Sevgili ve canım blogum nasılsın?
Aradan geçen zamanda buraya hiç uğramadığımı düşünüyorsun belki ama öyle değil.
Yayınlamadığım yazılarımla ben hep burdaydım :)
Havalimanı saldırısından sonra mesela harika(!) bir yazı yazmıştım, görsel de ekleyeyim diye bir anlığına duraksayınca "emin misin?" dedim. cevabım "kararsızım" olunca yayınlamadım. ertesi gün okudum ki amanın, o ne negatif yük öyle, hemen sildim yayınlardan. Geç de olsa geçmiş olsun diyeyim, canım Arzu'ya ulaşamayınca ben epey panikledim çünkü. Hele ilk etapta orada olduğunu öğrenince soğuk terler döktüm. Sevdiğin birinden haber alamamak ne kötü bir şeymiş. İnşallah bir daha asla yaşanmaz. (kendi bile inanmadı yazarken ama olsun)
buraya heyecanla gelmemin bir diğer sebebi, zihnimde hep konuşup durduğum şeyleri buraya da yazmak. yeliz'in dediği gibi birer anı bırakmak. geçmiş yazılara dönüp bakmak bu açıdan harika oluyor. Blog yazanları ben de biraz daha kıpırdanmaya ve blog yazmaya davet ediyorum. Canım Nurşen Abla'nın edebiyat içerikli yazıları olmayınca veya gezi turları özlüyorum onu.
Macera Kitabım Özlem ile NY turuna çıkmaya hazırlanıyorum son günlerde (kendisi bilmese de, çantaya attım kendimi) Özellikle de kitapçı yazılarını bekliyorum. Amerika hayatımın hiçbir döneminde 'merak' uyandırmadı bende ama park ve bahçelerini, müzelerini, kitapçılarını gezip görmüş birinden dinlemek keyifli olacak.
Araya bayram ve tatil girdi, rutinler ve dengeler biraz şaşırdı tabii.Tatilde dinlenme imkanım oldu mu? Bence oldu. Ne yemek yapacağımı düşünmedim ve yemek yapmadım. (ne olurdu az sevseydim mutfağı? ) Onun dışında Mersin Erdemli'nin yapış yapış havasına klima ile katlandık tabii. Karşımda deniz olunca güneşe "sen bir kenarda durabilir misin?" demeye çalıştım ama beni pek dinlemedi. Geçen sene birbirlerini pek anlayıp tanımayan iki zottirik kuzen Ayça ve Elif, bu sene epey farkındalardı bir kuzenleri olduğunun. Biri 27 aylık diğeri 17 aylık olunca ne kadar anlaşabilirlerse anlaştılar. Aynı oyuncağı aynı anda istemeleri onların suçu değil ki!!! :) Birbirlerinde 'yaz izi dövme'lerini de bıraktılar. Hatta Ayça sağ yanağıma geniş bir faça bile yaptı. O kadar da sıkmamıştım halbuki :P (hani yine yoğurdum tabii, teyzeyim ben teyze! 1 tane yeğenim var, onu da yoğuramayacaksam, peh)
Öğle aralarımı genelde önceden planlamaya çalışıyorum. O günkü yemek menüsü ve benim ruh halim ne ise :) İşlerimi öğle arasına bırakıp koşturmam. Ya bahçede kitap okurum ya birileriyle buluşurum ya da bugünkü gibi canım kimseyle konuşmak istemezse kabuğuma çekiliveririm. 4 kişilik odam öğle arası çok şükür ki bugün boş. Genelde 1-2 kişi oluyor. O zamanda rahatım aslında, her şey 1 kulaklığa bakar değil mi :) İş zamanı kulaklık takmak yasak. Yasaklar üzerinden konuşacak olursam durmam zor olabilir. İşim olduğu için şükredip oturuyorum yerime. Daha fazlasını ne siz sorun ne de ben bir şey diyeyim. Sadece işten çıkışta kendimi yeniden şarj ediyor gibi hissediyorum. Saat 4 civarı pilim "kritik seviyede, bence kapanmalısın" seviyesine düşüyor bazen. Çok koşturduğumdan değil. Ortam diyelim ve konuyu kapatalım :)
Bayramlarda da 2 farklı insan oluyorum. Bazı bayramlar ıdının dıdısı ile konuşasım hal hatır sorasım gelirken bazı bayramlar (geçen hafta gibi) kimseye telefon açasım gelmiyor. Hazır mesajlardan da hiç hoşlanmıyorum. Yani bu mudur bayram kutlaması? Bence değil. Olmamalı. O yüzden mesaj yazacaksam özellikle ismiyle, selamıyla şusuyla busuyla mesaj atarım. İşyerinde çoğu arkadaşım erkek ve bir tanesi bu yüzden zor durumda kalmış. (aile krizi de yaratabiliyorum demek durduk yere :) Bir de şöyle bir şey oluyor: "Aa ben şimdi bu arkadaşımla upuzun konuşurum, sonra arayayım" dediğim insanları asla arayamıyorum. Kısacası bayramlaşamadığımız insanlara toptan "kusura bakmayın olur mu?" demiş olayım. Mutlu bayramlar :)
Şu linkteki videoyu benim hatrım için izler misiniz? Haftalardır taktım kendisine. Günde kaç doz izleyip dinlediğimi bilmiyorum. (ki youtube ve kulaklık yasak, bendeki azme gelin :) İzlediniz mi?
