Drop Down MenusCSS Drop Down MenuPure CSS Dropdown Menu




28 Ağustos 2013 Çarşamba

Her Mevsimin Tadı Başka :)

Ağustos geldi ve gidiyor. Ankara bugünlerde oldukça sıcak. Birkaç güne kadar hava "mevsim normalleri"ne dönecekmiş galiba.
Mevsimlerle ilgili söyleyecek ne söz varmış, düşündükçe aklıma geldi. Acaba aklıma gelenler satırlara dökülebilecek mi ben onları yazmayı unutmadan :) Bir bakalım:
- Çocukluğumuzda gerçekten 4 mevsim yaşardık ancak son zamanlarda 2 mevsime düştük sanki: yaz ve kış. Malum küresel ısınma...
- Her mevsimin 1 seveni ve en az 1 sevmeyeni vardır; müptelası olanı da elbette :)
- Yaz geldiğinde soğukları, kış geldiğinde sıcakları özleriz. (özlemez miyiz?)
- Kıyafetlerin dolaptaki yeri mevsime göre değişir ve hemen her sezonda evden bazı "eskimeyen" kıyafetler yeni sahiplerine doğru yola çıkar ve bu da bizi mutlu eder.
- Yaz demek tatil demekse, kış demek kısa günler uzun geceler olabilir.
- Yazın meyveyi bolca yemek güzeldir de kışın kestanenin de tadı bambaşkadır.
- Okullar tatil olunca büyük şehirlerde trafikte ciddi bir azalma meydana gelir.
- "Deniz, kum, güneş" üçlüsünü yaşayamayan bazen kendini eksik kalmış gibi hissedebilir.(acaba kim :)
- Güneşe alerjisi olanlar için yaz ayları daha çok krem, şapka hatta bazen şemsiye demektir. (o da kim ola ki :)
- Bahar yorgunluğu diye bir şey vardır ki kendisi bitmek bilmeyen Pazartesi sendromuna da benzeyebilir.
- Bahar ayları fotoğraf çekmek için -bence- en uygun mevsimlerdir.
- Kış aylarında insanlar eskiden daha samimi olurlarmış, ısınmak için, tek odada soba yakarlarmış :)
- Sonbahar demek kimine göre dökülen yapraklara hışırtıyla basmak ve bundan çok acayip keyif almakmış :) (bu da kimmmm :)
- Aramızda duygusal bağ bulunan aylar vardır bir de. Mart ayı Balık Burcu ayıdır mesela :)
Sanırım her mevsimin tadı ayrı güzel :)

Şimdilik aklıma bunlar geldi.
Bana soruyorsanız yaz sıkıcıdır, kış kasvetli çoğu zaman da kısıtlayıcıdır... O yüzden ben baharları severim. Yorgunluğu da olsa yeşillenen yeni ağaçlar umut verir, dökülen yaprakları kovalamak eğlendirir :)
Peki ya sizin sevdiğiniz mevsimin tadı tuzu nesi?

Kaynak: Google amca
Devamını oku »

23 Ağustos 2013 Cuma

Kitaplık Kurdu Yazıları: Kocakulak Şehirde, Üç Kedi Bir Dilek ve Kılkuyruk Popi :)

Kitaplık Kurdu'na her hafta 1 yazı gönderiyorum ama burada ondan bahsetmeyi unutuyorum.
Az önce fark ettim de tam 3 adet çooook sevdiğim kitabı yazmayı atlamışım.
Kocakulak Şehirde kitabıyla, sevgili Hint Cevizi'nin yazısı sayesinde tanışmıştım. Gerçekten severek ve eğlenerek okudum. Diğer kitaplarını da listeye yazdım :) Kitapla ilgili yazdıklarım tam olarak burada

Bayram şekerleri bunlar :)
Üç Kedi Bir Dilek hakkında acaba ne söylesem?
Durup durup okuduğumu söylesem yeterli olur mu acaba :)
Çizimleri de fena değil desem :) Ayşe Ablamız bize kızar mı acaba :)
Masal Battaniyesi ve Üç Kedi Bir Dilek, insanlara,canlılara, dostluğa, arkadaşlığa güveniniz sarsıldığında "hala iyi yüreklerin de olduğunu" hissettirecek dönüm noktası kitapları bence :)
Bu güzel kitapla ilgili de düşüncelerim tam olarak burada

Evet, Lokum da çok seviyor :)
Veeee gelelim son kitaba: Kılkuyruk Popiiii, ne de sevimli :)
Kılkuyruk Popi ve Turti'nin başından geçenler, güzellik kavramı, eğlenme...
İşte burada tanıtım yazısı, burada da pek güzel şarkısı var :)


HERKESE MUTLU OKUMALAR :)

Devamını oku »

20 Ağustos 2013 Salı

Hangi Kitapta Ayraç Durmaz :)

Eskiden değildim ama şu an kitaplar konusunda çok seçiciyim. Ve ne yazık ki sevmediğim bir kitabı ite kaka okuyorum, bitirmeye kendimi mecbur bırakıyorum sonra kitaptan soğuyarak kendime bir mola verip ayracıyla birlikte "yarım kalanlar" rafına yerleştiriyorum. Evet öyle bir raf var kitaplığımda. O rafın önünden geçerken de göz ucuyla oradakileri kessem de aslında bir garip suçluluk duygusuyla detaylı bakamıyorum.
Bir dolu tür bir dolu yazar ve kitap var ama bizi sadece bazıları cezbediyor.
Bu gerçekten neden oluyor, üzerinde biraz düşündüm.
Eleme yöntemiyle gittim daha çok.
Ben ne tarz kitapları okuyamıyorum/sıkılıyorum/devam ettiremiyorum diye:
- Bir dolu karakterin yer aldığı kitaplar (aklımda tutamıyorum, Agatha abla sağolsun kitaplarının girişinde kimin ne olduğunu yazmış ama ben yine de unutuyorum. Marquez amca çok güzel yazmış ama o isimlerden ben "yüzyıllık yalnızlığı" okuyamıyorum..)
- bir dolu cümle kurup aslında özünde "an"ı yaşayın diyen kişisel gelişim kitaplarından. (zamanında çok okudum ve gördüm ki özeti 1 cümle: hayat senin, aradığın güç içinde)
- içerisinde korku, gerilim vb. ögeler taşıyan kitaplar.(okuyanlara saygım sonsuz ama ben okuyamıyorum, adamakıllı korkuyorum çünkü :)
- sade cümleler yerine edebi cümlelere yer veren yazarları da okuyamıyorum.
Kaynak: burada
Geriye neler kaldı 1 de ona bakalım:
- En sevdiğim, caaaanıııım dediğim çocuk kitaplarını çok seviyorum ama didaktik olanlarını okuyamıyorum. sanki karşımda bir öğretmen var ve bana ders vermeye çalışıyormuş gibi olanları aslında neredeyse kapağından ve çizimlerinden bile anlamak mümkün ama çok da önyargılı olmamaya çalışıyorum.
- Yaşasaydı peşini hiç bırakmazdım dediğim ve şimdi de hiç bırakmadığım 1 insan 1 yazar: Orhan Kemal :) Memleketin suyu mu çekiyor nedir :)
- NTV yayınlarının önücülük ettiği ve sonra bir dolu yayınevinin seri halinde çıkardığı eğlenceli bilim kitapları.
- Semracan'ın başrolde olduğu karikatürler :) Fıçı ve Miço bizim evde çok sevilir :)
- Sandman serisi de güzel ancak ara ara okuyabiliyorum.
- Klasiklerin hepsini sevmesem de Suç ve Ceza'yı epey ayrı seviyorum. "Aman bir Tolstoy"um geldi ya da "Kaç zamandır Dostoyevski okumadım" da demiyorum.
- Kafka seviyorum Dönüşüm'de sanki ben de bir dönüşüyorum.
- Zweig seviyorum, Satranç kitabı ile ilgili minik anımı da unutmazsam sonra anlatayım.
- Yeni öykücüleri (benim için yeni) öyküleri arka arkaya okuyamıyorum. biri bitse de diğerine geçince geride kalan karakterler peşimi bırakmıyor sanki :)
- Şimdi aklıma gelmeyip de aklıma geldikçe ara ara yazabileceklerim için de bu satırı ayırıyorum :)

