanım yok"ken okudum ve yazdım(bu nasıl bir ironidir yahu :)
Bloga bir şeyler yazmak bana çok keyif veriyor ama her zaman aklımdakileri de yazamıyorum :( Size de oluyor mu öyle?

Bu kitabı okuyun,sonra yine konuşalım, ne de olsa "zaman çok" :)


Devamını oku »

16 Temmuz 2013 Salı

3 Bilinmeyenli Bir Denklem: Kırmızı Kapaklı 1 Kitap :)

Bir süredir bir kitap arıyorum.
Bulamıyorum.
Neden mi?
Kitabın adını hatırlamıyorum.
Yazarın adını hatırlamıyorum.
Yayınevini hiç bilmiyorum.
Peki ben nasıl bir kitap arıyorum?
Kırmızı kapaklı :)
Bulamamam sanırım normal..

Kaynak: burada (orijinalininde oynama yapmak zorunda kaldım)
Geçen gün Sahaf Kitap'ta George Orwell'in bir kitabının tanıtım yazısına denk gelmiştim.
Orada yer alan son cümle sanırım beni anlatıyordu.
Sadece ben o kadar yaşlı değildim :)
"Sahafta çalışırken -eğer sahafta çalışmıyorsanız bu mekanı kafanızda çekici yaşlı beyefendilerin uçsuz bucaksız deri ciltli kitap sayfalarının arasında gezindiği bir tür cennet olarak canlandırmanız ne kadar da kolay- beni en çok etkileyen şey gerçek kitapseverlerin az bulunurluğu olmuştu. İlk baskı züppeleri, edebiyat sevdalılarından daha fazlaydı; ucuz ders kitapları için pazarlık yapan doğulu öğrenciler onlardan da çoktu; ama en çok yeğenleri için doğum günü hediyesi arayan kafası karışık kadınlar geliyordu. Örneğin 1897'de çok hoş bir kitap okumuş olan, kendisi için o kitabın bir nüshasını bulup bulamayacağınızı soran sevgili yaşlı hanımefendi. Ne yazık ki kitabın adını ya da yazarını hatırlamıyor, tıpkı hangi konuyla ilgili olduğunu da hatırlamadığı gibi; fakat kırmızı bir kapağının olduğunu unutmamış."

Yalnız olmadığıma sevinsem de bu yazının amacı size aklımda kalan birkaç parça anekdot ile birlikte kitabı tanıyıp tanımadığınızı sormak.
Şimdiye kadar bir dolu kitabevinde ve internette aradığımı sanırım söylememe gerek yok.
Aklıma gelen son şey ise bu kitabın sadece bir arayışta kalacağı ve gerçekten hatırlamaya çalıştığım kitabı bulamayacağım :)

Aklımda kalanlar:
- Kitabı okumadım.
- Kitabı geçen sene - muhtemelen yaz ayları gibi- kitap eklerinde görmüştüm (belki de kıştı)
- Polisiye/macera tarzında olduğunu anımsıyorum.
- İstanbul'da İstiklalde geçiyordu-sanırım-
- Baş karakter M. miydi Z. miydi sanırım öyle bir adı vardı(karıştırıyor olabilirim)
- Yazarı Türk'tü ve bir dolu kitabı yoktu -galiba-
- Kapağı kırmızıydı kesin.(ama artık bu bilgiden bile şüpheliyim)

Geçen senenin kitap eklerine, bu tarzdaki kitapların yer aldığı raflara ve hatta kırmızı kapaklı neredeyse tüm kitaplara baktım(Murat Menteş vb.)
Yok, bulamadım.

Hakikaten böyle bir kitap mı yok acaba :)

Ben bu kitabı neden arıyorum?
Ben bu tarz kitapları okumayı pek tercih etmem ancak kitap tanıtımlarında beni çeken birkaç nokta olmuştu(ki ne olduklarını da hatırlamıyorum) ve bu tarz (polisiye/macera vb.) kitapları seven bir arkadaşıma doğum günü hediyesi olarak verecektim. Ki doğum günü de geçen hafta geçti; ancak sonrasında da hediye edebilirim.

Bu çok bilinmeyenli denklemde kafasında bir şeyler canlanan, beni bir isme/yazara/kitaba yönlendirebilecek olan varsa lütfen yorum bıraksın ya da 2balik1kedi@gmail.com adresimize mail atsın.

Teşekkürler :)
Devamını oku »

15 Temmuz 2013 Pazartesi

Rose :)

Birazdan o kadar güzel bir kitaptan ve o kitapta yer alan olmadıkolağanüstü tatlı bir kızdan bahsedeceğim ki sanırım önce sırıtmamı engellemem ve duygularımı bir kenara bırakıp düşüncelerimden de bahsetmem gerek-ki bu biraz zor :)
Colas Gutman ile daha önce "Çocuk" kitabıyla tanışmıştım ve üslubunu çok sevmiştim.
Rose ile de Dünya Kitap Eki'nde "Çocuk Gözü" köşesinin sahibi Sevgili Ayfer Gürdal Ünal sayesinde tanışmış ve BDK ile bu tanışıklık daha da bir meraka sarmıştı beni.
( O dönem yaptığım kitap siparişinde Rose'yi sipariş vermek isterken "Olga"yı istemişim. İnsan bazen bazı şeyleri karıştırabiliyor değil mi?*Bu da başka bir yazının konusu)
Neticede eve gelen siparişlerden kendini apayrı bir yere koyan bir Rose vardı karşımda. Bu "farklılık" benim onu daha da çok sevmemi sağlamıştı.
Kaynak: burada
             Rose, konuşma bozukluğu çektiği için sık sık okul değiştirmek zorunda kalıyor. Anne (vakum) ve babası (patates) ona anlayışlı davransalar da aslında bazen Rose'nin sağır olmadığını unutup onun hakkında dert yanabiliyorlar. Rose da onlar için ayakkabı bağcığından (ayak bağı) başka bir şey olmadığını düşünüyor.
Hatta "gulbayani bir söylenti, bense yaşayan bir efsaneyim" diyor.
             Daha önce anaokuluna ve kreşe neden gitmediğimi anlatmıştım. Ben de ilkokulu 3 sene bir okulda okuyup sonra daha kalabalık olan başka bir okula geçmiştim. Orada özellikle ilk senede yaşadıklarım, konuşma bozukluğu çekmesem de Rose'ninkinden farksız değildi. Okulda hayat gerçekten çok acımasızdı. Biri bana "tenefüste ip zıplayalım mı ya da istersen kutulu köprüde sıçrayabiliriz (seksek oynamak)" dese hemen kabul edebilirdim çünkü kovalamaca oynarken ayağıma çengel takan çocuklardan bıkmıştım.
           Sokak lambaları (yetişkinler) ve yarım sokak lambalarından (büyük sınıflar) uzak durmak gerektiğini bilse de "yalnızlar duvarı"na tek başına yaslanıp küçük sınıfların (bifteği) şefi olmayı engelleyemiyor.
"Ben, can sıkıştırıcılar tarafından canımın sıkıştırılmasından hiç hoşlanmam, dolayısıyla bağırdım: 'Çakılın! Yoksa arka yastıklarınıza tekmeyi basarım!" Okuldaki yarım sokak lambaları ile baş edebilmek için "Yalnızlar" grubunu kuruyorlar çünkü "yalnızlarla insan hiç yalnız kalmaz" :)
           Yarım sokak lambası- Hugo ya da Thomas- ile karşılaşınca fokur fokur kaynar ve mutluluktan içi dışına çıkar(içi içine sığamaz). Kendi kendine acaba kaşık (aşık) mıyım diye sormadan edemez.
           Yeni okulunda da yaşadığı sorunlar sebebiyle acaba yeniden taptışınacaklar (taşınacaklar) mıdır? Steve Rico, Helene ve Momo onunla gerçekten arkadaş olmuş mudur ya da insan gerçekten yalnızlar grubuyla hiç yalnız kalmaz mı?
                                                                         ***
            Kitap, yaklaşık 80 sayfası ile oldukça akıcı, eğlenceli, yer yer düşündürücü. Rose'nin ya da "farklı" özellikte olan bir çocuğun yerinde olsaydık bu kitabı yine böyle güle oynaya yazabilir miydik, bilmiyorum. Dramatik olabilecek bir olayı insanların yüzüne çaktırmadan vurabilen bir yanı var. Çünkü "farklılık" sadece küçükken zorlanılan bir durum değil. İnsan büyüyünce "farklılık"larından bir çırpıda kurtulmuyor ve sokak lambaları da bir anda hoşgörüye bürünmüyor ne yazık ki.
           Böyle bir kitabın çevirisi nasıl olur diye uzun uzun düşündüm; bulamadım. Ama sanırım Tuvana Gülcan bulmuş; kendisini ayrıca tebrik etmek istedim.
           Kitabın içinde şahane diyaloglar var; bizce kaçırmayın :)
           "O zaman size iyi güle; siz sağ biz alamet" :) 
Künye:
Rose
Özgün adı: Rose
Yazan: Colas Gutman
Çeviren: Tuvana Gülcan
Yaş grubu: 7+
İletişim Yayınevi,2012,76sayfa,karton kapak