O kadının yerine şarkı süresince geçmek istiyorum. Olur mu? Dansa uyumuna ve asıl tüm dikkatini dansa verişine, kendini rahat bırakabilmesine, kıyafetinin rengine kısaca bu klipteki keyifli an'da kalma haline hayranım. "İnsan kendinde olmadığını düşündüğü şeylere mi hayranlık duyar?" Cevap hem evet hem hayır bence. Her insanın içinde tüm duyguların eşit şekilde yerleştirildiğini düşünüyorum. Bunların seviyesini biz ayarlıyoruz. Pozitif kalmayı seçtiğimizde (bu cümleyi de sevmedim ama öyle) farklı şekilde duruyor ve farklı şekilde konuşuyoruz. Geçenlerde "MUTSUZ OLMAK" isimli bir kitap okudum ve çok sevdim. Kabul etmeliyim ki hafif depresif bir havası yok değil. Ancak günümüzün şişirilen "
MUTLU OLUN" dayatmasına inat, mutsuzluğu korkup kaçılacak bir şey olmaktan çıkartıyor. Onu ayrıca yazmaya çalışacağım bloga yani buraya.
Daldan dala nasıl da atlıyorum değil mi? zihnim de böyle. az önce masamdaki içeceklere baktım da, "işte dedim, zihnimin özeti". Aynı anda hem kahve hem çay hem soda hem de limonlu su içiyorum. Kahvenin kahvesi yoktu ama olsun. Her öğlen o 1 kahve itinayla içilir. (bkz: annesine benzemediğini iddia edip annesine bir acayip benzeyen genç kızın notları-bölüm 17 :)
Mutluluk/mutsuzluk demişken, kendimi ne mutlu ne de mutsuz hissediyorum. Kafam biraz fazla dolu ve her şeyi aynı anda halletmeye çalışıyorum. (masamdaki görüntüden belli değil mi zaten)
Gündemimizde Elif'in 2 haftadır geçmeyen arpacığı ile kreş sorunsalı var. Laf aramızda kalsın ama kreş konusunda öyle karmaşığım ki kendimi bir çizimle ifade edebilseydim içinde bolca soyut çizgi olurdu. "Sanatçı bu eserinde zihnindeki doluluğu ve kararsızlığı yansıtmak isterken bizce 'sanat' çizgisinin biraz dışına çıkmış." derlerdi. Kimse hakkımda böyle konuşmasın diye sanata el atmıyorum :) Özetle, gündemde kreş değişikliği var. Eliften daha çok benim hazır olmam lazım. Neden? Çünkü ona her şeyin "normal" olduğunu hissettirecek kişi benim. Geçen sene bu zamanlarda 14 aylıkken kreşe nasıl çabuk alıştı? 1. Anlayamayacak kadar küçüktü. 2. Ben çok kararlıydım, içimde endişenin sadece kırıntıları vardı. 3. Öğretmeninden Allah razı olsun :)
Şimdi ise alıştığı bir düzen var. Ve ben önce kendim yeni kreşten emin olmalıyım ki "Bak evladım, orası iyiydi hoştu ancak bizce sen burada daha mutlu olacaksın." diyebilmeliyim. Ağzım bunu der de gözlerimde anime karakterleri misali göz yaşları sallanır durursa ne anladım o işten. İşte tam da bunun için, iç sesine güven ve cesur ol esoş diyorum. Gelişmeleri yine yazarım.
