Canım blog, bugün biraz iç dökmeye biraz da günlük tutmak için geldim buraya.
Bu ara zaman nasıl geçiyor anlayamıyorum. (ne zaman anlamış olduğumu da hatırlamıyorum gerçi)
Hayatımda çok şükür güzel şeyler olurken (annem ve teyzemin gelmesi gibi) ben HALA hiçbir şeye odaklanamıyorum.
Sorumluluklarımın tamamını ceketi üzerimden çıkarır gibi çıkartasım geliyor. Hava zaten sıcak, benim üzerimde kat kat ceketler var. Bir de atkı bere takayım tam olsun!
Fotoğraf makinesinde netlik yapmaya uğraşırsın ama bir türlü başaramazsın ve elinde hep flu bir görüntü oluşur; işte bu ara önümde böyle bir fluluk görüyorum.
Okuduğum kitaplardan hiç zevk almıyorum. Eskiden devam etmezdim şimdi sorunun kitapta değil de bende olduğunu anlayınca en azından iki satır okuyayım diye zorluyorum kendimi.
Sebep?
Kafamı boşaltmak için!
Kafam ne ile dolu, onu da bilmiyorum.
"Günün Mutluluk Sebepleri"ne odaklanmaya çalışıyorum. Bugün önüme iki adet çıktı.
Biri sabah yürürken dans figürleri yapan solucan (belki tırtıldır bilmiyorum cinsini) diğeri de öğle yemeğinde yediğim patlıcan :)
Sabah işe girmeden önce karşıma çıktığı için solucana vakit ayırdım ve dansını videoya da çektim. (kamera görünce susan çocuklar gibiydi gerçi, heyecan yaptı dansı bıraktı ama olsun) Onu görünce aklımdakilerin ne kadar bom-boş olduğunu fark ettim. Elime alabilseydim onu, daha güvenli bir yere bırakırdım ama umarım kimse ezmeden yoluna devam edebilmiştir. Hayatı o anlıktı ve o durmuş dans ediyordu. Güzel bir çıkarım oldu bana :)
Elif HALA arabada ağlayabiliyor. (istisna pek yok) Şarkı, türkü, eğlence derken yepyeni bir oyun buldum. Çok ağladığında "kim daha çok gülecek" oyununa davet ediyorum kendisini. Onun ağlama sesiyle benim zaten sinirlerim gevşemiş olduğundan gülmekte pek zorlanmıyorum.
Kaşlarımı çatıp somurtarak bir yere varamayacağım, en azından güleyim.
Geçen günkü yazıda bahsettiğim "mutsuz bir uysallık" halim devam ediyor, iş yerinde bazı insanlara Amelie filmindeki kızın manava dönüp "Sizin bir enginar kadar bile beyniniz/kalbiniz yok Bay Gereksiz / Kibir" (öyle bir şeydi sanki) diyesim geliyor.
Bir gün ben de dilimin kemiksiz olduğunu algılayıp güzel cevaplar vermeyi başarabilirsem, üzerimdeki ceketlerden birini çıkarmış olabileceğim: haki yün ceket! (yüncü Fehmi'nin kızı olduğum da nereden belli :) Bu ceketin anlamı da şu: "başkasını üzmekten korkuyorum" sorumluluğu.
Neyse sonra yemekhanede bir de ne göreyim: patlıcan!
"Çok mu seversin?" diye soran olursa "Yooooo" derim ama patlıcanın anlamı şu: "karabalık sevmediği için evde pişmez, arada yemek de hoşuma gider, bulmuşken kaçırma, hele de yanına yoğurt da varsa" Ya da ben kendime sebep arıyorum, sadece acıkmışım, az sonra yemeğe yumulacağım :)
Bu ara elime aldığım kitapları beğenememe huyu edindim :( Belki de karabalığın dediği gibi hala Napoli'de kalmıştır aklım. Şöyle beni alıp götürecek (götürdüğü yerde de bırakmayacak, geri getirme garantili) nitelikli ve biraz da eğlenceli kitaplara ihtiyaç duyuyorum. Acil! Önerisi olan varsa yazsın lütfen.
İşte böyle blog, 1 solucan ve 1 patlıcan ile hayattan dersler çıkarmaya ve olduğum an'a şükredip, canım sıkkınsa kalkıp dans etmeye devam!
