Drop Down MenusCSS Drop Down MenuPure CSS Dropdown Menu




30 Mart 2016 Çarşamba

Napoli Romanları Serisi/ Elena Ferrante

Bu ay İtalya'ya bir hayli doymuş durumdayım. Her ne kadar bitirememiş olsam da Rodari ile başlayan serüven Sgardoli ile devam etti, ardından Napoli Romanlarını 15 günde bitirdim, elime aldığım başka bir kitabın daha İtalyan yazara ait olduğunu öğrenince de kitabı bıraktım. İtalya'ya biraz ara vereyim :) Son 15 günüm hayattan gerçekten kopuk geçti. İtiraf edeyim, fiziksel olarak yanında bulunduğum hiç kimsenin ruhen de yanında değildim, aklım fikrim İtalya'da çoğunlukla da Napolideydi. Şöyle sorular duydum: "Yemeğin altı neden hala yanıyor?" (yemek yerken) "Elif sana sesleniyor!?" (çocuğun boğazı kızarmış, Esoooş demekten) "İtalya bilgi notu hazır mı?" (iş yerinde de İtalya çalıştım yani, cevap: Napoli'yi anlatabilirim :) 15 günde yaklaşık 1700 sayfa okudum. Hızlı okuma yapan biri...
Devamını oku »

23 Mart 2016 Çarşamba

Küçük Şeyler :)

Geçen gün beni mutlu eden/mutsuz eden, huzursuz eden/korkutan/sevinçten zıplatan şeyleri düşündüm. Ortaya çıkan sonuç hem şaşırtıcı hem de düşündürücü oldu çünkü bu duyguları bana yaşatan şeylerin tamamı küçük şeylerdi. Ben de son zamanlarda beni mutlu eden küçük şeyleri derleyip yazayım ve canım sıkıldığında buradan bir tane seçebileyim diye liste olarak yazmak istedim. - Küçük müdür büyük müdür bilmiyorum ama beni mutlu eden şeylerin en başında kitaplar geliyor sanırım. Hele ki moduma uygun kitap bulabilmişsem. Mesela bu ara işyerinde kafam çok dolu oluyor, ağır kitap okuyamıyorum. (Lizbon'a Gece Treni'ni bu yüzden yarıda bıraktım) Yalnız şu malum Elena Abla'nın Napoli Romanları Serisi ne harika bir kitaptır, nasıl bir akıcılıktır yahu! En son ne zaman bu kadar uykusuz kalmayı...
Devamını oku »

17 Mart 2016 Perşembe

Mutlu Yıllar Bize :)

2013, 2014 ve 2015te neler yazmışım diye şöyle bir baktım. Zaman ne kadar da hızlı geçiyor. Son yıllarda hep aynı şekilde kutlamışız doğum günlerimizi, sade. Hatırlıyorum da önceki yıllarda arkadaşlarımızla bir mekana giderdik, büyük pasta alırdık, hediye alırdık. Sanki o zamanlar çoook gerilerde kaldı. Pazar günkü patlamadan beri Kızılay'ı ve Ankara'da nasıl yaşadığımızı düşünüyorum. 2002'de geldiğimden beri pek sevemedim aslında kendisini ama hissettiğim hep "güven" ve "huzur" duygusu olmuştu. Ankaradan uzak kaldığımda Ankarayı özlerdim. (neyini özlediğimi hiç bilemedim) Belki yılların getirdiği bir alışkanlıktı. Neticede 14 yıldır buradayım(z). Kızılay'a normalde yolum hiç düşmez ancak geçen günkü etkinlikten önce bir saat kadar Kızılaydaydım ve normalde Dostta daha çok vakit...
Devamını oku »

11 Mart 2016 Cuma

Yevgeni Onyegin / Bale

Bloguma gittiğim bale hakkında yorum da yazacakmışım demek, vay be! Bale ile ilgili daha önce ne yazmışım diye bloguma baktım. Şu yazıda yeni sezon açılışını kutlamışım, bu yazıda da Elif'in şu ara "kıppır kıppır" diye telafuz ettiği kitabı tanıtmışım. Hatta bu kitap tanıtımında kendi bale gösterimden fotoğraf bile eklemişim. Önceki sezonlarda izlediğim temsilleri de keşke ekleseymişim, şu an ne izlediğimi tam hatırlamıyorum. Aklımda kalan en güzel bale Üç Silahşörler, opera da Aida ve La Boheme olmuş. (hepsini ayrı ayrı tavsiye ederim, pek güzellerdi, La Boheme'de ağlamayan izleyici yoktu sanırım) Ev-kreş-iş koşturmacasında hiç aklıma gelmeyen bir şeydi baleye gitmek. Daha doğrusu can bu çekiyor ama saati geç, eve çok uzak, araba kullanamıyorum bahaneleriyle hiç alıcı gözle bakmamıştım...
Devamını oku »