BFG geldi ve ben hala ona gidemedim, bu nasıl bir gıcıktır bilir misiniz? Öksürürsün ama geçmez hani, öyle bir şey. Kısmetse yakın zamanda gideceğim. "Yakın" da göreceli ama olsun. benim yakın'ım :)
Pazar günü MOMO'nun tiyatrosuna Selcen ve kızı Çağla ile gitme durumumuz var. Tabii Selcen bugün bilet bulabildiyse. Bulamadıysa kısmet diyeceğim. Bulduysa kim bilir kaç metre havaya uçacağım. Onu da yazarım zaten.
Okuduğum kitaplardan aldığım keyif azaldı bu ara. Bir acayip gülerek okuduğum kitabı bugün yazdım Lokum'un Kütüphanesi'ne :)
Şair Kısakulak. Çok acayip tatlı. Tüm insanlığa bu kitaptan hediye edesim var. Tutmayın beni :)
Cesur Yeni Dünya kitabını zor da olsa bitirdim. Kitabı 3 solukta okudum. 1. seferde 120 sayfayı yaladım yuttum. aradaki sayfalar güme gitti, 2'şer sayfalık okumalar beni soğutuyor. Bayram dönüşü arabada Elif uyuduğunda "Freedoooom" çığlıklarıyla kitabıma gömüldüm. yanımda yeni alışkanlık edindiğim filtre kahvemin de olduğunu da hayal ettim tabii. son 30 sayfada uyandı ama olsun. (mel gibson filmdeki "freedom" ile benim amacımı kıyaslasa "yürü git be kadın" der miydi acaba, biz özgürlük peşindeyiz sen de kitap okuma! "İyi de mel amca, arabadayken uyumazsa oldukça huysuzlanan ve çoğunlukla ağlayan bir bebeyle 6-7 saat nasıl geçiyor sen düşündün mü?" derdim bende. Bunları bile düşündüm. Mel'i genç haliyle hayal ettim. Ben de hafif kızarmış sararmış solmuşum saçlarım tel tel, neden çünkü araba yolculuğu yormuş beni. Bu hayallere çok dalınca unuturum tabii her şeyi.
Bugün ne yaptığımı bir duysan canım blog!
Tuvalete insanlar tuvaleti gelince gider değil mi?
Ben otomatik olarak gitmişim (haberim yok) kapıda ayıktım ki "e benim tuvaletim yok, dön geri" :)
Bir de dünden beri aranan ve benim ısrarla "bende olsa bilmez miyim" diye hava attığım bir yazı vardı işyerinde. neyse yazı benden çıkınca çok pis rezil olacağımı düşünmüştüm ama meğerse millet alışmış benim zihin dağınıklığma. O da fena! Adım çıktı 9'a bence hiç inmez 8'e :)
Kitap demişken Cesur Yeni Dünya'daki SOMA beni çok etkiledi. Günümüzdeki soma, bence televizyon. İnsanlar mutlu olmak için veya kafa dağıtmak için televizyonu açıyorlar. beyinlerini uyuşturup yatağa yatıyorlar. Televizyonumuzun olmaması SOMAmız olmadığı anlamına geliyor mu peki? Bunu da düşünüyorum. Bulunca yazayım. Karabalık diyor ki, "fazla düşünüyorsun!". Bence "fazla" değil ama aynı anda çok şeyi düşünüyorum. Sıraya koysam daha iyi olacak.
Bugün yine bir psotcrossing günüydü. Kartın birinde hayallerimden bahsettim. Bu kartlaşma işini tavsiye ederim. Yabancılar bizden daha cesur, bana yazılanları buraya bir yazsam! Ben de bugün bir ilk olarak hayalimden bahsettim İspanyol bir kıza :)
Soma beni etkileyince Ursula'nın Mülksüzlerini oku önerilerine daha fazla dayanamayıp başladım ama kitabı çok yanlış bir zamanda seçtim sanırım, ilk 5 sayfadan öte gidemedim. Şöyle akıp giden yetişkin kitabı var mı? Bomboş da olmasın, vakit kaybı oluyor. "Vakit çok önemli" biliyorsunuz, yoksa MOMO'nun Dumandamları ile henüz tanışmadınız mı?
Öğle arasında bana ayrılan sürenin sonuna geldim canım blog,
buraya kadar okuyabildiysen tebrikler, BFG için bilet kazandın :)
Herkese mutlu mesailer
*Yine yazarım ben :)