Odaklanamamayı da dert etmeye değmez, yeter ki patlıcanın yanında yoğurt olsun :)
Devamını oku »
Bu ara zaman nasıl geçiyor anlayamıyorum. (ne zaman anlamış olduğumu da hatırlamıyorum gerçi)
Hayatımda çok şükür güzel şeyler olurken (annem ve teyzemin gelmesi gibi) ben HALA hiçbir şeye odaklanamıyorum.
Sorumluluklarımın tamamını ceketi üzerimden çıkarır gibi çıkartasım geliyor. Hava zaten sıcak, benim üzerimde kat kat ceketler var. Bir de atkı bere takayım tam olsun!
Fotoğraf makinesinde netlik yapmaya uğraşırsın ama bir türlü başaramazsın ve elinde hep flu bir görüntü oluşur; işte bu ara önümde böyle bir fluluk görüyorum.
Okuduğum kitaplardan hiç zevk almıyorum. Eskiden devam etmezdim şimdi sorunun kitapta değil de bende olduğunu anlayınca en azından iki satır okuyayım diye zorluyorum kendimi.
Sebep?
Kafamı boşaltmak için!
Kafam ne ile dolu, onu da bilmiyorum.
"Günün Mutluluk Sebepleri"ne odaklanmaya çalışıyorum. Bugün önüme iki adet çıktı.
Biri sabah yürürken dans figürleri yapan solucan (belki tırtıldır bilmiyorum cinsini) diğeri de öğle yemeğinde yediğim patlıcan :)
Sabah işe girmeden önce karşıma çıktığı için solucana vakit ayırdım ve dansını videoya da çektim. (kamera görünce susan çocuklar gibiydi gerçi, heyecan yaptı dansı bıraktı ama olsun) Onu görünce aklımdakilerin ne kadar bom-boş olduğunu fark ettim. Elime alabilseydim onu, daha güvenli bir yere bırakırdım ama umarım kimse ezmeden yoluna devam edebilmiştir. Hayatı o anlıktı ve o durmuş dans ediyordu. Güzel bir çıkarım oldu bana :)
Elif HALA arabada ağlayabiliyor. (istisna pek yok) Şarkı, türkü, eğlence derken yepyeni bir oyun buldum. Çok ağladığında "kim daha çok gülecek" oyununa davet ediyorum kendisini. Onun ağlama sesiyle benim zaten sinirlerim gevşemiş olduğundan gülmekte pek zorlanmıyorum.
Kaşlarımı çatıp somurtarak bir yere varamayacağım, en azından güleyim.
Geçen günkü yazıda bahsettiğim "mutsuz bir uysallık" halim devam ediyor, iş yerinde bazı insanlara Amelie filmindeki kızın manava dönüp "Sizin bir enginar kadar bile beyniniz/kalbiniz yok Bay Gereksiz / Kibir" (öyle bir şeydi sanki) diyesim geliyor.
Bir gün ben de dilimin kemiksiz olduğunu algılayıp güzel cevaplar vermeyi başarabilirsem, üzerimdeki ceketlerden birini çıkarmış olabileceğim: haki yün ceket! (yüncü Fehmi'nin kızı olduğum da nereden belli :) Bu ceketin anlamı da şu: "başkasını üzmekten korkuyorum" sorumluluğu.
Neyse sonra yemekhanede bir de ne göreyim: patlıcan!
"Çok mu seversin?" diye soran olursa "Yooooo" derim ama patlıcanın anlamı şu: "karabalık sevmediği için evde pişmez, arada yemek de hoşuma gider, bulmuşken kaçırma, hele de yanına yoğurt da varsa" Ya da ben kendime sebep arıyorum, sadece acıkmışım, az sonra yemeğe yumulacağım :)
Bu ara elime aldığım kitapları beğenememe huyu edindim :( Belki de karabalığın dediği gibi hala Napoli'de kalmıştır aklım. Şöyle beni alıp götürecek (götürdüğü yerde de bırakmayacak, geri getirme garantili) nitelikli ve biraz da eğlenceli kitaplara ihtiyaç duyuyorum. Acil! Önerisi olan varsa yazsın lütfen.
İşte böyle blog, 1 solucan ve 1 patlıcan ile hayattan dersler çıkarmaya ve olduğum an'a şükredip, canım sıkkınsa kalkıp dans etmeye devam!
Odaklanamamayı da dert etmeye değmez, yeter ki patlıcanın yanında yoğurt olsun :)