HERKESE KENDİ FARKLILIĞINDA HOŞBEŞLER DİLERİZ :)

* Rose "keşke hiç bitmese" diyeceğiniz türde bir kitap 
Devamını oku »

12 Temmuz 2013 Cuma

Bugün Adım Kaktüs Benim :)

Her zaman "papatya" değiliz sanırım; bazen "kahkahaçiçeği" bazen "küstümotu" bazen de "kaktüs" oluruz :)
Çiçek'in hikayesini okurken aklıma kendi çocukluğum geldi.
Nasıl gelmesin ki; ben de -hatırladığım kadarıyla- en az 1 gün "papatya" isem diğer gün "kaktüs" olabiliyordum :)
Büyüyünce unutuyoruz aslında küçükken neler yaşadığımızı ve hissettiklerimizi.
Bize ne kadar da önemli gelen bazı şeylerin büyükler tarafından pek de önemsenmediğini,
Sonra biz büyüyoruz ve biz önemsememeye başlıyoruz "küçük"leri...
Bu kitapta aslında önemsenmeyen bir çocuktan bahsedilmiyor yani sizi giriş kısmıyla biraz kandırdım :)
Aslında tam da kandırmış sayılmam çünkü bu kitabı okurken aklıma bunlar gelmişti.
Çiçek, yeni abla olmuş ve büyümesini yüzünde çıkacak sivilceye bağlayan, en yakın arkadaşı Defne ile tartışan tatlı mı tatlı bir kız.

Sevinince "Şıkıdım kere şıkıdım" deyişi var ki; ben gülmekten kırıldım.
Hikayesini de kendisi anlattığı için oldukça doğal bir anlatımı var.
1. tekil şahıstan yazılan çocuk hikayelerini/romanlarını daha çok sevsem de yazarın "usta"sı sanırım burada biraz daha fazla kendini belli ediyor.
Nitekim etrafta gördüğü her şeyi bir çocuğun gözünden bakarak yazmak sanırım kolay olmasa gerek.
Hikaye kısa bir zaman diliminde gün içerisinde Çiçek'in yaşadıklarını ve çevresindekilere olan duygusal tepkilerini anlatıyor.
Kardeşini kıskanıyorama aynı zamanda kardeşi hastalanınca dünyası başına yıkılıyor,
Dedesiyle "büyüme" üzerine parkta sohbet ediyor,
Evdeki (H)ediye Abla'ya takılıyor,
Anne ve babasını özlüyor,
Düşler kuruyor,
At koşturuyor,
Defne ile küsüyor ama sonra dayanamayıp barışıyor,
Hemen her gün de farklı bir "çiçek" oluyor,
Hatta gün geliyor, derdini "banyo dolabı"na kilitliyor :)
Günışığı Kitaplığı'ndan çıkan Hacer Kılcıoğlu'nun yazdığı "Bugün Adım Kaktüs Benim" tatlı bir kızın hikayesini anlatıyor.
Sürekli iyilik yapıp etrafa gülücükler saçan karakterler ne kadar yapmacık geliyorsa Çiçek gibi bazen "kaktüs" de oluveren karakterler bana o kadar "sıcak" geliyor.


*Kitabın adını ısrarla "Bugün Kaktüs Benim Adım" şeklinde söylüyorum; sonra aklıma takıldı acaba benim gibi yanlış söyleyenler oluyor mudur diye :)
** Yazarın "Perşembeleri çok severim" kitabını da merak ediyorum; umarım yakında yollarımız kesişir.
*** Radikal KABORÜKO da Çiçek ile tanışmış :)
Künye:
Bugün Adım Kaktüs Benim
Yazan: Hacer Kılcıoğlu
Editör: Müren Beykan
Yaş grubu: 8+
Günışığı Kitaplığı, 2011, 123 sayfa

HERKESE GÜNEŞLİ, ÇİÇEKLİ, KEYİFLİ HAFTA SONLARI :)
Devamını oku »

11 Temmuz 2013 Perşembe

Kitaplık Kurdu 2. Yazı: Masal Battaniyesi :)

Çok çok çok uzun zamandır çok  çok çok severek ve defalarca okuduğum bir kitap; Masal Battaniyesi.
Kitaplık Kurdu'ndaki ilk yazım "Çocuk" üzerineydi.
İkinci yazı da sıcacık Masal Battaniyesi ile ilgili.
Yeniden teşekkürler Kitaplık Kurdu :)


* Masal Battaniyesi ile ilgili Bir Kitap Lütfen'in ve BDK Yıldıray'ın yazılarını da okumak isteyebilirsiniz :)
Devamını oku »