Kitap okumak son derece bireysel bir tercih. Özünde kimin hangi kitabı okuduğu, hangi yazarı sevdiği sadece kişiyi ilgilendirebilecekken bazen değişik eleştirilere de maruz kalınabiliyor.
"Aaa çocuk kitabı mı okuyorsun, büyü artık biraz.."
" Korku kitapları mı okuyorsun, rüyana girmiyor mu?" (bak bu cümle benim ama genelde içimde tutuyorum, çaktırmayın :)
" Kişisel gelişim kitaplarının içi hep aynı, boşa para veriyorsun.." (tanıdık bir cümle ama en azından ben okudum da söylüyorum..)

Araya kendimi de katarak bir öz-eleştiri yapsam da hepimiz aynı şeyin peşinde değil miyiz,onu düşünüyorum.
"Kitap okumak istiyoruz."
Bu kadar basit.
Bu kadar net.

Bu arada "Hangi Kitapta Ayraç Durmaz?" sorusuna da son zamanlarda okuduğum en en en eğlenceli kitap olan Hilda'yı örnek vereyim. "Benim şimdi okumaya vaktim yok" gibi cümleleri "oldu canım" diyerek geçiştiren ve ne oluyorsa 1 solukta okunan kitaplara biz kendi aramızda "ayraç tutmayan kitaplar" diyoruz :)
Onları okudukça da mutlu oluyor, "devamı yok mu" diyoruz :)

Kaynak: burada

Devamını oku »

14 Ağustos 2013 Çarşamba

"1 Kitap 1 Mektup" Etkinliğinde Çooook Sevdiğimiz Bir İllüstratör "Ayşe İnan Alican" var ve tabii 3 Kedi 1 Dilek :)


Nerde kalmıştık :) "1 Kitap 1 Mektup" etkinliğinin 3.sünü bayramdan sonra yapacağımızı duyurmuştuk sanırım. Bayram öncesi pes etmeyen tavuk Hilda ile tanışmıştık,o hala aklımda :)
Şimdi sırada 3. etkinlik ve çoooook sevdiğimiz illüstratör Ayşe Abla ile (Lokum'un deyişiyle) röportaj var :)
Bir de tabii 3 Kedi ile 1 Dilek :)

Sevgili Ayşe İnan Alican,
İstanbul Kitap Fuarı’nda tanışmıştık sizinle ve Lokum adına kitap imzalayıp çizmiştiniz. O günden sonra da çizimlerinizin takipçisi olduk ve şimdi de blogumuzdaki “1 Kitap 1 Mektup” etkinliğine katılarak bizi çok mutlu ettiniz.
Hemen belirteyim ki merak ettiğimiz bir dolu soru var;
Öncelikle yaptığınız işin adı illüstratör/çizer/grafiker mi? Bu meslek adlarını birbirlerinin yerine kullanmak doğru mu yanlış mı?
Bir metni veya iletilmek istenen mesajı canlandırıyor ve yorumluyorum, resimle aktarıyorum bu yüzden, illüstratörüm. Gazetede karikatür çizerken karikatürist veya çizerdim, reklam sektöründe tasarım yaparken grafik tasarımcı.
Kaynak: http://www.cizeriz.biz/iletisim.php
Daha çok çocuklara yönelik çizimler yapmanızın bir nedeni var mı?
Masal düşkünlüğümün yanı sıra resimli kitapların çocukluğumdan beri beni büyülemesi, çocukların sıcak ve sahici dünyalarında resimlerle buluşuyoruz duygusu, bir çeşit oyun oynuyorum aslında, onlarla. Yaptığım işin kalıcılığı da iyi yanlarından.

Bildiğimiz kadarıyla Hacettepe Üniversitesi Grafik Ana Sanat Dalı’ndan mezunsunuz. Mezun olduktan sonra önünüzde hangi kapılar açıldı ve sizi şu an bulunduğunuz yere nasıl getirdi?
H.Ü. mezuniyet tezi olarak tutkumun ilk parçası olan “Elma Kelebeği” adlı öyküyü resimlemiştim. Tesadüfen görülen eskiz defterimle mezun olur olmaz günlük bir gazetede karikatür çizerek ardından da 9 yıl ders kitabı resimleyerek geçirdiğim zaman asıl yapmak istediğim şeyi geç de olsa hatırlattı. Serbest çalışmaya tezimin tasarımını da yaparak büyük bir heyecanla başladım. Bu uzun süreci bir yandan da dergi, afiş, ambalaj, takvim, bilimsel ve teknik illüstrasyon ve tasarım çalışmaları takip etti. Bu arada “Elma Kelebeği” de basıldı. Fakat her detayını yazar ve editörle paylaştığım benim için ilk diyebileceğim “Kim Korkar Kırmızı Başlıklı Kız’dan” adlı resimli kitapla hayalim başlamış oldu.

Önünüze gelen yeni bir projeden bahsedecek olursak, hangi kriterlere göre o projeye dahil olmayı kabul ediyorsunuz?
İlk okuduğumdaki duyduğum heyecan en etkili seçim nedenim. Özgün, yaratıcı, evrensel, sahici, çocuğu erken büyütmeyen, çocuğun bir dahi olduğunu düşünerek yazılan metinler beni büyülüyor ve çocuksu bir coşkuyla projeye dahil oluyorum.

Muhtemelen birçok değişkeni var ama bir kitabın çizimi ne kadar sürede tamamlanıyor?
Ortalama 5 ayda orijinaller bitmiş oluyor. “Beyoğlu Macerası” istisna diyelim. Resimlemesi 8 ay sürdü.