9 Mart 2016 Çarşamba

Ocak / Şubat 2016 Okuduklarım

Her bir kitabı buraya tek tek yazmaya niyetlendiysem de olmadı. Yapamadım. Ben de en azından ne okuduğumu yazayım, birkaç satır da olsa fikrimi belirteyim ki unutmayayım hislerimi. Önce Ocak ile başlayayım. Yılın ilk kitabı benim için öğretici olan / hayal kırıklığı da yaşatan "Denizin Dibindeki Ev" idi. Yorumum burada.  İkinci kitap, Aralık ayında başladığım Riko ve Oskar'ın 3. kitabı Çalıntı Taş oldu. Steinhöfel ile ilgili detaylı yazım taslaklarda sürünüyor ve ben ona baktıkça üzülüyorum. Ah bir yazsam ne iyi olacak. Ve bir diğer Steinhöfel kitabı ile devam ettim Ocak ayına: Yazarın ilk kitabı olduğunu okuduktan sonra fark ettim. Bu kitabı sadece piknikli bölümde makarayı koyvermek ve "sanırım şimdi altıma kaçıracağım" demek için bile okuyabilirsiniz. Kitabın genelini...
Devamını oku »

8 Mart 2016 Salı

Özgürlük Saatleri /Dünyanın En Acayip Hayvanı / Guido Sgardoli

Dünkü yazıdan sonra kendimi maşallah çok daha iyi hissetmeye başladım. Belki bu değişimin içinde olmak hoşuma gitti, bilmiyorum. "yeni kitap almayacağım" sözümü yutalı çok oldu ve bir daha böyle bir söz vermemek için kendime söz verdim :) Kitaptan bahsetmeden önce bugünden bahsetmem lazım, yoksa bu yazı eksik kalır. Geçenlerde internet üzerinden kitap siparişim için sitede biraz dolanırken dikkatimi bir kapak çekti. Kitapçıda olsam kitabı elime alıp detaylıca incelerdim ancak öyle bir şansım olmayınca kitabı sepetime attım hemen. (tüketim toplumu olmanın bu yönünü gerçekten sevmiyorum. ama bazen de iyi oluyor. bu konuda kararsızım) Siparişim büyük bir kutuda gelince çok heyecanlandım (unutkan ben). Sanırım en çok merak ettiğim kitaplardan biriydi "Dünyanın En Acayip Hayvanı". Kapaktaki...
Devamını oku »

7 Mart 2016 Pazartesi

Bu Aralar : "Yeni"

Kendimi dolaba kapattığım bir dönemden merhaba :)
"Dolap" demek, "her şey çok üst üste geldi, biraz sakinleşmeye ihtiyacım var" demek gibi.
Daha önce hiç ard arda "bu aralar" yazısı yazmamıştım, ikinciyi yazana kadar toparlamış oluyordum genelde.
Olmadı.
Bunu fark etmem de güzel.
Kendimi zorlamamam ya da "yoo ben gayet iyiyim" diye inkar sürecinde olmamam da güzel.
İki hafta önceki "dalga" beni yere serdikten sonra ben kalkar ve hayatıma kaldığım yerden devam ederim diyordum ki...
Yerimden pek kalkamadığımı gördüm.
Bunu itiraf etmek de güzel. (her şey güzel de :)
Perşembe ve cuma günleri tavan yapan sinir katsayım cuma günü -pek de hoş olmayan- bir bağırtıyla sonlandı.
Daha doğrusu sinir, yerini kabuğuna dönme ve sakinleşmeye bıraktı.
Bağırdığım kişinin Elif olmasını hiç istemezdim ama sanırım bunun da yaşanması gerekiyormuş.
İnsan kendini yaşadığı yeni durumlarda çözebiliyor bence.
Başına gelmemiş bir olay hakkında sadece fikrin veya yorumun oluyor; tecrüben olamıyor.
İki gün üst üste Elif arabada ateşli ve huysuzken -dışarıda da sağanak varken- arabamız bozuldu. İlkini daha kolay atlattık, ikincisinde kendime "birkaç gün sonrasını hayal et, elinde kahven/kitabın huzurla oturuyor olacaksın, bu an da sadece bir anı olacak" dedim.
Evet bunu söyleyebilmek ve o an bu hayalle teselli bulmak güzel.
Ancak arka arkaya gelen diğer şeylere de benzer tepkileri gösterebilecek gücüm kalmadı.
Kalmamıştı.
O an yanımda biri olsaydı Elif'i ona bırakıp "Ben şu sağanak yağmur altında bir koşup geleyim" derdim. Hani filmlerde katarsis sahnesi olur, yağmurla beraber her şey normale döner, belki onu umdum.
İşte o ara bir bağırtı koptu içimde.
23 ayda bu belki 2 veya 3.dür benim için.
Elif de bana bağırdı ilk başta ancak sonrasında durdu ve şoka girmiş gibi bana bakınca ben de kendime geldim.
Sonrası zaten kucaklaşmalar, ağlaşmalar ve bolca vicdan azabı.
Her şeyi anladığı ama kendini tam olarak ifade edemediği geçiş döneminde olmak biraz zorluyor bizi. Ya da hala kesintisiz uyumaması.
Bunlar hep olan şeyler-di gerçi.
Son haftalarda benim için değişik olan biraz bir şeylere ilgimi kaybetmek oldu.
Canım bloga yazı yazmak istiyor ancak kendimde kelimeleri bir araya getirecek gücü bulamıyorum.
İnstagramı eskiden seviyordum ancak şu an yaptığım şey "bir şeyler paylaşmak" veya "timeline'da insanlar neler yapmış" diye bakınmak o kadar saçma geliyor ki.
Gereksiz bir alışkanlığa dönmüştü instagram hesabıma bakmak, son haftalarda oldukça az bakındım etrafa. Çünkü merak etmedim kim-nerede-ne yapıyor.
Takip ettiğim çizerler ve ne okuduğunu ilgiyle takip ettiğim insanlar olmasa hesabımı daha kolay kapatacağım. Şu an hala ikilemdeyim. (bu da bir hayat memat meselesi değil elbette)
Kendimi dolaba kapatmamın neticesinde birtakım değişim rüzgarları fark ediyorum.
"Hiç öyle biri değilim" dediğim konu başlıklarını kendimde görüp şaşırıyorum.
Belki büyüyorum, şunun şurasında yeni yaşa ne kaldı :)
O yüzden de kendimi depresif gibi değil de bir değişimin içinde hissediyorum.
Bunu ilk başta "dalga" olarak nitelendirmiştim ancak şu an "yeni" geliyor her şey.
Biraz daha tepeden bakınca olaylara aslında kendimizi ne kadar fazla önemsiyoruz diyorum.
Günlük dertlerimizin de tam bu sebeple içi bomboş geliyor.
İnstagram hesabından takip ettiğim, blog yazılarını da okuduğum bu adreste yazılanları okudukça kendimi daha iyi /umutlu hissediyorum.