9 Temmuz 2013 Salı

"Herkes Bir Şeylerden Korkar" : Cesaret ve Korku :)

"Herkes Bir Şeylerden Korkar"...
Herhangi bir şeyden korkmayan var mıdır, bilmiyorum.
Henüz denk gelmedim.
Ben de korkak tiplerden biriy(miş)im, itiraf edeyim.
Brigitte ablayı zaten çok severdim, bu kitaptan sonra daha da bir kanım kaynadı.
"Çıtır Çıtır Felsefe" serisini okurken karşımda beni olumsuz yönlerimle de kabullenmiş, anlamaya/dinlemeye çalışan, kafama takılanlara cevaplar bulmasa da bana doğru sorular soran 1 abla canlanıyor gözümde; bu Brigitte Abla tabii ki :)
Serinin bazı kitaplarını çok önceden okumuş, unutmuş, yeniden okumuştum.
Bu kitabını da okuduysam da hatırlamadığımdan kütüphaneden geçen gün sevinerek aldım.
Niye sevindim bilmiyorum; çıtır çıtır felesefe insana bunu yapıyor sanırım :)
Yanlış hatırlamıyorsam toplamda 23 kitaplık bir seri, zaten herhangi birini okuyunca diğerleri de sizi mıknatıs gibi kendine çekiyor. ( Bu da demek oluyor ki Brigitte Abla sık sık konuğumuz olacak :)

Kapak resmini çok sevdim :)
                                                                     ***
"Herkes bir şeylerden korkar" diye başlar kitap ve örnekler veriyor; ölüm, örümcek, karanlıkta uyuyamama, sevilmeme, dönmedolaba binme, bir kızı/oğlanı öpme, büyüme korkusu vs.
Kitapta kanlı canlı örnekler var; dolayısıyla bahsedilen örneklerdeki Sonya ya da Ali siz de olabilirsiniz. Ya da bu kitabı okuyan her kimse.
Benim de isim vermeyeyim bazı örneklerle birebir benzerliğim var.
Ancak kitaptan sonra -hatta kitabı okurken de- uzun süre düşündüm ben nelerden korkuyorum diye.
Biliyorum okuyunca bazılarına güleceksiniz ama ben yine de az özel olanlarından paylaşmak istedim; belki benzer şeyleri hissedenler vardır ve kendilerini yalnız hissetmezler :)
- Ormanda kaybolmak (biliyorum kırmızı başlıklı kız değilim her gün ormanda anneanneme yemek götürmüyorum:)
- Denizde iken kocaman bir balık tarafından ısırılmak (2 balık'ız dedik ama büyük balık ısırıklarından korkmayız demedik :)
- Trafikte "gerçek" araba kullandığını unutmak (çarpışan arabaları çok seviyorum ve bazen insanın gerçek trafikte de kafası karışabiliyor.)
- Sevdiğim/sevmediğim hatta tanıdığım/tanımadığım birini kırmaktan/üzmekten çok korkarım. (iyi kalpli olduğumdan falan değil ya bencillikten tamamen onun vicdan azabını düşünürüm yani :)
- Karınca ezmek... (küçükken -çok acayip küçükken-  karıncaların "canlı" olduğunu düşünmez,özellikle üzerlerine basardım; şimdiyse onun vicdan azabıyla, değil üzerline basmak yollarını şaşırtmayayım diye ödüm kopuyor.
- Teknoloji kazığı yemek: Bilgisayarın, telefonun bozulması ve içindeki evraklarıma ulaşamamak
- Birinden bir şey istemek: Kalemini isteyecek olsam sanki kolunu bacağını istiyormuşum gibi geliyor bazen.
- Birine bir şey sormak: Korkmak değil de belki çekinmek denebilir; kimsenin özel alanına girmek istemem.
Kitapta " Korkunun çocukları", "anne, ışığı açık bırak", "ben korkağın tekiyim", "dolapta biri var", "cesur insanlar korkar","korkuyla oynamak" gibi başlıklara ayrılmış toplam 21 mini bölüm var. Hepsinde de korkan kişinin neler hissedebileceği üzerine örnekler var.
"Dolapta biri var" bölümü çok keyifliydi; Kaan uyuyamıyor, tuhaf gıcırtılar duyuyor. Odasındaki dolabın içinde birilerinin olduğundan emin. Babasını çağırıyor. Babası Kaanla dalga geçmek yerine Kaan'ın oyuncak kutusundan aldığı kılıç ile dolabın kapağını yavaşça açıyor ve canavar olmadığını görüyorlar; Kaan kendini güvende hissederek uyuyor.

"Başkalarının korkularımıza saygı duyması ve bize salakmışız gibi davranmaması ne kadar da rahatlatıcıdır." :)
Korku bazen- ne yazık ki- bulaşıcı da olabiliyor. Etrafa yayılan 1 haber ile herkes korkuya kapılabiliyor...
:)
"Başkalarının korkuları önümüzü tıkayabilir. Kendimize olan güvenimizi yitirmemize neden olur ve sonunda da, bizi yeteneksiz olduğumuza inandırır."

Benim hoşuma giden diğer bir bölüm de;


 "Cesur olmak, bütün "rağmen"lere rağmen harekete geçmektir." :)

Kitap küçük cesaret alıştırmaları ile bitiyor.
"Cesaret olduğu sürece korkuların gerekli olduğu" cümlesi kalıyor aklınızda.
                                                                                ***

Anaokulu ve kreşe "korku" yüzünden gitmemiş, 5.5 yaşında okula başlamış ve derslerde uyuyakalmış biriyim. Anaokulunun ilk günü gerçekten çok kocaman bir kız vardı ve beni köşeye sıkıştırmıştı, çok korkmuştum. Anaokuluna gitmekten böylelikle kurtuldum derken ilkokulda daha ezeli bir düşmanla, matematikle, karşılaşacağımı bilmiyordum, orada da pes etmiştim.
Bizim zamanımızda olsaydı Çıtır Çıtır Felsefe serisi ben o kocaman kızı cesaretimle döver, matematikte çarpım tablosunu elimle toplama yapmadan çözebilirdim :)
Ama siz geç kalmadınız,
Çocuğunuz veya siz (itiraf edin bu kitapları ilk önce kendinize düşündünüz:) Brigitte abla ile tanışın ve tüm "rağmen"lere rağmen harekete geçin :)

Künye:
“Çıtır Çıtır Felsefe” dizisi
“Cesaret ve Korku”
Yazan: Brigitte Labbe
Resimleyen: Jacques Azam
Editör: Müren Beykan
Çeviren:Azade Aslan
Yaş grubu: 8+
Günışığı Kitaplığı, 2008, 40 sayfa

HERKESE KENDİ KORKULARINDA BOĞULMADAN 
MAVİ DENİZLERDE YÜZME CESARETİ DİLERİZ* :)
*Büyük balıklara aman dikkat :)

Devamını oku »

7 Temmuz 2013 Pazar

Çubuk Makarna Düğümü :)

Biz makarnayı pek severiz. Çubuğu, fiyonklusu, burgusu arasında pek seçim de yapmayız.
Makarna; makarnadır.
Hele bir de domates soslu olursa :)
Onun adı ezelden beri: DM'dir; Domatesli Makarna :)
Belki kurtarıcı bir yemektir bilmiyorum ama makarnanın bizim evde yeri apayrıdır.
Kütüphanede iken "Çubuk Makarna Düğümü" ile kısa sürede tanışmam ve evimize konuk olması da bu sebepten.