Okuduğunuz bir metinden hangi parçalara çizim yapılması gerektiğine nasıl karar veriyorsunuz? Çünkü gerçekten iyi bir resimli kitapta –sanırım- yazıları okumadan hikayeyi anlayabilmek gerekiyor.
Metindeki duyguları, dildeki renkleri, oyunları en iyi yansıtabilecek kareyi seçerken; acemi karalamalardan emin olana kadar devam ediyorum. Çocukları içine çekebilecek sahne ve detaylar eklemeden de yapamıyorum.
Çocuğun düş gücünü kısıtlayan tüm ipuçlarını veren resimler iyidir dersek yanlış ve eksik olur sanırım. 
Resmin metindeki duyguyu verebilmesi, çocuğa canlandırılan dünyaya katılma hissi vermesi ve bu sayede metni okumak istemesi daha iyi diye düşünüyorum.

Karakterlerin ne giyeceği, bakışlarının nasıl olacağı vs. eğer ki metinde yazmıyorsa nasıl belirliyorsunuz?
Metindeki duygu ön planda olarak defalarca çizerken bunca zamandır biriktirdiğim görsel ve düşsel hafızamdan karaladığım karakterlerden birisiymiş bakışıyla, minik çizgi hareketlerinin bazen tesadüf dercesine birleşmesiyle ortaya çıkıyor.

Metnin yazarına hangi aşamalarda çizimlerden gösteriyorsunuz? Ya da tüm çizimler bitince mi yazar da görebiliyor :)
Eskizler bittiğinde yazar ve editör ile tüm detayları gözden geçiriyoruz. Metni aynı dilde renk ve oyunlarla yansıtmaya çalışırken kurduğunuz dostluk, kimya, sihir ve paylaşım çok önemli.

Çizim –en azından bizim için- oldukça zor bir iş. Gerçekten yetenek midir bu işin temeli yoksa asıl eğitim mi büyük ölçüde şekillendirir kişiyi?
Biraz görsel belleği konusunda yeteneği olanlar.Ustalaşmak yoktur aslında, arzunuza biraz daha ulaşmak     çabası, daima acemi bir ruhla bu alanda meraklı, araştırmacı, sabırlı, kararlı çaba sarf etmek.

Önünüzde bembeyaz bir sayfa varken –ya da bilgisayar/tablet ekranı- hayal gücünüz ne ile beslenir?
Genellikle çocuk yüzleri, özellikle gözleri, merak, arzu, heyecan, mutluluk, mutsuzluk, sevinç ya da üzüntü ifadesinin dolaysız hallerini yansıtıyorlar ve ipucu veriyorlar. İmge düzeyinde hala canlı kalan çocukluğumdan, bitmez tükenmez doğa düşkünlüğümden, yaşadığım çirkin ya da güzel olan her şeyden etkilenerek doğadaki doku ve desenlerle cisimlere, kağıda, boyaya bulaşarak bembeyaz kağıdı kirletiyorum.

Her çizerin yaptığı çizimin şekli bir çeşit imza mıdır? Çünkü bir süre sonra isme bakmadan da –özellikle de Bilim Çocuk dergisinde- “bu çizim Ayşe İnan Alican’ın,aa şu çizim Pino’nun ya da Bengi Gençer’in” diyebiliyoruz.
Renk ve desenleri kullanırken sizi besleyen unsurları kullanmaktaki tercihleriniz, oyunlarınız ister istemez ele verir kendini.

Sizi sosyal medyada çok fazla göremiyoruz ya da biz bulamadık :) Bu tercihin özel bir nedeni var mıdır?
Beni nasıl buldunuz :) E-posta yoluyla bu alanla ilgili tüm soruları cevaplandırmaya çalışıyorum. Çocuklarla yaptığım gibi birebir paylaşımlar ve etkinlikler öncelikli tercihlerimden. 7 yaşındaki kızım, etkinlikler, dergiler ve kitaplar...güne biraz zor sığıyor.

Yabancı çizerlerden kimleri seviyorsunuz ve yaptıkları çizimleri nasıl takip ediyorsunuz?
Yerli , yabancı Sarah Dyer,  Peter McCarty, Shaun Tan, Celia Chauffrey, Colin Thompson, Eugenia Nobati, Gustavo Aimar, Holly Clifton, Can Göknil, Behiç Ak, Ferudun Oral, Selçuk Demirel, Gürbüz Doğan Ekşioğlu, Mustafa Delioğlu ... birçok usta sanatçı var. Zaman bulursam web sitelerinden fakat daha çok basılı kitaplarını tercih ediyorum.

Çok sevdiğiniz çocuk kitapları hangileri?
André Neves - Bulutların Arasında
Simla Sunay- Çeşme ve Rüzgar son zamanlarda sevdiklerimden.

Çalışırken “olmazsa olmaz”larınız var mı? Çay, kahve,ışık, kalem vs.?
Hayal gücü.

Son soru da Lokum’dan; siz olsaydınız “3 kedi 1 dilek”teki bir hikayede ne dilek tutardınız :)
Soru Lokum’dansa çatısında dolaşabildiği binalar, mahallenin balıkçısı- kasabı- bakkalı, sokakta- parklarda oynayabilen çocuklarıyla yemyeşil mahalleleri eksik olmasın”’ı dilerdim.
Lokum’a ve Çilli’ye kucak dolusu sevgilerimle...

Sevgili Ayşe İnan Alican, biz sizi pek sevdik, hele ki Lokum :)
Etkinliğimize katıldığınız ve bu keyifli röportajda aklımızdaki bir dolu soruya cevap verdiğiniz için çok teşekkürler.Başarılarınızın devamını dileriz.

Ev'cek çoooook sevdiğimiz ve durup durup okuduğumuz bir kitap var: 3 Kedi 1 Dilek. İnanılmaz keyifli hikayesi için Sara Şahinkanat'a, çokça gülümseten ve iç ısıtan çizimler için de Ayşe Ablamıza kocaman teşekkürler :)
Bir de Lokum, Yağmur'a çooook selam & sevgi gönderiyormuş :)

7 Eylül 2013 tarihine kadar "1 Dilek hakkınız olsaydı; ne dilerdiniz?"  sorusunu yanıtlayarak bu yazının altına yorum bırakanlar arasında yapacağımız çekilişle 1 kişiye Lokum'un seçimiyle 
"3 Kedi 1 Dilek " kitabını ve 1 mektubu göndereceğiz.