Kaynağı hatırlamıyorum
Bu süreçte arkadaşlarımla da rutinin haricinde çok fazla iletişim kuramıyorum. Sanki ne desem eksik kalacak veya yanlış bir şeyler söyleyip onları kıracakmışım gibi geliyor.
Bu yüzden de "dolap" bana biraz güven veriyor.
(yazmanın faydası) Şimdi fark ettim neden "güvende olma" ihtiyacı hissettiğimi.
Tüm bu gelişmelerin başlangıcında bir ay önceki patlama var sanırım.
O gün içim çok sıkılmıştı, bulunduğum yere yakın bir bölgede biz ayrıldıktan 1 saat sonra patlama olunca insan bazı şeylerin ne kadar yakın olduğunu, her an her şey yaşayabileceğini fark ediyor.
Ve şunu da ekliyor: Dünyada bu hisle yaşayan milyonlar var ama sen günlük rutininde bunu görmüyorsun bile. O akşam çok korkmuş ve bencil hissettiğimi hatırlıyorum.
Yazınca kırılma noktamı buldum iyi oldu.
Teşekkürler blog!

O kırılma noktasından sonra nerelere geldim. Birkaç hafta hiçbir şey okuyamadım. Okuduğumu anlamıyordum çünkü. 15 kere de okusam yazılanlar yabancı bir metinden farksızdı çünkü aklım başka yerdeydi. Çok şükür bu durumu bayağı toparladım. Okuduğumu anlar hale geldim. Lizbon'a Gece Treni'ni -hazır olmadığımı hissedince- bıraktım.
İçsel yolculuk, şu an gerçekten beni daha da dağıtırdı.
Son dönemde okuduğum kitapları ayrıca yazayım ama çocuk kitaplarına geri döndüm diyebilirim.
Bu ara gece yatmadan yanıma cips ya da muzır bir şey + elma alıp komik bir şeyler okumak ve bunun için heyecan duymak çok iyi hissettiriyor.
Bir de bu hafta 2 ayrı etkinliğe biletim var.
Of çok havalı!
Son 3 yıldır toplamda 2 kere sadece sinemaya giden biri için "etkinlik" demek, "karnım çok aç ama bu sefer sade makarna ile doymam sen bana beyaz peynirli, cevizli, kurutulmuş domatesli, kekikli bir spagetti hazırla" demek gibi. (böyle bir sosu hiç denemedim, karabalık sen aldın notunu :P )
Sonrasında da doğum günüm var zaten, yaşasın.
Gelsin pastalar gitsin börekler (gerçekler, sade bir halley üstü mum :)
Belki bir yoldur bu yaşadığım, keşif yolu.
Belki sonrasında anlayacağımdır bana ne olduğunu.
Ama YENİ olan bir şeyler filizleniyor ruhumda, ben de soranlara "bunu kendim yaptım ben" diyorum. (ya da soran olursa derim artık :)

Devamını oku »