Kitap; "Bir zamanlar hiç makarna yememiş iki çocuk vardı" diye başlıyor.
Bu ancak masallarda olabilir diye düşünüyorum çünkü daha önce böyle bir "durum"la hiç karşılaşmamıştım.
Tom ve kızkardeşi Niki teyzeleri Rebeka ile yaşamaktadır çünkü anne babaları yanardağ araştırmaları için çok uzaktadırlar. Rebeka teyze de iyi biridir ancak biraz gariptir de. Karşısında biri varmış gibi salonun ortasında dans etmekte ve sürekli çiğ soğan yemektedir. (benim için garipten de öte "ıyyy" bir durum :)
Aslında daha çok suyosunu ve lahana yemekte ve sağlıklı beslenmeye çalışmaktadır ancak Tom ve Niki bu durumdan pek de memnun değildir.
Hayatlarında ilk defa makarna yedikleri yer bir lokantadır; çünkü paraları sadece ona yeter.
Derken bir gün gazetede Pipelli Makarna Fabrikası'nın "makarna sosları" ile ilgili yarışmasına katılırlar ve Bay Pipelli ile tanışırlar.
Orada geçirdikleri günün sonunda eve zeytinyağına bulanmış, çubuk makarnaya dolanmış halde dönünce Rebeka Teyze bu duruma sinirlenir ve Makarna Fabrikasına gider; orada hiç beklemediği bir durumla karşılaşır:
Bay Pipelli'nin kıvırcık siyah saçları, ışıldayan gözleri ve yüzünü ikiye bölen gülümsemesi vardır :)
                                                                             ***
Detaya girmeyeyim derken neredeyse tüm hikayeyi anlattım :)
Günışığı Kitaplığı'ndan çıkan bu kitap, "Abur Cubur Peşinde" serisinden bir kitap.
Diğer kitapları da okumak için sabırsızlanıyorum.
Bay Pipelli karakterini çok sevdim.
Keşke gerçek hayatta da böyle yüzünü ikiye bölen gülümsemesi olan insanlar -hele ki makarna fabrikası olanlar- olsa ve bizi makarna yemeye davet edip önümüze 6 çeşit makarna koysa...
Hepsini yerim ki ben :)
Size tavsiyem "Çubuk Makarna Düğümü"nü okuduktan hemen sonra uyumayın yoksa rüyanızda kendinizi Bay Pipelli'nin fabrikasında midye makarna yaparken bulabilir, Rebeka Teyze kızmasın diye de yanına sebze yemeği yapmak zorunda kalabilirsiniz :)

"Çubuk Makarna Düğümü"nü okuduktan hemen sonra :)
* Abur Cubur Serisi ile ilgili Hint Cevizi'nin  ve BDK'nın yazılarını da okuyabilirsiniz :)

Künye:
“Abur Cubur Peşinde” dizisi
“Çubuk Makarna Düğümü”
Özgün Adı: The Spaghetti Tangle
Yazan: Alexander McCall Smith
Resimleyen: Ian Bilbey
Çeviren:Nazlı Tancı
Yaş grubu: 7+
Günışığı Kitaplığı, 2009, karton kapak,80 sayfa

HERKESE KENDİ ÇUBUK MAKARNASINDA DOMATES SOSLU YEMEKLER, 
LEZİZ TARİFLER DİLERİZ :)

Devamını oku »

6 Temmuz 2013 Cumartesi

Kitaplık Kurdu'nda 1 "Çocuk" :)

"Kitaplık Kurdu"ndaki yazıyı ve devamında yazacağım yazıları "reklam" olmadan nasıl "haber" yapabilirim diye düşündüm, bulamadım.
Takip ettiğim ve keyif aldığım bloglardan biri Leylak Dalı,yanlış hatırlamıyorsam Ocak ayı gibi yeni bir blogun haberini yapmışlardı: Kitaplık Kurdu.
"Acaba ben de yazı gönderebilir miyim?", "Ne zaman yazsam?", "Ne göndersem?" vb. soruların arasında aylar geçti.
Ta ki geçenlerde Kitaplık Kurdu ile haberleşene kadar.
İlk yazım geçen gün yayınlandı, tekrardan teşekkürler Leylak Dalı ve Kitaplık Kurdu (ekibi).
Devamının da geleceğini (inş. diyeyim ben yine de :) yüzümde kocaman bir mutlulukla müjdelemek isterim :)
Okumak isterseniz "Çocuk" burada.
Sahi, çocuk olmak ne işe yarar :)


Konuşacak çok şeyim yok belki ama yazacak çok şeyim var :) Beklerim, her zaman..
Devamını oku »

4 Temmuz 2013 Perşembe

KOFİ VEYA BAĞIŞLAMA SANATI :)