* Bu çekiliş haberini kendi blogunda/facebook ve twitter hesabında duyurmak zorunlu değil; sadece gönüllüdür :)


HERKESE PİTİ, PATİ VE PUS'UN SICACIK ARKADAŞLIĞINDAN LOKUM TADINDA OKUMALAR DİLERİZ :)
Devamını oku »

2 Ağustos 2013 Cuma

Postacının Aşkı :)

Gürgen Sokağı'nda balığı Bill ile birlikte yaşayan Bilodo yürümekten, kaçıp gitmekten, temiz havayı ciğerlerine doldurup kimse başında dikilip ne yapacağını söylemeksizin sabah saatlerinde yeni bir günü renklendiren kokuların tadını çıkarmaktan keyif alıyor.
Bilodo, mahalle hayatının bir parçası olduğunu, dikkat çekmeyen ama hayati bir rol oynayan bir işi olduğunu düşünüyordu çünkü o 5 yıldır postacıydı. Milyonlar verseler bile kimseyle yer değiştirmek istemezdi; belki ancak başka bir postacıyla :)


Sıra dışı ve çalışkan bir postacıydı  ama 1 kusuru vardı; fazla meraklıydı ve gelen mektupları sahiplerine ulaştırmadan önce okuyor, kendine fotokopisini alıp renkli dosyalarına onları sıralıyordu. Kendisi hiç mektup almadığı için üzülse de yalnızlığını kaligrafi ile uğraşarak ve hayallere dalarak geçiriyordu. Sanırım en çok da Segolene'den gelen mektuplarla heyecanlanıyor, genç kadın ile sanki kendi mektuplaşıyor gibi onun mektuplarını bekliyordu. Yalnız bu mektupların içerisinde öyle uzun uzun anlatılan hikayeler yoktu, sadece 3 satırlık şiirler vardı. Bu 3 satırlık şiirler onu alıp bambaşka diyarlara götürmeye yetiyordu. Ta ki bir gün Segolene ile mektuplaşan Gaston Grandpe Bilodo'nun gözlerinin önünde trafik kazasında ölene dek.
O günden sonra Bilodo'nun hayatında yepyeni bir dönem açılır çünkü Segolene'den mektup almaya devam etmek ister ancak Grandpe'nin ona ne yazdığını bilmemektedir. Bu üç satırlık mektuplar da nedir? Bilodo çok geçmeden Haiku ile tanışır ve Segolene'i hayal kırıklığına uğratmamak için araştırmalar yapar, izleri sürmeye çalışır.
Ancak Haiku hakkında bilgi sahibi olmak Haiku yazabilmek için yeterli midir?
Mavi gökyüzü
Küskünlüğüdür
Bembeyaz bulutların
Doğan güneşcik
Esniyor balkonumda
Camlara doğru

Sert bir kayaya
Çarpan su gibi
        Kendine döner zaman*(kitaptan)

Sanırım daha önce Haiku ile nasıl tanıştığımdan ve ilk Haiku denememden bahsetmiştim :)
Geçen haftalarda bir kitap ekinde Postacının Aşkı'nın tanıtım yazısını okuyunca kitap dikkatimi çekmişti. Her ne kadar ben yukarıda kitaptan cımbızla bahsetmiş olsam da aslında kitabın içinde yani o minicik 126 sayfada bir dolu olay var.
İçinde Haiku olmasaydı böyle bir hikaye ilgimi çeker miydi bilmiyorum ama Enso, Tanka, Başo gibi isimler ve ustalar ile tanışma imkanım oldu.
Kitabın orijinal adı yani "The Postman's Round" sanki daha uygun bir isimmiş; "Postacının Aşkı" kitabın içeriğine biraz hafif kalmış gibi geldi.
İnanılmaz keyifliydi diyemem çünkü keyfin yerinde heyecan vardı; "Aaaa şimdi ne olacak"larım çoktu ama bir daha kitap eklerindeki kitap tanıtım yazılarını tüm detayı ile okumamaya da özen göstereceğim yoksa heyecan dozu azalabiliyor.
Sırada Şengül Karaca'nın Haiku adlı Can Çocuk yayınlarından çıkan kitabı var.
Siz hiç okudunuz mu Haiku ile ilgili kitaplar?
Bu yazıyı bitirmeden ben de 1 deneme yapayım :)

Heyecanlı bir kitaptı
Postacının Aşkı
Elimden bırakamadığım :)
HERKESE KENDİ HAİKU'SUNDA PES ETMEYEN TAVUK HİLDA AZMİNDE KOCAMAN MUTLU HAFTA SONLARI :)
Devamını oku »

1 Ağustos 2013 Perşembe

Pes Etmeyen Tavuk : Hilda :)

Ben küçükken damda -teras falan denmez bizim oralarda :) - kümesimiz vardı ve ben sabahları taze yumurtayı oradaki tavuklardan alırdım. Kaç taneydiler hatırlamıyorum ama her gün en az 1 yumurtamız olurdu ve üzerine de benim adım yazılırdı çünkü evin en küçüğü bendim :)
Civcivleri,tavukları ve horozları da hep çok sevdim o yüzden de benimle bir süredir bakışıp duran Hilda'ya daha fazla kayıtsız kalamadım ve "pes etmeyen tavuk" nasıl olurmuş merakla okumaya başladım.


Hilda, Az Toprak köyündeki Biddik Çiftliği'nde yaşayan küçük, kahverengi, çilli bir tavuk. Çok Tepe çiftliğinde yaşayan teyzesini görmeyi çok istiyor çünkü onun daha yeni 5 civcivi olmuş. Ancak aradaki mesafe Hilda'nın yürüyebileceği bir mesafe değil. O da oraya nasıl gideceğini çalı çitin dibindeki her zamanki yerine oturup arpacı kumrusu gibi düşünerek bulmaya çalışıyor.
Onu oraya götürecek bir araç bulması gerekecek ama nasıl? Ana caddeye çıkıyor ve kendini bulduğu ilk aracın içine atıyor. Aman o da ne! Bu bir çöp kamyonu... Ama pes etmek yok!
Ertesi gün kahvaltısını bitirir bitirmez yola koyuluyor ve büyük kırmızı aracın merdivenlerinde yeni bir maceraya atılıyor. Aman o da ne! Bu bir itfaiye aracı ve merdivenin başındaki Hilda'nın kızarmış tavuk olmasına az kaldı.  İtfaiyeci onu son anda fark etti ve evine kadar bıraktı da "itfaiye aracıyla evine kadar bırakılan tavuğa" rastlanılmadığından arkadaşlarına küçük bir hava bile attı :)
Diğer gün yola asfalt döşeyen dozer ile seyahat etmeye kalkışınca kendini asfalta yapışmış buldu. Bu sefer de şoförün yardımıyla yapıştığı yerden kurtuldu ancak eve kötü bir kokuyla gitmek zorunda kaldı.
Az Toprak Okulu öğretmenlerinden Bayan Smith küçük kırmızı, beyaz bir motorsiklet ile selesinde davetsiz bir misafir olduğundan habersiz bir şekilde yola çıktığında Hilda da selenin altında yazan "acemi sürücü" yazısının ne anlama geldiğini düşünmektedir :) Bu keyifli yolculuk da Hilda teyzesine ulaşamadan sonlanır ancak Bayan Smith Hilda'ya nasıl otostop çekeceğini öğretir.