"Daha önce, kızdığınız birini bağışladınız mı?
Bağışladığınızı fark edebildiniz mi?
Öfkelendiğiniz/kızdığınız kişinin yüzü gözünüzün önünde canlandığında kalbiniz size ne söyledi?"
        Bu ve benzeri cümleleri düşünüyorum birkaç gündür, sebebi de BDK'deki radyo programı oldu.. Klasik bir pazar günü değildi çünkü evde değildim ama programı dinledim ve koşarak uzaklaştım mekandan, en yakın kitapçı bulabilmek için..
      BDK 1 hafta sonra çekilişle armağan ediyormuş falan hiç bekleyemeyecektim çünkü radyodaki çekilişte de adımı duyamamıştım :)Koşuyordum hani en son kitapçıya doğru, işte neyse aldım kitabı, arkadaşımla buluştuk, kuzenler bir araya geldik oldu  mu akşam :) Hayır madem öyle niye koştum :) Bu kitabı da sevdiğim kitaplarda olduğu gibi uzun uzun okudum,notlar aldım, üzerinde düşündüm, bazı yerleri tekrar okudum, ilk okuduğumda anlamadığımı fark ettim falan :) Neticede sevme duygusunun dışında hatta ondan çok daha fazla şeyler buldum kitapta kendim için..
      Bu kitabın bir de şöyle bir anısı var; (daha önce de söylediğim gibi her kitabın en az 1 hikayesi olmalı :) kimselere okuduğum/notlar aldığım kitabımı vermem; gerekirse hediye ederim dediğim günün ertesi günü bu kitabı kendi ellerimle servis arkadaşıma emanet verdim(!) Hakkında hemen yazı yazmak istiyordum ama o bana kitabı ne kadar geç getirebilirdi ki :) Sadece 2 ay sonra :) ( bahsettiğim arkadaşımın bu yazıyı görme ihtimali yok ama olur da denk gelirse kitabıma iyi baktığı için, kitabı geç getirmesine az kızdığımı buradan söyleyebilirim.)
      Başka okuyanlar ne bulur bilmiyorum ama ben bir süredir kendim için kayıp olan halkanın 1 tanesini bulduğumu hissettim..Daha kaç halka vardır bilmiyorum; denk gelir miyiz onlara ya da ne zaman onu da bilmiyorum ama elimde şu an "bağışlama sanatı" var; onu biliyorum..BDK Banu demiş ki; Küçük Prens'in gergedan olarak döndüğünü söyleyenler bile varmış.. Olabilir..Buna şaşırmam doğrusu.
Kaynak: BDK
       Uzun bir girişten sonra kitabın konusundan da bahsetsem fena olmayacak sanırım.
"Kofi öfkelidir. Yüzüne fazla ışık saçan aya, rüzgara, bulutlara, güneşe ve çevresindeki bütün hayvanlara öfke duyar. Ta ki, bir gün büyükbabası gelip, birlikte denize gitmelerini önerinceye kadar..." 
      Var olan bir şeylerin değişeceğini, şimdiye kadar olan düzenin bozulacağının ama aynı zamanda "tamir edilebileceğinin" ifadesi aslında bu öneri. Can Çocuk tarafından yayınlanan bu kitabı "öğretici, sıcak ve çağdaş bir masal" olarak tanımlamış yayınevi.
      Kahramanımız Kofi'nin hemen her şeye duyduğu öfke ile tanışırız önce. Sebebi kendisidir bu açık. Yalnız, "sebep neden kendisidir" ve "bağışlamak mümkün müdür"?
Yolculuk ve değişim hikayelerini hep sevmişimdir.
Yollar uzadıkça ve yolda yaşananlarla birlikte biz de aynı kalmayız.
Hele ki ulaşmaya çalıştığımız bir "yer" varsa; bu, duruma daha da heyecan katar. Aklıma "Balık" geldi ama onu başka zamana bırakıyorum.
                                                                      ***
     Kofi'nin en yakın arkadaşı (Antros) gün gelir ezeli düşmanı olur ve Kofi onun öfkesini içinde taşımaya, bu öfkeyi daha da büyütmeye karar verdiği sırada karşısına büyük baba Meru çıkar ve ona denize gitmeyi teklif eder.
Bu kitap en yalın haliyle Kofi ve Meru'nun denize doğru aldıkları yolun hikayesidir.
Ama  hikaye bu kadar yalın değildir. İyi ki de değildir; çünkü bizi de bu yolculuğa davet eder.
Bu kitapta o kadar çok şey var ki; aklıma Momo'nun geldiği bütün düşleri yürekten emerek alan "düş höpürdeticileri", hayatının en önemli gününe yani yaşadığı güne hazırlanan bir gergedan ve burnunuzu yakan denizin tuz kokusu...
Kitaptan: 
* "Büyük arzuların zamanı vardır", diye yanıtladı Meru usulca.
* "Düşün, bir sonraki dolunayda öleceksin. Öncesinde mutlaka yapmak istediğin şey nedir?"
*- Doğru yoldan söz ediyoruz, en hızlı gidilebilecek olandan değil.
-Peki, doğru olan hangisi? diye sordu Kofi sinirlenerek.
-Kendi yolun tabii.
-Hah, şimdi anladım. Peki, kendi yolumu nasıl bulacağım acaba?
-O yolda yürüyerek. Önceden yok ki o yol. …
* " Ne kadar yavaş, o kadar yoğun yaşanır" ("Ne kadar yavaş, o kadar hızlı"*)
* "Büyük mücadele, kendinle savaşmayı bırakmak anlamına gelir."
* " Eğer rakibin oradaysa ve gerçekten de sana karşı mücadele ediyorsa öfkenin bir anlamı vardır! Kendini savunabilmek için ona ihtiyaç duyarsın. Ama eğer düşmanın sadece kafanda varsa o zaman öfkeni kendine yöneltmiş olursun..."
* "Artık nefret duymadığında, o zaman kendi kendini bağışlamışsındır." (sanırım en sevdiklerimden biri bu cümle)
* "Bağışlamak, kendi yüreğini incitmekten vazgeçmek demektir. Daha fazlası değil."
"Bir parça geriye hareket edildiğinde, bazen sadece ilerlenir." 
"Öfke senin yüreğini yaralıyor, onunkini değil."
     Bağışlamanın gerçekten bir sanat olduğunu düşünüyorum ben de artık. Size (isteyerek/istemeyerek) kötülük yapmış, sizi üzmüş, zarar vermiş birine "seni affediyorum" diyebilmek ne kadar zor. Hele ki bu kişi kendinizse...
     Çok sevdiğim bir kitapla ilgili yazı yazarken bazen zorlanıyorum bazen saçmalıyorum bazen de "aman eksik bir şey bırakmayayım" telaşına kapılıyorum.
Sanırım unutuyorum; her kitabın en az 1 hikayesi olduğunu.
Çünkü bu benim hikayem.
Eksik bir şeyler yazamam çünkü sizdeki hikayeyi -henüz- bilmiyorum...

Sahi, siz bugün kızdığınız kişiyi - kendiniz olsa bile- affetmeye hazır mısınız?

HERKESE KOFİ VE (VEYA DEĞİL!) BAĞIŞLAMA SANATI İLE TANIŞMA İMKANI DİLERİM :)
* "Bir Kitap Lütfen"in "Kofi" hakkındaki yazısını da okumak isteyebilirsiniz.

Künye:Kofi veya Bağışlama Sanatı
Özgün Adı: Yofi oder die Kunst des Verzeihens
Yazan:Oliver Bantle
Çeviren: Saliha Nazlı Kaya
Yaş grubu: 9+
Can Çocuk, 2000, 112 sayfa
Devamını oku »

2 Temmuz 2013 Salı

Kitap Kapakları: Merak mı Metot mu :)


Eskiden ciltliymiş kitaplar ve kapaklarında da kitabın ve yazarın adından başka pek bir şey olmuyormuş; ki bu da bence hoş bir gizem katıyormuş :)
Ama şimdi - hele ki bir kitapçıda gezinirken- kitabın adından sonra hatta bazen önce kitabı bize çeken itici güç,kitabın kapağı oluyor.
Bazen kitapla ilgili ipuçları verdiği bile söylenebilir.
Görsellik önemli elbette ancak kitabın konusunun da önüne geçmemeli.. Mi?
Edebiyatla ilgili birkaç sitede 2012'nin en iyi kitap kapaklarıyla ilgili bir yazı görünce aklıma geldi bu satırlar.
Benim aklımı çelen görselleri de paylaşmak istedim.
Sonra düşündüm; sahi benim şimdiye kadar sevdiğim kitap kapaklarından hangileri vardı diye?
Çok şaşıracaksınız, hatırlayamadım :)
Kitaplığım da yanı başımda değil ki şöyle bir kopya çekeyim :)
Bakalım siz en çok hangilerini seveceksiniz?
* Haberler ve görseller www.koltukname.com ve www.edebiyathaber.com adreslerinden alınmıştır, teşekkürler. Detaylı bilgi için; buraya ve buraya bakabilirsiniz...

Sanırım en çok bunu sevdim :)



* 2011'in seçilen kitap kapaklarına bakmak isterseniz de bu linke tıklayabilirsiniz
**Aslında google görsellerden aratınca da çok keyifli kitap kapakları ile karşılaşıyorsunuz ancak çok detaylı bakmadığım için diğerlerine haksızlık olmasın diye onlardan eklemedim :)

Peki sizin var mı hatırladığınız, sevdiğiniz, unutamadığınız kitap kapağı ya da görseli?
Devamını oku »

20 Haziran 2013 Perşembe

Kitap Alışverişleri

Her ne kadar bir dönem excel kullanmış olsam da şu an sadece internette gezerken denk geldiğim ve okumak istediğim kitapların kapak fotoğraflarını kopyaladığım bir dosyam var.
Liste uzadıkça uzayabiliyor.
Bazen hemen oracıkta bir kitapçıda sarılıyorum kitaba; kaybetmek istemiyorum.
Bazen de dosyadan seçtiklerimden elemeler yapıp internetteki indirimleri bekliyorum/takip ediyorum.
İnsanların kitap okumama bahaneleri olarak "kitaplar çok pahalı" demesini bir o kadar haklı ancak garip bulsam da (özellikle de sigaraya para ayırabilen kesim...) ülkemizde kitaplara erişim için yalnızca "satın alma" seçeneğinin olmadığını görmek de güzel.
Bunlardan en önemlisi elbette ki kütüphaneler.
Keşke daha da yaygınlaşsalar ve özellikle hafta sonları da açık olabilseler :) (evet bu konuda biraz dertliyim)
Daha önceki yazılarımın birinde kitap ödünç verme işlerinin kimi zaman karmaşık olabileceğinden bahsetmiştim ancak paylaşmanın güzelliği de bir başka boyuttu.(hala ödünç verdiğim kitabımı getirmeyen ve benim de ses çıkaramadığım arkadaşım; umarım kitabıma iyi bakıyorsundur..)
Ancak bugünlerde yeni bir şey duydum.
Bir arkadaşım okuduğu -neredeyse- tüm kitapları okuması bittikten sonra bir başkasına hediye ediyormuş...
Kendimi düşündüm, sorguladım, tarttım biçtim.
Kitap hediye etmeyi çok sevsem de kendi kitabımı paylaşmak konusunda o kadar geniş olamayacağımı kabullendim.
Ancak yine de bu fikir çok hoşuma gitti.
Kitap fiyatlarının yüksekliğinden yakınmak yerine kitapları değiş-tokuş yöntemiyle okumak da bir tercih olabilir. (bir nevi sosyal kütüphane)
         Bu arada unutmadan korsan kitaplarla ilgili de birkaç şey söylemek istiyorum. Hayatım boyunca 1 defa (üniversitedeyken) korsan kitap aldım ancak utancımdan kitabı okuyamamıştım; çünkü arka kapakta yazarın fotoğrafı vardı :) Kitabın "korsan"ına karşı olsam da insanların şartları denkleştirip kitap okumalarına karşı değilim. Sadece keşke kütüphanelerimiz daha güncel kitaplarla dolup taşsa ve gerçekten maddi şartlardan ötürü kitaba kaynak ayıramayan ancak içinde kitap okuma aşkı olan herkes gönül rahatlığıyla kitaplarla buluşabilse. Çünkü biliyorum ki suçlamak bu durumda en kolayı olacak. Zor olanı çözüm üretmek ve sürece ortak olmak olacak-sanırım- Bir taraftan yıllarını, gecesini gündüzünü, elini, kalemini, gözünü, her şeyini kitaplarını yazmaya/çizmeye ayıran yazarlar/çizerler var. Olay, tek taraflı değil elbette..
           Kitap alışverişlerinde 1 kitabı alırken gözümüzün kaldığı diğer kitap için "bir sonraki sefere" diyebilmek her zaman kolay olmadığından, benim -zaman zaman- kullandığım yöntem:
- Kitap eleştiri yazıları/kitap ekleri okuyarak bir liste oluşturmak
- Kitap almak istediğim zaman kendime bir limit koymak
- Edinebileceğim kitapları kütüphaneden temin etmek
- İngilizce olup da anlayabileceğimi düşündüğüm kitapları yurt dışına giden arkadaşlardan sipariş vermek :)

          Kitap alışverişleri benim için hem heyecanlı hem de buruk olmuştur. İnsanoğlu, sanırım doyumsuz bir varlık olduğundan "sahip olunan"a değil de "elde edemediğimiz"e odaklanma var biraz içimizde :)
Aklımdan geçenler ve yazdıklarım arasında biraz uçurum var ama umarım kimseyi incitmeden(özellikle korsan kitap konusunda) birkaç satır paylaşabilmişimdir.
Çünkü ben şu an tam da bu dünyada olmak istiyorum;

Kaynak: google

HERKESE "OLMAK İSTEDİĞİ YER"DE MUTLU GÜNLER :)

Devamını oku »

19 Haziran 2013 Çarşamba

Denizi Düşleyen Prenses :)