Bu yöntem ertesi gün işe yarar ve çilli tavuk kendini teyzesi ve civcivleriyle kovalamaca oynarken bulur.
Biddik Çiftliğine döndüğünde Hilda kendisiyle ilgili yeni bir şey öğrenir; gurk olmuştur yani kendine bir aile kurmak istemektedir. Çiftliğin sahipleri en çok yumurta veren bu kahverengi çilli tavuğun gurk olmasını istemese, ilk yumurtası kek harcına gitse, Hilda ailesi için uygun, güvenli bir yuva henüz bulamasa da sizce pes eder mi?
Bu kitapta mısır gevreğini çokça seven ve insanlara teşekkür etmek için onlara güzel bir yumurta bırakan çilli, kahverengi, sevimli, azimli bir tavuk ve onun pes etmeme hikayesi var.
Ailesini kurmaya çalıştığı bölümler aslında çok daha uzun ama okumak isteyenlerin merakını öldürmek istemem :)
Bazen kafamıza bir şeyi koyarız ancak çevremizdekiler bizimle dalga geçer ya da şartlar bizi o kadar zorlar ki pes ederiz...
Jill Tomlinson'un 1967'de yazdığı bu hikayedeki tavuk yani Hilda ise pes etmiyor, pek çetin ceviz :)
Paul Howard'ın resimleri de otostop çizimleri gibi oldukça keyifli.
Kitabın çevirisini de Bugün Hayal Kuracaktım kitabından tanıdığımız Gökçe Ateş Aytuğ yapmış.

Kitabın tek sevmediğim tarafı özenerek hazırladığım kitap ayracına ihtiyaç bırakmamasıydı :)
Yazara, çizere,çevirene,HayyKitap'a ve tüm ekibe teşekkürler; çok keyifli bir zaman geçirdim Hildayla.

* Jill Tomlinson'un yazdığı küçük hayvanlar kitapları bir seri aslında. Ben daha önce "Karıncanın Ne Olduğunu Bilmeyen Karıncayiyen" ve "Evine Dönmek İsteyen Kedi" kitaplarını okumuştum. Diğerlerine henüz fırsat olmadı ama laf aramızda Hilda'nın kalbimdeki yeri başka :)


HERKESE ÇOK KEYİFLİ OKUMALAR HATTA EN KISA ZAMANDA PES ETMEYEN TAVUK HİLDA İLE TANIŞMA İMKANI DİLERİM :)

Künye:
Pes Etmeyen Tavuk
Yazar: Jill Tomlinson 
Resimleyen: Paul Howard 
İngilizceden çeviren: Gökçe Ateş Aytuğ 
Yayınevi: Hayykitap
Birinci baskı: Haziran 2013
Sayfa sayısı: 112 



Devamını oku »

Kitaplık Kurdu 5. Yazı : Kral ile Deniz

“Her şeye hükmettiğini sanan bir kral, etrafına baktığında dünyanın aslında düşündüğünden farklı bir yer olduğunu görür. Dünya kralı hiç umursamamaktadır.”
21 tane mini mini şiirsel öyküler var bu kitapta.
Kedi var, sincap var, gölge var...
Dahası da Kitaplık Kurdu'ndaki yazıda :)


HERKESE MUTLU GÜNLER & BOL GÜNEŞLER :)
Devamını oku »

26 Temmuz 2013 Cuma

"1 Kitap 1 Mektup" 2. Çekiliş Sonucu :)

Bir dolu güzel paylaşımdan ve açık ara "Kaş" önerisinden sonra güzel denizler keşfettik.
Kaş-Meis maraton 1. si Çağla kuzenime de -ki şu an tatilde olduğu için ayrıca kıskanıyorum onu- sevgiler ve teşekkürler :)
Katılan herkese çok sevgi bol öpücük :)
Kazanan 1 kişi oldu;
O da Hortumsuz Fil :)
Çekiliş aşamaları da burada;





Sevgili "Hortumsuz Fil"e sevgiler,adresini 2balik1kedi@gmail.com adresine en kısa sürede gönderebilirsen,biz de en kısa sürede 1 Kitap ve 1 Mektup'umuzu ulaştırmaya çalışırız :)

3. ETKİNLİK  SÜRPRİZ BİR İSİMLE YANİ ÇOK ÇOK SEVDİĞİNİZ BİR İSİMLE 
DEVAM EDECEK,AZ SONRA PARDON BAYRAMDAN SONRA :)

*Aklımdaki bir dolu güzel yazı şimdilik kaldı ama HERKESE MUTLU HAFTA SONLARI;ÇIKIN GEZİN,EĞLENİN,HAVANIN TADINI ÇIKARIN :)
Devamını oku »

25 Temmuz 2013 Perşembe

Kitaplık Kurdu 4. Yazı: Sakar Cadı Vini Denizin Altında :)

"1 Mektup 1 Kitap" etkinliğindeki ilk hediye kitabımız Sakar Cadı Vini'ydi.
Denizin Altında neler varmış, Vilbur ile neler yapmış bu kez yazıya döktük,Kitaplık Kurdu'ndaki "Çocuk Kitapları" köşesinde yayınlandı.
Yazıya bu linkten ulaşabilirsiniz.

* Kurabiye ve çay de kitaba çok yakışıyor :)

HERKESE MUTLU GÜNLER & BOL GÜNEŞLER :)
Devamını oku »

24 Temmuz 2013 Çarşamba

Paylaştıkça Artan Lezzetler :)

Aslında gün içerisinde farkında olduğumuz/olmadığımız bir dolu güzel şey (de) yaşanıyor.
O kadar "yoğun" geçiyor ki hayat hatta bazen dünya o kadar çok bizim çevremizde dönüyor ki geride kalan her şey bir anda yalan oluveriyor hatta önemsizleşiyor.
Ara ara aklıma gelmişken not aldığım şeyler var;bunlardan biri de "paylaştıkça mutlu olduklarımız" :)


Yağmur yağarken açıktaki yarının ıslanmasını göze alarak 1 şemsiyeye 2 kişi sığmaya çalışmak gibi,

Yemeğin sonu, hele ki açsanız, pek kıymetlidir ve herkes birbirine kibarlık yapar;"sen ye" diye,
Otobüsteyken bileti olmayan birine parasını almadan/alarak bilet vermek,
Küçükken herkesin cebindeki neyi varsa ortaya dökmesi ve onları paylaşmak,

Her gün havaya,suya,güneşe ortak olsak da bunu fark edemeyebiliyoruz elbette :)

Sanırım en keyiflisi de mutluluk ve hüzne ortak olmak.

Hiç tanımasanız da arkadaşınızın çok sevdiği bir şarkıcının konserine bilet bulabilmesi gibi,
Tatile çıkamayan tanıdıklarınız için denizden kum ve deniz suyu getirmek,
Tahlil sonucu istediği gibi olmayan biri için endişelenmek,üzülmek,
...
Aslında gerçekten farkında olmadan ne çok şeyi paylaşıyoruz..
Bunlar benim aklıma gelenler,
Sizin aklınıza neler geliyor :)


* Bir de benim gibi kitaplarını çok da paylaşamayan,birine verince içi gidenler var;gıcık bu tür tabii biraz :)
** Görseller deviantartdan, teşekkürler.



Devamını oku »

23 Temmuz 2013 Salı

İki Diyalog :)

Bugün yine yoğun, karışık, karmaşık bir gün ancak şu iki diyalogdan bahsetmeden geçmek istemedim.
Birine inanılmaz sinir oldum diğerine de çokça gülümsedim :)
1. Sinir Diyalog
Mekan: İşyeri
Saat: Öğleden hemen sonra
Diyalog Şekli: Telefon
Diyalog kurulan kişi: İşle alakalı biri-tanımıyorum-
Bana zaten halihazırda gelmiş olan bir dolu maile bakmaya çalışırken gördüm ki bu amca da aynılarını göndermiş (amcaya sadece bilgisi olsun diye gönderilmiş) dolayısıyla da benim neredeyse kotam dolmuş çifter gelen maillerden. ben de amcayı arayıp "bana zaten geliyor siz niye gönderiyorsunuz,siz sadece bilgi alacaksınız" diyeceğim ama sinirliyim ya çok sert (!) konuşacağım:
Ben: Merhaba Ahmet Beyle mi görüşüyorum?
A: Evet, benim.
Ben: Merhaba ben şu birimden Esra. Bana bir dolu mail göndermişsiniz;sanırım sistemde bir hata oldu (aman yarabbim ne kadar sert sordum;adam kırıldı kesin!!!)
A: Yoo hayır bir yanlışlık yok. O konu sizinle alakalı.
Ben: (gülerek) Yok ben biliyorum zaten konu benimle alakalı. O mailler bana geldi zaten, benim anlamadığım siz niye yeniden bana gönderdiniz,evraklar çifter oldu.
A: Bugün de çok çalışın, ne yapalım Esra Hanım.
Ben: Ha?! (hatta bir daha) Ha?!!! Çalışmak ya da çalışmamak değil benim demek istediğim. Sadece bana fazladan göndermişsiniz.
A: Bu evraklar size gelmemiş ki zaten.
Ben: (bir daha) Haaa??!! Bende var zaten.
A: Beni niye aramıştınız?
Ben: Bana göndermenizin özel bir sebebi var mıydı diye aramıştım.(yalancıı, yalancııı sana kimse inanmaz; güya sinirliydim..)
A: Bugün de böyle idare edin, ben size de geldiğini görmedim.
Ben: Anladım, peki, iyi günler. Yalnız rica etsem bana da geldiğini gördüğünüz evrakları yeniden bana yollamasanız?? (bir de kırıldım yani olaya bak)
A: Görürsem eğer olabilir...
...
Yukarıdaki diyalogtaki ben neden durup durup Semracan karikatürü gibiyim; yazarken fena değilim de (yani buraya da yazabildiğime göre az çok ifade edebiliyorum herhalde kendimi :) konuşurken tutuluveriyorum sanırım herkes anlamıştır :)

2. Gülümseten Diyalog
Mekan: İşyeri
Saat: Öğle-öğleden sonra
Diyalog Şekli: Mail
Diyalog kurulan kişi: Annem :)
Sanırım daha önce annemin maş.41 yıldan sonra emekli olan bir öğretmen olduğundan, Başak burcu olmasından vs. bahsetmiştim. Bizimle görüşebilmek, hava durumuna bakabilmek ve internette, gezmek istediği mekanları önceden araştırabilmek için (Matlisa gibi) bilgisayar kursuna gitti,laptop ve vınn aldı :) Şimdi de mail ile haberleşiyoruz :) Hatta öyle ki tüm imla kurallarına uyuluyor, doğum gününüz mü var yazının altına yıldızlar ve doğum günü pastası resmi falan ekleniyor;öyle şirin :)
Ben de geçenlerde -ki benim blogu hala söylememiş olabilirim,tamamen unutkanlıktan :P- Kitaplık Kurdu'ndaki "Masal Battaniyesi" ile ilgili yazımı göndermiştim, hani denk gelir de okur mu acaba diye,bir de Lokum'u özlemiştir diye :) Annem de bugün bana mail yazmış:
Annem: Lokum battaniyeler içinde hangi masalları anlatıyor doğrusu merak ediyorum...
Ben: ohoooo anne bir dolu masal anlatıyor :) gelince size de anlatsın :)
Annem: İNŞALLAH  görüştüğümüzde masalcı kızımızdan masal dinlemek keyif verir CANCAN....(burada cancan ben oluyorum :)
Ben: Masalcı kız sizi bekliyor o zaman :)

İşte böyle...
Belki çok alakasız bir yazı oldu ama gün ne kadar dolu geçiyor yahu :)
Bir diyalogla insan saç baş yolacak hale gelip bir şey diyemezken diğerinde de mutluluktan kocaman gülümsüyor,çevrendekiler de "hayırdır az önce çok sinirliydin" diyor :)

Siz ne dersiniz?


Kaynak: deviantart.com
* Bugünkü yazım da "taslak" olarak kaldı,iki diyalog o yazının önüne geçti. Neye niyet neye kısmet :)
** Bu arada "amca" hala mailleri göndermeye devam ediyor;halbuki ben çok sert konuşmamış mıydım :)

Devamını oku »

22 Temmuz 2013 Pazartesi

"1 Kitap 1 Mektup" Etkinliğinde 2. Kitap Hediye Çekilişi için Son Gün: 26 Temmuz :)

DUYDUK DUYMADIK DEMEYİİİİN; ÇEKİLİŞİN SON TARİHİ DEĞİŞTİİİİİİ :)

Kaş-Meis maratonunda 1.olan sevgili kuzen Çağla ile röportaj sonrasında "Sofie'nin Dünyası" kitabını hediye etmeye karar vermiştik ve size 1 soru sormuştuk: "En sevdiğiniz yüzme mekanı (deniz/havuz/koy) neresi?" 
Çok eğlenceli cevaplar geldi, biz de mutlu olduk.
Son tarih olarak 1 Ağustos demiştik ama tatil, bayram vs. derken çekiliş heyecanını kaçırmayalım istedik ve son tarihi 26 Temmuz'a çektik.

26 Temmuz 2013 tarihine kadar "En sevdiğiniz yüzme mekanı (deniz/havuz/koy) neresi?" (böyle bir yer yoksa onu da yazabilirsiniz :)  sorusunu yanıtlayarak bu yazının altına yorum bırakanlar arasında yapacağımız çekilişle 1 kişiye Çağla'nın seçimiyle "Sofie'nin Dünyası" kitabını ve 1 mektubu göndereceğiz.*
* Detaylı Bilgi: burada



HERKESE BOL ŞANS, GERİ SAYIM BAŞLADI :)

Devamını oku »

Bozcaada'ya Neden Gitmeli :)

Biraz erken bir yazı oldu farkındayım. İnsanlar tatil planlarını çoktan yaptı. Fotoğraflar geçen seneye ait olsa da "Bozcaada'ya Neden Gitmeli?" sorusuna dolu dolu cevap vereceğini düşündüm.
Uzun uzun notlar almamıştım; o yüzden rehber niteliğinde olmayabilir bu yazı.
Sadece, bu sene ya da önümüzdeki sene kalbi Ege'de atanlara tavsiyem;bir de Bozcaada'yı görün :)

Üzümler, bağcılık ve şarap Bozcaadanın tamamına yayılmış durumda. Sokaklarda gezmek bir o kadar keyifli


Seramik faaliyetleri oldukça yaygın. Bozcaada "boz" değil; yeşil ve mavi aslında :)

Güler Ada Reçellerine mutlaka uğrayın; domates reçellerinden alın :)


Maviyi seviyoruz ve özlüyoruz :)


Eyvah Eyvah-düğün sahnesinin çekildiği alan;inanılmaz güzeldi çünkü heybetli ağaçları vardı :)
Denizin güzel olduğu sahil-adını unuttum
Bu güzel manzaraya sahip birkaç lokanta/cafe var. Şimdi adını hatırlamasam da 1 tanesi -ki bizim de oturduğumuz- Ata Demirer ve eşinin sık uğradığı bir mekanmış dediler;doğru çünkü bizim yan masada köfte yiyorlardı(evet baktım ne yiyorlar diye :)
Doyasıya deniz...