Bir çocuk kitabından bahsetmeyecek olsaydım sanırım başlıktaki "prenses" ben olurdum; denizi düşlediğim için..
Ankara'nın sevmediğim birçok özelliğinin yanında denize en az 4-5 saat uzaklıkta olması da sayılabilir.
O yüzden, sıklıkla ben de denizi düşlerim.
Deniz hasretiyle tutuştuğumdan olsa gerek,1 sene önce okuduğum bu kitap günlerdir yine masamdaydı.
Kaynak: burada
"Dağlardaki şatoda, bir prenses hiç görmemiş olsa da denizi düşlüyordu her gece."
Kitabın adı "denizi düşleyen prenses" olmasına rağmen bir de "dağları düşleyen prenses" var.
Her ikisi de kendilerinde olmayanı düşlüyorlar; biri denizi diğeri dağları.
"Denizi düşleyen prenses" Serena ve "Dağları düşleyen prenses" Federica babalarına karşı çıkarak şatolarından ayrılıp düşlerinin peşinden gitmeye karar verirler ve atlarına atlayıp yola koyulurlar.
Serena, mutluluğu yalnızca denizde bulacağından emindir.
Issız bir çölden geçerken (kalabalık çöl gören var mı acaba :) konuşan kaktüsün yanında karşılaşırlar.
İkisi de gerçekten birbirine çok benzemektedir. Ya da kitaptaki  haliyle:
"Durdular, büyük bir şaşkınlıkla, uzun uzun birbirlerine baktılar: Federica ve Serena birbirlerine çok benziyorlardı, hatta aynı gibiydiler. Yani tam olarak aynı,aynı,aynı değildirler. Ama yine de aynı,aynı, aynıydılar." :)
Kaynak: burada
Düşlerinin peşinden gitmek konusunda yaptıkları ve başlarına neler geldiğini özellikle yazmak istemiyorum; okumak isteyenlere kitabın tadını kaçırmamak için.
Ancak arkadaşları olan alpyıldızı ve denizyıldızınından bahsetmemek olmaz. Her ikisi de Serena ve Federica için oldukça özel ve kıymetli; çünkü onların en yakın arkadaşları. Ancak yolculuk boyunca yanlarında değillerdi. Peki sizce onları özlediler mi?
İşte bu sorunun cevabını konuşan kaktüs-papağan veriyor:
"Mutluluk, sevgili prensesler, ne denizde ne dağlarda ne başka bir yerde... Mutluluk bizi seven ve bizim de onları sevdiğimiz arkadaşlara sahip olmaktır. Sihirli suyun size söylemek istediği bu. KRAA KRAA KUİK KUİK! KREE KREE KUİK KUİK" :)

Mutluluğu bence hepimiz başka başka yerlerde arıyoruz.
Ben de denizlerde arıyormuşum mesela :)
Hani bazen tam da "olmamız gereken yer"deyizdir...
Bunu yaşamadan bilemeyiz,
Ancak "düş"ler olmadan da olmuyor sanki :)

*Can Yayınları tarafından yayımlanan kitabın resimleri ara ara yazıların önüne geçmiş, dersem abartmış olmam sanırım.
* Kitapla ilgili BDK Banu ne düşünmüş, neler yazmış okumak isteyebilirsiniz.
** Künye yazmayı hep unutuyordum; şimdi unutmadan ekleyeyim:
Künye:Denizi Düşleyen Prenses
Özgün Adı: La Principessa Che Sognava Il Mare
Yazan:Stefano Bordiglioni
Resimleyen: Octavia Monaco
Çeviren: Tülin Sadıkoğlu
Yaş grubu: 6+
Can Çocuk, 2012, karton kapak, 45 sayfa
Devamını oku »

18 Haziran 2013 Salı

"1 Kitap 1 Mektup" Etkinliğinde İlk Konuğumuz: "Hint Cevizi" :) & Sakar Cadı Vini ile Tanışma Fırsatı :)

Dünkü yazımızda  yepyeni bir projeden ve sürprizlerden bahsetmiştik.
"1 Kitap 1 Mektup" etkinliği de onlardan biri.
Biz bu proje için çok heyecanlıyız; özellikle de ben. 
Sevdiğimiz, beğendiğimiz, paylaşmak istediğimiz konuları/konukları sizlerle de tanıştıralım istedik.
İlk konuğumuz da "Kitap Günlüğü" tutan, kitaplar ama özellikle de çocuk kitaplarıyla ilgili eleştiri yazıları yazan bir blog; sevgili Hint Cevizi.
İnternet dünyasında insan kiminle ne zaman/nasıl tanıştığını hatırlamayabiliyor. Ancak bir sitenin/blogun sizi yakaladığını ilk anda fark ediyorsunuz.
Lafı fazla uzatmadan sevgili "Hint Cevizi" ile yaptığımız röportajı okumanızı öneriyorum :)
Kaynak: burada

İnternet kocaman bir dünya ve ben bu dünyada seninle karşılaştığım için çok mutluyum. Kitaplarla ilgili yazılar yazan siteler/bloglar çoğaldı. Ancak senin paylaşımlarında kısa, öz ve samimi bir hava var. Çocuk kitaplarını severek okuduğunu yazılarından çok net görebiliyoruz;Okuduğun kitaplarla ilgili eleştiri yazıları yazma ve bunu bir blogda paylaşma fikri nasıl ortaya çıktı?
Blog fikri bir gün evdeki kitaplarımı düzene sokarken şu kitap ne kadar güzeldi veya şunu bir türlü sevememiştim gibi ayırıp bir okuma listesi yapmaya karar verişimle ortaya çıktı aslında.
Böyle bir yol izlerken bir blogda toplamam daha düzenli olur diye düşünüdüm, böylece kitaplarımı tekrar okuyup düşüncelerimi yazmaya başladım ve çocuklar ile benim gibi kendileri için kitap araştıran arkadaşlarıma az da olsa bir fikir vermesi açısından yazmaya devam ettim.
Sonuçta okuyup beğendiğim kitapları hem kendi adıma arşivliyorum hem de meraklılarıyla paylaşıyorum.

Kitaplığında kaç kitap var, sayısını biliyor musun?
Sayılarını henüz bilmiyorum ama giderek artmaya devam ediyor :)

Kütüphaneden kitap ödünç alıyor musun? Yoksa kitapları satın almayı mı tercih ediyorsun?
Ben kütüphane ortamını çok çok seven biriyim fırsat buldukça kitapları ödünç alsam da
çok sevdiğim kitaplara istediğim an ulaşabilmek için genelde satın almayı tercih ediyorum veya hediye geliyor.

Kitap okurken notlar alır mısın? Çünkü kütüphaneden alınan kitaplara çok daha hassas davranmak gerekiyor. Bu durum beni bazen strese sokabiliyor, aman kitaba bir şey olmasın diye :)
Evet bir de kütüphaneden alınca iki kat özen göstermek gerekiyor ki ben bu konuda biraz takıntılıyım. Kitap okurken bazı cümlelerin altını çizmeyi yada sayfaların sağına soluna notlar almayı sevmiyorum. Not çıkarmak için minik bir defterim var, sadece okurken değil kafama estiğinde not almak için hep yanımda gezdiriyorum.

Çocuk kitaplarına olan ilgin nereden geliyor? Özel bir sebebi var mı?
Küçüklüğümden itibaren kitaplara olan ilgim hala bana çocuk kitapları hediye eden ailem sayesinde gelişti diyebilirim :) Çocuk kitaplarını hem kendim okurken mutlu oluyorum, bol bol gülümsüyorum hem de çocuklara okurken onların gözlerindeki merak ve heyecanı görmeyi seviyorum.

Yazdığın kitaplardan çok daha fazla kitap okuduğunu tahmin ediyorum.  Hakkında yazı yazacağın kitabı neye göre belirliyorsun? Kendince koyduğun kıstas var mı?
Blogda paylaştığım kitapları da belli bir plana göre okuyup yazmıyorum, bir okuma listem var fakat okunacak kitapların sırası neredeyse sürekli değişiyor :)
Beni çok mutlu eden kitaplar keşfettiysem hemen yazmak istiyorum, ama iş zar zor bitirdiğim kitaplara gelince onlar hakkında yazmak içimden pek gelmiyor ve bütün okuduğum kitapları eklemiyorum.

Hoşlanmadığın bir kitapla ilgili de yazıların olduğunu gördüm. Bu yazıları hazırlarken bir çekincen oluyor mu?
Hoşlanmadığım kitaplara çok yer vermemeye çalışıyorum çünkü yazdığım zaman iyi şeyler yazmayacağımı biliyorum. Herkesin zevkleri bir olamaz bu yüzden de herhangi bir olumsuz ön yargı oluşturmak istemiyorum. 

Bilim kitapları ile ilgili çokça kitap yazısına rastladım. Sanırım tarihe, özellikle de Mısır tarihine ve kültürüne de özel bir ilgin var. Çocukların bilimi, tarihi ders kitaplarından değil de hikayeleştirilmiş ya da “eğlenceli bilgi” olarak sunulmuş kitaplardan daha keyif alarak öğreneceklerini düşünüyor musun?
Medeniyetler tarihi denilince akan sular duruyor benim için :)
Elbette bilgiyi eğlence ile sunan kitaplardan yanayım, bu kanıya varmamda gözlemlerimin ve kendi deneyimlerimin payı büyük.
Kim keyifli ve eğlenceli bilgi içeren kitaplar varken basmakalıp ders kitaplarını son noktasına kadar ilgiyle okuyabilir ki?

Kitap okuma ile ilgili belli bir rutinin var mı? Okuma köşesi, saati, yanında çay/kahve gibi.
Kış aylarında salep ve sıcak çikolata diğer zamanlarda ise bitki çayları eşliğinde kitap okumaktan hoşlanıyorum. 
Kaynak:Delianne.com.
Foroğrafla ilgili 1 hikaye: http://2balik1kedi.blogspot.com/2013/03/bir-fotograf-ve-hikayesi.html
Oğluna kaçıncı aydan itibaren kitap okumaya başladın?
Dördüncü aydan itibaren düzenli bir şekilde okumaya başladım. 

Oğlunla birlikte en çok hangi kitapları okumayı tercih ediyorsunuz?
Bol renkli, kocaman resimli ve az yazılı kitaplar favorilerimiz bunlara en güzel örnek olarak Aç Tırtıl'ı söyleyebilirim, bu tür kitapların yanında bir de interaktif kitaplar girdi hayatımıza.

Kitap okumak ve okuduğun kitaplar hakkında fikirlerini paylaşmak çok güzel bir duygu. Peki, sen kitap yazmayı düşünüyor musun?
Şimdilik böyle bir düşüncem yok.

Issız bir ada olmasına gerek kalmadan soracağım bu soruyu; kitapların hepsi birbirinden keyifli&öğretici&yol gösterici oluyor ancak bazıları hafızalardan pek silinmiyor. Senin için, hem mutluluk veren hem de 
unutulmaz olan kitaplar hangileri?
İlk olarak "Sakar Cadı Vini" ve "Mızmız Mırnav" serilerini acayip seviyorum. bunların yanında "Başka Bir Anne", eşimin hediyesi olan "Here Comes the Bride" ve "The Rabbit Problem" de benim için özel olan çocuk kitaplarından bazıları.

Kitaplar hakkında yazılar yazan pek çok dergi/site/blog var. Sen hangilerini takip ediyorsun?
Takip ettiğim çok sayıda mecra var ama ilk aklıma gelenler; Radikal Kitap eki, İyi Kitap (http://iyikitap.net/), Bir Kitap Lütfen! (http://www.birkitaplutfen.com/), Kitedit (http://kitapedebiyatelestirileri.blogspot.com/) ve Bir Paragraf (http://birparagraf.com/).

Okuduğun kitaplardaki bir karakter/masal kahramanı olsaydın hangisi olurdun? Neden?
Hmm bir karakter olsaydım sanırım sakar cadı vini olmak isterdim :) kendime en çok benzettiğim(dağınıklığı vs.) ve en sevdiğim kahraman olduğu için.

Sona saklasam da en çok merak ettiğim cevap; “Hint Cevizi”nin anlamı. Blogunun adı neden “Hint Cevizi”?
Blogumun Hint Cevizi olmasının aslında çok ilginç bir hikayesi yok. Kitap okurken salep içmeye bayılırım hele ki içinde hint cevizi varsa :) Yani "Hint Cevizi" benim hayatıma lezzet katan güzel bir ayrıntı.

Blogunla yeni tanıştım ancak arşiv sayesinde pek çok kitapla tanışma fırsatım oldu. Mini röportajımızla blogumuza konuk olduğun için ayrıca teşekkürler. Keyifli okumalarının ve paylaşımlarının devamını dilerim.
Çocuk kitapları gibi çok güzel bir ortak ilgi alanımız var seninle tanıştığım için mutluyum.
Benim adıma çok zevkliydi esas ben teşekkür ederim :)
                                                                       ***
"1 Kitap 1 Mektup" projesinde sevdiğimiz bir konukla röportaj yapmayı; birlikte seçeceğimiz bir kitabı çekiliş neticesinde hediye etmeyi ve kitabın yanına minik bir mektup ekleyebileceğimizi düşündük.
İlk konuğumuz olduğundan Hint Cevizi'ne,  çekilişle hediye etmek istediğimiz kitabı kendisinin seçmesini istediğimizi belirtsek de Hint Cevizi bu zorlu görevi bize bıraktı :)
Biz de "Sakar Cadı Vini" hayranı olan konuğumuzun "Denizin Altında'ki Vini'ye" sevineceğini düşündük.

Hediye çekilişini daha da keyifli kılmak için katılımcıların(bu yazının altına yorum bırakanların) 
"En sevdiğiniz çocuk kitabı hangisi?" sorusuna da cevap vermelerini istedik.

1 Temmuz 2013 tarihine kadar "En sevdiğiniz çocuk kitabı hangisi" sorusunu yanıtlayarak bu yazının altına yorum bırakanlar arasında yapacağımız çekilişle 1 kişiye "Sakar Cadı Vini- Denizin Altında" kitabını ve 1 mektubu göndereceğiz.
Kitapla ilgili Hint Cevizi'nin yazısını okumak isterseniz buraya bekleriz :)

Kaynak: burada

* Bu çekiliş haberini kendi blogunda/facebook ve twitter hesabında duyurmak zorunlu değil; sadece gönüllüdür :)
**Sevgili Hint Cevizi, son sözümüz sana; iyi ki varsın ve iyi ki yollarımız kesişmiş :)


HERKESE "DENİZİN ALTINDA" SAKAR CADI VİNİ VE KEDİ VİLBUR'LA 
TANIŞMA & SOHBET İMKANI DİLERİM :)
Devamını oku »