Bunu yapsamak olmazdı:


Sahil kenarında çay bahçesinde mutlaka Türk kahvesi için; tadı harika :)



Benim için santralden öte rüzgar gülü onlar :)
 Ve ayrılma vakti:

Ege'yi, maviyi, yeşili, üzümü, domates reçelini, tarihe tanıklık etmiş 1 yaşayan müzeyi, sahil kenarında sohbet etmeyi,sade kahveyi, gezmeyi, eğlenmeyi seviyorsanız bence hiç durmayın koşun Bozcaada'ya ya da durun bu işte 1 gariplik olmasın, siz en iyisi en yakın feribota atlayın giderken de çay keyfi yapın :)

HERKESE MUTLU, KEYİFLİ, MAVİLİ, DENİZLİ TATİLLER :)

Devamını oku »

21 Temmuz 2013 Pazar

Pratik Tarifler: Limonlu Haşhaşlı Kurabiye

Uzun zamandır kurabiye yapmak istiyorduk ancak aklımıza yatan, hafif ve leziz bir tarif bulamıyorduk.
O yüzden kek yapıyorduk :)
Geçen gün inat edip "kurabiye yapalıııııım" deyince daha önce gözümüze çarpmayan bir tarifle kitapta göz göze geldik.
İşte size hem leziz hem hafif hem de elbette ki pratik bir kurabiye tarifi.
Kurabiyelerin hatırına makine de saklandığı yerden çıkıp pasını attı :)
Malzemeler:
2 su bardağı un
Yarım tatlı kaşığı kabartma tozu
1.5 tatlı kaşığı rendelenmiş limon kabuğu
2 tatlı kaşığı haşhaş
Yarım paket yumuşatılmış tereyağı
3/4 su bardağı toz şeker
1 yumurtanın sarısı
1 yumurta
1.5 tatlı kaşığı limon suyu
Yapılışı:
Tereyağı ve toz şekeri mikserle çırpın, krema haline getirin, içine yumurta sarısı, yumurta, limon suyunu ekleyip yumuşak kıvama gelene kadar karıştırın. Ayrı bir kapta un, kabartma tozu, rendelenmiş limon kabuğu ve haşhaşı karıştırın ve bu karışımı ilkine ekleyin ve düşük hızda mikserle karıştırın. Fırın tepsisine yağlı kağıt serin. Yemek kaşığı ile hamurdan parçalar alıp yağlı kağıt üzerine yuvarlak şekilde yerleştirin. Önceden ısıtılmış 180 dereceye ayarlı fırında 25 dakika pişirin, afiyet olsun :)

Hazırlanışı sırasında fotoğraf çekmek aklımıza gelmemişti o yüzden de piştikten sonra bolca fotoğrafladık.
Amatör çekimler oldu ama biz çok eğlendik :)


HERKESE KURABİYE TADINDA HAFTA SONLARI DİLERİZ :)
Devamını oku »

19 Temmuz 2013 Cuma

1 Hikaye: Çınar Ağacı ve Çeşme :)

Bazı yazılar kuru kuru okunursa hep bir tarafı eksik kalırmış... İşte tam da bu sebepten aşağıdaki parça da eşlik etsin bize:

Uzak uzak diyarlarda kocaman bir çınar ağacı ve onun yanı başında da suyu hiç bitmeyen bir çeşme varmış. Köydeki insanlar çeşme başına su almaya geldiklerinde çınar ağacının gölgesinde bazen soluklanır bazen de dertleşirmiş. Gel zaman git zaman bu heybetli ağaç insanların buluşma, sevgililerin bakışma noktası olmuş. 
Ne güzel sözler dinlemiş ne sırlara ortak olmuş bu koca çınar ve elbette çeşme.

Kaynak: burada

Lakin ayrılık vakti çok erken gelmiş. Köyünden, evinden, arkadaşlarından, ağacından, suyundan koparılmış bu insanlar bir "mübadele"ye katılmış. Gittikleri yer de belki anavatanmış, aynı toprakmış ama çınar ağaçları; dertleştikleri çınar ağacı değilmiş.. Dahası kuşların cıvıltısı, su sesi, komşular hepsi “geride” kalmış.
Uzun bir deniz yolculuğundan sonra kurumuş gözyaşları. Önlerinde onları bekleyen yepyeni bir hayat ve çınar ağaçları olmuş.
Ama hiç unutmamışlar gölgesinde serinledikleri heybetli ağacı ve suyu bitmeyen çeşmeyi; çünkü onlar hep orada, anılarda kalmış…
Ta ki… Geçenlerde bizimkiler toplaşıp bu anıları canlandırıncaya dek :)
Hüzünlü bir hikaye bu aslında ama tüm hüzünlü hikayeler gibi hüzünlü bir sonla bitmesi gerekmiyor,değil mi?
Ben ve bizim ailenin işte bu sebepten köyümüz yok. Ya da köyümüz uzaklarda demek daha doğru. Büyüklerimiz “Dedemin İnsanları” filmindeki gibi mübadele zamanında -1923’te- kayıklarla ve arkalarında bir dolu güzel anıyla gelmişler Türkiye’ye. Yabancı bir memleket değil elbette burası ama aniden gelmeleri ve geride bıraktıkları onları çok etkilemiş, hiç unutmamışlar.
      Anneannem, dedelerim ve birçok büyüğümüzü bu anıları 1. ağızdan dinleyemeden kaybettik. Babaannemi de hayal meyal hatırlıyorum. Yani çınar ağacı ve çeşme, oradan gelenlerin anlattığı ortak bir mekanmış ancak biz bunları hep 2. Kuşaktan yani anne ve babalarımızdan dinledik. Bana hep “neverland” gibi geliyordu. Ancak adları başkaydı; “Matlisa” ve “Poroy”: Selanik’e yakın iki kasaba (ya da köy)
       O yüzden de “nerelisin” sorusuna “Atatürkün memleketinden” cevabı vermiş olmam şaşırtıcı değil;ki şimdi böyle demiyorum :)
Sonra ne değişti?
Bizimkiler memleketlerini merak etti ve 50 kişilik bir otobüsle “çıkarma yaparak” çınar ağacını aramaya gittiler.
Sizce bulmuşlar mıdır?
2 tane bulmuşlar; ikisinin yanında da çeşme varmış :)
Ama yine anlatılanlara göre hangisinin dert dinleyen çınar ağacı olduğunu keşfetmeleri zor olmamış.
     Oradayken çok fazla konuşamadık zaten çoğu belli bir yaşın üstüydü ve cep telefonlarıyla uğraşacak vakitleri yoktu. İşte orada “zaman çok muydu yoksa yok muydu?” …
Sadece kuzenimin çektiği fotoğraflardan ve videolardan görme şansımız oldu.
Sınıra geldiklerinde annem “biz iyiyiz” diye telefon açtı; ben hemen –sabırsız insan- sordum tabii; “nasıldı oralar?” diye. Sonra derin bir sessizlik oldu.
Belli ki annemin kalbi orada kalmıştı
Kaynak: burada
     Yemyeşilmiş, suların ve kuşların sesi çok güçlüymüş,herkes gülümsermiş, mutluymuş bizim oralarda :)
Daha detaylı yazıyı kuzenimin anılarından okuyabilirsiniz aslında ben sadece 3. Kuşaktan bir dinleyiciyim.
          Kim bilir belki bir gün “2Balık 1Kedi” biz de gideriz; sohbet ederiz çınar ağacıyla, eskileri sorarız.

          Ne dersiniz, anlatır mı eski aşıkların sırlarını?

* Hatıralar için büyüklerimize, fotoğraf/videolar ve heyecan için kuzen M.'ye, sırlarımıza ortak olduğu için çınar ağacı ve çeşmeye teşekkürler :)
** Bekle bizi Matlisa ve Poroy :) -belki bir gün-

HERKESE KOOOOOCAMAN ÇINAR AĞAÇLARINDA YEMYEŞİL ORMANLARDA MASMAVİ SULARDA MUTLU TATİLLER DİLERİZ :)
Devamını oku »

18 Temmuz 2013 Perşembe

Kitaplık Kurdu 3. Yazı: Zaman Çok ve Zaman Yok :)

Aklımdan bir dolu konu geçiyor, notlar alıyorum, planlar yapıyorum, bunları blogda yazayım diyorum ama "zamanım yok" :)
Hayallere dalıyorum, okunacak kitaplarımı diziyorum, kahve koyuyorum kendime; "zaman çok" :)
Zaman çok mudur yoksa yok mudur tartışmaları sürer gider..
Ben bu kitabı da "zamanım yok"ken okudum ve yazdım(bu nasıl bir ironidir yahu :)
Bloga bir şeyler yazmak bana çok keyif veriyor ama her zaman aklımdakileri de yazamıyorum :( Size de oluyor mu öyle?

Bu kitabı okuyun,sonra yine konuşalım, ne de olsa "zaman çok" :)


Devamını oku »

17 Temmuz 2013 Çarşamba

İnsan İlişkileri : Kapalı Kutuda Açık Saha Maçı Mı?

Biri bir şey söylediğinde gözlerinizden alev, kulaklarınızdan duman çıkar da ağzınızdan 1 şey çıkmaz da "çıkmak istenen" yutulur ya; ben öyleyim-çoğu zaman-
İnsan ilişkilerinde zorlandığımı görebiliyorum.
Zaman zaman Semracan karikatürü gibiyim; iki lafı bir arayı getiremediğim çok oluyor. O yüzden de yazıyorum zaten :)
İnsan ilişkilerinin başlıkta da yer aldığı gibi "kapalı kutuda açık saha maç"" olduğunu düşünüyorum. Yani başlıkta soru gibi sorduğum şeyin aslında benim için çoktan verilmiş bir cevabı var.
Doyasıya bir mücadele, paslaşmalar, kazanan/kaybeden vs. var sanki; ki sanırım benim zorlandığım kısım da bu.
Paslaşmalar ve "mücadele" yalnızca "dostluk maçı" olarak kalsa istiyorum herhalde.
Ya da nedir bu mücadele, anlayamıyorum.
Çıkarlar çatışmadığı müddetçe herkes birbiriyle lokum gibi, ancak tersi bir durumda saklanan tüm sopalar ortaya dökülüyor.
Kendimi de ne lokumların ne de sopaların dışında tutamam, tutmam da.
Sadece ben kendimi konuşarak çok iyi ifade edemediğimi düşündüğümden olsa gerek - herkese de mektup yazacak halim yok :) - içime kapanıp duruyorum.
İş yerinde sıklıkla yaşadığım bu durum neticesinde keyifli öğle aralarım var ama bazen öyle durumlar oluyor ki ne diyeceğimi bilemediğimden herhalde kendi sesimi duymadan geçiyor gün (telefonlar hariç)
Bugün niyetim çok tatlı, çok gezgin bir kitabı paylaşmaktı ama aklım "açık saha maç"ta kalmış, belli.
Ben de sütten çıkma ak kaşık değilim ama bazı insan davranışlarına o kadar sinir oluyorum ki:
- Güven zedeleyen: Bir ilişkide "güven" temelde ise seninle paylaştığım bir konuyu neden koşarak başkalarıyla paylaşıyorsun? Hakikaten neden?
- Cümlesini çoğunlukla "anladın mı?" diye bitirenler size sesleniyorum; neden bu soruyu sorup onay beklediğinizi cidden anlayamıyorum.
- Benimle konuşmayıp dolaylı yoldan haber gönderenler: Tamam bazen çok alıngan ve sinirli olabiliyorum ama şimdiye kadar kimseyi yemedim, seni de yemem -herhalde-
- Okuduğum kitaplarla dalga geçenler; size zaten gülmekten başka bir şey yapamıyorum.
- Sürekli özel sorular sorup bunaltanlar; ben de sizi tenhada yakalayıp ıcık cıcık sormaz mıyım... (sormam ama olsun bu tehdit bile yeter :)
- Kendisiyle övünen tanıdıklarım; ne olur siz kendinizi övmeyin de bir izin verin başkaları sizi övsün.
- Bana "sen hep sakin misin?" diyenler; "değilim.. benim de dişlerim, tırnaklarım var sadece kullanmayı beceremiyorum)
- Ortak yaşam alanlarında sigara içmeye devam edip içmeyenleri de zehirleyenler; size diyecek lafım yok yani henüz bulamadım, kelimelerim kifayetsiz kaldı..

Ben biraz dolmuşum sanki :) Canım sıkkın da değil aslında ama yazınca ne kadar çok şeye takılıp, zorlanıyormuşum ortaya döküldü..
İnce bir çizgide galiba "insan ilişkileri",
hatta o kadar ince ki ben bazen göremiyorum, üzerine basabiliyorum.

Bu yazı da böyle olsun.
Keşke Rose gibi "Ben, can sıkıştırıcılar tarafından canımın sıkıştırılmasından hiç hoşlanmam, dolayısıyla bağırdım: 'Çakılın! Yoksa arka yastıklarınıza tekmeyi basarım!" diyebilsem..
Ne güzel olurdu :)

Kaynak: deviantart
***Unutmadan, hakkını yemeyeyim, kırmızı kapaklı kitabı bulma "etkinliği" gibi insan ilişkilerini çok seviyorum. Yine yeniden teşekkürler herkese...
Devamını oku »